19 Kasım 2007 Pazartesi

TERÖR ÖRGÜTÜ PKK/KONGRA-GEL HAKKINDA BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ ?

TERÖR ÖRGÜTÜ PKK/KONGRA-GEL HAKKINDA BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ ?

PKK/KONGRA-GEL NEDİR ?


KADEK(PKK) terör örgütü, 2003 yılının sonlarında yaptığı 2'nci kongresinde KONGRA-GEL (Kongreye Gele Kürdistan-Kürdistan Halk Kongresi) adını almıştır.

KONGRA-GEL; PKK'nın temelde ve fikirde eski çizgisini aynen koruyan, KADEK'den sonra ismi değişmiş halidir.

KONGRA-GEL; PKK'nın KADEK'den sonra terör örgütü imajından sıyrılmak için strateji gereği başvurduğu yapısal değişikliklerle oluşan yeni imajıdır.

KONGRA-GEL; Amacında, ideolojisinde herhangi bir değişiklik yapmadığı gibi silahlı gücünü özellikle K.Irak alanındaki örgüt kamplarında bir tehdit unsuru olarak barındırmaya, sayısını çoğaltmaya ve yönlendirmeye devam eden PKK ve KADEK'in yeni yüzüdür.

KONGRA-GEL; PKK ve KADEK'in kullanmış olduğu veya örgütü temsil eden amblem, rozet, flama vb. işaretlerini aynen kullanmaya devam eden halidir.

KONGRA-GEL; PKK terör örgütünü (20) yıla yakın yöneten, her türlü terör eylem ve faaliyetlerini kararlaştıran, örgüt mensuplarını terör eylemlerine kanalize edip talimat veren, örgütün amacına veya stratejisine karşı gelen mensuplarını cezalandıran sorumlularını, mevcut konumları ile çatısı altında barındıran bir yeni oluşumdur.

KONGRA-GEL; PKK'nın terörist yöntemleriyle gerçekleştiremediği hedefine, amacına sözde kültürel haklar, kimlik, insan hakları, demokratikleşme vb. kavramları kullanarak ulaşmaya çalışacağı KADEK'ten sonraki yeni yüzüdür.

KONGRA-GEL; PKK terör örgütü gibi KADEK'inde AB tarafından terörist örgütler listesine alınacağının önceden sezinlenmesidir.

KONGRA-GEL; Bazı kesimlerin algıladıkları/algılamak istedikleri gibi yasal bir parti, örgüt, kuruluş değil PKK ve KADEK gibi bir terör örgütüdür. Çünkü PKK'nın bir ürünüdür.

KONGRA-GEL; Saklanılamayan, gizlenilemeyen, rütuşlanarak maske takılmaya çalışılan PKK'nın varisi ve tek hamisi, KADEK'in devamı; Yani, PKK'nın kendisidir.

Ayrıca;

*Örgüte katılarak aç, susuz, sefalet içerisinde faaliyet gösterirken sağlığı bozulan militanların tedavilerinin yaptırılmayarak ölüme terk edildiklerini veya intihar türü eylemlere gönderilerek ölüme zorlandıklarını,

*Örgüt içerisindeki bayan militanların erkeklerin zevk aracı olduğunu, erkek militanların da homoseksüel ilişkilere girdiklerini, örgütte kısa bir süre de olsa kalan genç kızların istemedikleri ilişkilere zorlandıklarını, direnenlerin de ajan, provakatör ve işbirlikçi iddiasıyla öldürüldüğünü,

* Kimi zaman günlerce bir lokma ekmekten yoksun kalan militanların katır, eşek, kaplumbağa, kurbağa vs. hayvanların etiyle beslenmeye çalıştıklarını,

* Örgüte katılanların ömrünün fazla olmadığını, (3-4) yıl yaşayanların sayısının çok az olduğunu, onun için, sorumluları hariç, örgüttekilerin yaş ortalamasının (18-20) yaş arasında bulunduğunu,

* Örgütten kaçmanın çok zor olduğunu, kaçıpta yakalananların örgüt tarafından çoğunlukla öldürüldüklerini, örgütten kaçıp kurtulma girişiminde bulunan veya örgüte uyum sağlayamayanların üzerinde naylon yakma, buz üzerinde bekletme, aç-susuz bekletme ve örgütten dışlama şeklinde cezalandırıldıklarını,

* Örgüt mensuplarının, örgüte destek veren köylerden bazılarına erzak temin etmek için gittiklerinde bazı ailelerin kızlarına ölüm ve korkutmayla tehdit ederek tecavüz ettiklerini,

*Avrupa'da terörist örgüt imajından kurtulmaya çalışan terör örgütünün; yurt içi ve yurt dışında terörist başının idamının engellenmesi adına idama hayır kampanyaları düzenlerken, diğer taraftan sadece örgütten ayrılmak istediklerini söyledikleri için veya terör örgütünün gerçek yüzünü görerek kaçma girişiminde bulunan ve başarısız olan örgüt mensupları hakkında sözde mahkemeler kurarak idam kararı verip uygulandığını ve bunları diğer örgüt mensuplarına ibret olsun diye videoya kaydederek seyrettirdiklerini,

* Yurtdışındaki ve yurt içerisindeki yandaşlarına kardeşlik, barış, sevgi ve hoşgörüden bahseden terör örgütünce, özellikle kendi kadrolarında duygusal ilişkiye giren ve evlenmek isteyenler hakkında ölüm emri verildiğini biliyor muydunuz?

6 Kasım 2007 Salı

Birlik ve Beraberlik

Birlik ve Beraberlik


Günümüz İslam dünyasının durumunu değerlendirdiğimizde dikkatimizi çeken ilk şeyin, Müslümanlar arasında ki parçalanmışlık ve düşmanlığıdır. Kimi İslam ülkeleri, milletleri, cemaatleri ve cemiyetleri arasında derin anlaşmazlık ve ihtilaflar vardır.

Müslüman ülkelerin bazılarında çoğunlukla etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle iç savaş ve çatışmalar yaşanmaktadır. Maalesef bu ayrılık ve çatışmalardan da en fazla istifade edenler, İslam düşmanlarıdır. Yani Müslümanları vurmaya çalışanlar, bir Müslüman gurubu kendine alet edip, diğer Müslüman gurubu onunla ezmeye çalıştıklarına, sonrada kullandığı o aleti de kırdıklarına tarih şahittir.

Bu konuda asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlıyı asıl yıkanın düşmanın kuvvetinin değil, bizzat yavruları ve kardeşleri hükmündeki Müslümanların olduğunu şöyle ifade etmektedir:


“İşte Hind, düşman zannederek halbuki pederini öldürmüş ayak ucunda oturmuş bağırıyor. İşte Kafkas ve Türkistan, öldürülmesine yardım ettiği şahıs biçare valideleri olduğunu “ ba'de harabil Basra” ( iş işten geçtikten sonra ) anlıyor, baş ucunda ağlıyor. İşte Afrika, kahraman kardeşini bilmeyerek öldürdü, şimdi vaveyla ( ağıt ) ediyor. İşte Arap, kardeşini tanımayarak öldürdü, şimdi hayretinden ağlamayı da bilmiyor.”( Sünuhat)


Evet İngilizler Hintli Müslümanları kullanarak Osmanlıyı vurdular, ama Hindistan'ı da kırdılar. Ruslar Kafkaslı kardeşlerimizi aleyhte kullandılar ama onları da ezdiler. İtalyan ve Fransızlar Kuzey Afrika'yı bizden ayırdılar, ama onlar oradan ayrılmadılar. Arapları alet ettiler, ama Arapların her yönden rahat etmedikleri ortada. İşte Filistin, işte Irak, işte Suriye...

Diğer yandan İslam dünyasının dört bir yanında birbirinden farklı dini yorumlar, görüşler ve modeller hakimdir. Bu yorum, görüş ve modellerin birbirinden farklı oluşu, Müslümanların birbirine düşman olmasına değil, aksine birbirlerine yardım etmelerine vesile olması gerekir. Nasıl ki, vücut azalarının birbirinden farklı olması, ruhun ihtiyacını karşılamaktadır. Bir uzvun olmaması veya sakat olması tüm vücudun hareketini sınırlandırmaktadır. Aynı şekilde “Milliyetimiz bir vücuddur, ruhu İslamiyet aklı iman ve Kur'andır” (Münazarat) hakikatinden hareketle ruhumuz hükmündeki İslamiyet'e, her millet ve cemaat bir uzuv gibi hizmet etmekte ve bir vazifeyi icra etmektedir. O millet ve cemaatin olmaması veya sakat olması durumunda, herkesin zarar göreceği muhakkaktır.

İttihâd-ı İslâmın, yani İslam birliğinin varlığı ve devamı için:

1- İslâm milliyetini ümmetçiliği - esas alıp, ırkçılık fikrini bırakmak;
Böylece her millet kendi nüfusu ve gücü kadar değil, İslam dinine mensup olan fertler ve milletler kadar güç ve kuvvet kazanacaktır. İşte o zaman dünyaya hakiki adaleti yerleştirebilecek ve gücün nerede kullanılması gerektiğini gösterebilecektir. Yoksa “Ne hayatımızı muhafaza ve ne de hukukumuzu müdafaa edebiliriz.”

2- İslâm dünyasındaki dini cemaatler, tarikatlar ve mezhepler gayede ve dinin esaslarında ittifak edip teferruat meseleleri münakaşa etmemek;

Çünkü, İslam toplumu; büyük bîr ordu gibidir, bu orduda da her türlü kısımlar ve guruplar mevcuttur. Fakat bu kısımların ve gurupların ayrılığı sadece isim olarak vardır. Yani Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri v.s. gibi isim almaktadırlar. Ama bunların binler tarzda ve şekillerde birlikleri var. Devletleri bir, vatanları bir, bayrakları bir, orduları birdir.

Aynı şekilde Müslüman milletlerin ve cemaatlerin sadece isimleri farklıdır. Ama Halıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, bir, bir, bir, bir., binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir, birler; kardeşliği, sevgiyi ve birliği gerektirir. Yoksa “Müslümanları birbirine bağlayan manevi rabıtaları bilmemek”, bir Müslüman için en büyük bir talihsizlik ve felakettir.

3- İslâm devletleri arasında, meşvereti yaygınlaştırmak;

Meşveret etmek manevî bir cihattır. Meşveret, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması için gerekli tedbirleri almak en büyük tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Her ne kadar koruyucu hekimlik uzun zaman ve büyük sabır istese de ameliyattan kurtulmak gibi büyük bir faydayı temin ettiği için bu zor yola severek girmek gerek.

Bu maddeler, Müslümanların birlik ve beraberliği için ehemmiyet arz eden sebeplerden sadece üç tanesidir.

Müslümanların bu dinî kardeşliğinden gelen ve birbirlerine tesanüt etmekten hâsıl olan bu muazzam kuvvetle, dinimiz, milletimiz, vatanımız her türlü tehlike ve düşmanlardan muhafaza edilir ve toplumsal barışa vesile olur.

Bunun içindir ki, bu maddî ve mânevi kuvvetin karşısında dayanamayacağını çok iyi bilen din düşmanları, bu kuvvetin dağılıp parçalanması için her çeşit hîle ve plânlarla Âlem-i İslâm'ın birlik ve beraberliğini bozmağa çalışmaktadırlar.

İşte bu bozguncuların aldatmalarına karşı uyanık olmağa ve dinimizin çok ehemmiyetle emrettiği İslâm kardeşliğinin mâna ve ehemmiyetini bilmeğe ve icaplarını yapmağa gayret göstermek gerektir. Bu konuda tüm İslam milletleri, devletleri ve özellikle Türk ve Araplara büyük işler düşmektedir. Çünkü İslam ordusunun iki mühim kanadını, bu iki hakiki kardeş ve bahadır millet oluşturmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi Şam'da verdiği meşhur hutbede; "Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise Îslâmiyet'tir. Ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin kalesi hükmünde Araplar ve Türkler hakiki iki kardeş olarak, o kudsi kalenin nöbetçileridirler.

İşte, bu kudsî İslam milliyetinin manevi bağlarıyla, umum Müslümanlar bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin fertleri gibi İslâm milletleri de, birbirine manevi bağlar ile irtibat ve alâka kurarlar. Birbirlerine manen (lüzum olsa maddeten) yardım eder. Güya bütün İslâm milletleri bir nurani zincir ile birbirine bağlıdır."

Aşağıdaki ayet, Müslümanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma olmaması halinde büyük fesatların meydana geleceğini haber vermektedir.

“Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.” (Enfal suresi,73)

Bu ayetin ne kadar doğru olduğunu, dünyadaki kaos ve zulüm ateşine, hakkın değil kuvvetin esas olduğuna bakarak anlamak mümkündür.

İslam alemi hangi sıkıntıyla sancı çekiyorsa, vatanımız da aynı hastalıkla muzdariptir. Burada da birlik ve beraberliğimizi bozacak tarzdaki çalışmalar bütün şiddetiyle devam etmektedir.

Bu vatan hepimizin ve hepimiz bir vücut gibiyiz. Beğenmediğimiz ve hasta olan organlarımız da bizim. Bunları bünyemizden söküp atamayız.

Hastahanelerde, sıra sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar mı? Bunların her birisi vücudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller mi? Ama niçin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu iyileştirmek için değil mi? Biz de hastalara değil hastalıklara düşman olsak ve sosyal bünyemizin sıhhate kavuşması için elimizden gelen bütün gayreti göstersek, erişemediğimiz ve güç yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lütuflarına erecek, yardımını göreceğiz.

Ama biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar çok kan kaybedecek ve kuvvetimiz her geçen gün biraz daha azalacak.

Bunun ise, daha önce de belirttiğimiz gibi sadece ve sadece düşmanlarımızın işine yarayacağında şüphe yok. “Zararın neresinden dönülse kârdır” derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım. Birbirimizi tedaviye gönül verelim.Zira, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihanın şanı yüce efendisi Peygamberimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde: "Müminler bir binanın taşları gibidirler. Birbirlerini yıkılmaktan muhafaza ederler" buyurarak müminler arasındaki muhabbet ve kardeşliğin önemini en veciz bir şekilde ifade etmiştir.




Burhan Sabaz (Dr.)