31 Ocak 2008 Perşembe

İsraf nedir ?

Sual: Dinimizde İsraf nedir ?


CEVAP

Malı, dinin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya israf denir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak arzusudur. Dine uymayan israf, haramdır. Mürüvvete uymayan israf tenzihen mekruhtur.
İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]

İsrafla cimriliğin ortasına iktisat veya cömertlik denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]

(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]

(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.) [Hatib]

(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]

(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]

(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdi?
2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcetti?
4- Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı?)
[Tirmizi]


İsraf cimrilikten kötüdür

Dinimizde abes, lüzumsuz şeyleri yapmak, caiz değildir. Mesela boş ve lüzumsuz yere bir şeyler karalamak, israf ve abestir. Burada birkaç israf vardır. Zaman, emek, enerji, kağıt, kalem, mürekkep. Hepsinden mühimi de faydalı bir şeyle meşgul olunmamak...

Eğer dünyadaki herkesin boşa harcadığı zaman, enerji ve emek hesaplansa, dünyada açlık ve yokluk içinde kıvranan milyonlarca insanın ihtiyaçlarına kâfi gelebilecek zaruri meta üretilebilirdi.

İsrafın miktarı ne olursa olsun zararı büyüktür. Küçük sanılan şeyler, yan yana geldiği zaman büyük rakamlar, değerler ortaya çıkar. Damlaya damlaya göl olur, atasözünü duymuşuzdur. Dakikada on damla kaçıran bir musluk ayda 170 litre su akıtıyormuş.

Semavi dinlerin hepsinde Allahü teâlâ kötü bir huy olan israfı yasak etmiştir. Dinimizin boşu, abesi, haramı, israfı yasaklamasında insanların saadeti, refahı, adaleti ve her şeyi yatmaktadır.

Dinimizde, cimriliğin, israftan daha çok kötülenmesi, israfın cimrilik kadar kötü olmadığını göstermez. Cimriliğin daha çok kötülenmesi, insanlardan çoğunun mal biriktirmeye meyilli olmasındandır. İsrafın kötülüğünü göstermek için, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.) [Araf 31]

(İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.) [İsra 26,27]

(Müsrifleri helak ettik.) [Enbiya 9]

(Mallarını israf edenlere bir şey vermeyin!) emri ile müsrifleri en kötü şekilde vasıflandırıp, (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) buyuruyor. (Nisa 5)

Ne israf etmeli, ne de kısmalıdır. Bunların ortasını bulmak ise makbuldür. Buna iktisat etmek denir. Cömertlik de malını iktisat ile kullanmaktır. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Cimri olma, israf da etme!) [İsra 29]

Cömertleri överken de buyuruyor ki:
(Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının!) [Buhari]

İsrafın zararları, israf edenlerin şeytana, Firavun’a ve Hazret-i Lut’un kötü kavmine benzetilmesi ve Allahü teâlânın bunları sevmemesi ve bunlara sefih demesi ve ahirette azap çekmeleri, dünyada aşağı, muhtaç duruma düşmeleri ve pişman olmalarıdır.

İsrafın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak, mal ile olur. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı mal ile kazanılır. Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, mal ile olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabayı dolaşmak, fakirlerin imdadına yetişmek mal ile olur. Mescitler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yaparak insanlara hizmet de mal ile olur. Peygamber efendimiz (İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor. (Kudai)

İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Cennetin yüksek derecelerine mal ile kavuşulur. Mal kıymetli olunca, onu israf etmek elbette kötüdür.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur.) [Tirmizi]

(İki şeyden birine kavuşana gıpta etmek, imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye İslam ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu da malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder.) [Müslim]

(İyi kimseye malın iyisi, ne güzel yakışır.) [Berika]

Süfyan-ı Sevri hazretleri (Bu zamanda mal, insanın silahıdır. İnsan canını, sıhhatini, dinini ve şerefini mal ile korur) buyurdu. Büyük bir nimet olan malı israf, Allahü teâlânın nimetine kıymet vermemek, nimeti elden kaçırmak, küfran-ı nimet, yani şükretmemek olur. Bu ise, nimeti verenin azap etmesine sebep olacak büyük bir suçtur. Nimetin kıymeti bilinmez, hakkı gözetilmezse elden gider. Şükredilir ve hakkı gözetilirse elde kalır ve artar. Cenab-ı Hak (Şükrederseniz, verdiğim nimetleri artırırım) buyuruyor. (İbrahim 7)


Çeşitli israflar

İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir. Malı, elden çıkmasına sebep olan yerlere atmak, onu helak etmektir. Kullanılmayacak hâle sokmak, kırmak, ağaçtan meyveyi toplamayıp çürütmek, tarlayı hasat etmeyip, mahsulü telef etmek, hayvanları, soğuktan, sıcaktan ve açlıktan ölmelerini önleyecek kadar beslememek ve barındırmamak da helak etmektir, israftır. Günah işlemek için ve günah işlenilmesi için verilen mal ve paralar da israf olur.

Meyve ve ekin toplandıktan sonra, bunları iyi saklamayıp kendiliklerinden bozulmaları veya nem alarak çürümeleri veya kurt, güve, fare ve benzeri canlıların yemeleri hep israftır. Hurma, karpuz gibi meyvelerin ve kuru incir, kuru üzüm gibi kuru meyvelerin ve buğday, arpa gibi hububatın ve elbise, kitap gibi eşyanın, böylece israf edildikleri çok görülmektedir.

Sofrada düşen ekmek ve yemek kırıntılarını atmak da israftır. Bu kırıntıları toplayıp kedi, köpek, koyun, kuş, tavuk gibi hayvanlara yedirmek israf olmaz. Fasulye, pirinç gibi şeyleri yıkarken dökmek ve dökülenleri toplamamak israftır. Elbise, ayakkabı gibi giyim eşyasını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, onları yırtmak, yıkarken suyu, deterjanı çok harcamak, elektriği, tüp gazı boş yere yakmak, hep israftır.
Malı kıymetinden aşağı satarak veya kiraya vererek ve kıymetinden yukarı fiyatla satın alarak aldanmak israf olur. Böyle alış verişe zaruri ihtiyaç olursa veya yardım, sadaka gibi niyetle böyle yaparsa israf olmaz.

Acıkmadan veya doyduktan sonra fazla yemek de israftır. Nefis yemekler yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, büyük binalar yapmak ve haram olmayan daha bunun gibi şeyler, helalden kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmazsa, israf değildir. Ahireti kazanmak isteyenlere, gereken ile kanaat edip, fazlasını hayra vermek yakışır.

Sadaka vermekte de israf vardır. Hazret-i Sabit bin Kays bir anda, 500 ağaçtaki hurmaların hepsini sadaka verip evi için bir şey bırakmayınca (Hepsini vermeyin) diye âyet indi.

Borcundan çok malı olmayan, çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği halde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı halde, kendi muhtaç olanın sadaka vermesi israf olur.


İsrafın sebepleri

1- Sefahat. Çok kimseyi israfa alıştıran bir hastalıktır. Sefihlik aklın az ve hafif olmasıdır. Aksine rüşd denir ki, aklın kuvvetli olmasıdır.
Allahü teâlâ (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) dedikten sonra (Onların halinde rüşd görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin!) buyuruyor. (Nisa 5, 6)
Bazısı sefih olur. Çalışmadan eline geçen paraya konmak için kötü arkadaşlar tarafından kandırılır. Bunun için, kötü arkadaştan kaçmakla emrolunduk. Bazı zengin çocukları böyle israfa alışıyor, sefih oluyorlar. Sefahati artıran bir sebep de, insanlardan çok saygı görmek ve methedilmek.

2- İsrafı ve çeşitlerinden birkaçını tanımamak. İsraf olduğunu bilmez, hatta cömertlik sanır. Lüzumsuz yere, yasak, zararlı yerlere verilen mal, cömertlik sanılır.

3- Riya, gösteriş yapmak.
4- Gevşeklik, tembellik.
5- Haya, sıkılmak.
6- Dini kayırmamak, dini gözetmemek.

İsraftan kurtulmanın çaresi:

1- İsrafın, anlatılan zararlarını bilmek ve bunları düşünmek.
2- Malı lüzumsuz dağıtmamaya gayret etmek ve güvendiği birine bu derdini anlatıp, malına ve harcadıklarına dikkat etmesini, israfını görünce, kendine hatırlatmasını, hatta uygun şekilde önlemesini rica etmek.
3- İsrafa sebep olan şeylerden kaçmak.


Sual: Pahalı kumaşlardan elbise giymek israf ve haram mıdır ?

CEVAP

Bazı kimseler, israfın mahiyetini bilmedikleri için, mubah olan birçok içeceğe bile haram demişlerdir. Harama helal, helale haram demek çok tehlikelidir. İsraf haramdır. Fakat kendi görüşüne göre, (Şunlar israf olduğu için haramdır) demek çok yanlıştır. Dinde herkes, kendi görüşünü ortaya koyarsa, insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Buna da din değil, felsefe denir. Eğer islam âlimlerinden nakil yapılırsa, fetva verilen kavil seçilirse, sadece bir hüküm meydana çıkar.

Mubah olan işlerde niyet önemlidir. Niyet iyi olursa sevap, kötü olursa günah olur. Fakat haramlar, iyi niyetle de işlense haram olmaktan çıkmaz. Gücü yetenin pahalı kumaştan güzel elbise giymesi caizdir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ cemildir, cemal sahiplerini sever.) [Müslim]

(Bahr-ür-raık)da buyuruluyor ki:
(Cemal ile ziyneti birbirine karıştırmamalıdır! Cemal, çirkinliği gidermek vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir. Allahü teâlâ cemal sahibi olmayı övmektedir. Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. Kibir, gösteriş için giyinmek haram olur.) [Oruç Bahsi]


Vakar için giyinmek

Cemal, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, alay etmelerine, hakaretlerine sebep olacak şeyleri yapmamak, bunları izale yani yok etmektir. Ziynet [süs] ise, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlayacak ve övünülecek şeyleri yapmak demektir. Cemal sahibi olmak için bulunduğu yerde âdet olan şeylerden, haram olmayan en iyi elbiseyi giyinmek gerekir. Hazret-i Ömer, (İki çeşit elbiseniz olsun, biri şık, diğeri de mütevazı. Elbisenin şık, temiz olması, insanın şerefinin icabıdır) buyurdu.

İbni Ömer hazretleri de (Nasıl elbise giyineyim?) diye sual soran birine, (Aşağı kimselerin alayına, kültürlü kimselerin de seni ayıplamasına sebep olmayacak bir elbise giy!) buyurmuştur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Güzel giyinin ki, Allahü teâlânın size verdiği nimetlerin eseri görülsün!) [Taberani]

(Allahü teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever.) [Taberani]

Peygamber efendimiz, perişan kılıklı birine, malının olup olmadığını sordu. O kimse de her çeşit malının bulunduğunu söyledi. Bu kimseye buyurdu ki:
(Allahü teâlâ sana bir mal verince, bu nimetin eseri senin üzerinde görülsün.) [Nesai]
Hikmet ehli buyuruyor ki:
(Öyle bir elbise giy ki, sen ona değil, o sana hizmet etsin!)


Gösteriş için giyinmek

Süs ve gösteriş için giyinmek ise haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Süsten kaçınmak imandandır.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ mütevazı elbise giyineni sever.) [Beyheki]

(Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi, üstünden çıkarmadığı müddetçe Allahü teâlâ, ona rahmet etmez.) [Taberani]

(Kibir ve gösteriş için, şöhret sahibi kimselerin giydiği elbiseyi giyineni, Allahü teâlâ, o elbiseleri ile birlikte ateşe atar.) [Ruzeyn]

Görüldüğü gibi süs ve gösteriş için elbise giyinmek haram, cemal için, müslümanlık şerefi için şık giyinmek mubahtır.
Elbise eski de olsa, temiz olmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Âişe, şu iki elbiseyi yıka, bilmiyor musun elbiseler tesbih eder, kirlenince tesbih etmeleri kesilir.) [İbni Asakir]

Mühim mevkide bulunan veya önemli bir zatın huzuruna çıkan kimsenin şık, temiz elbise giymesi gerekir. Allahü teâlânın huzuruna çıkıldığı zaman buna daha çok dikkat etmelidir! (Her namaz kılarken, süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) mealindeki âyet-i kerime ile (Güzel koku gamı, güzel, temiz elbise kederi azaltır) mealindeki hadis-i şerife uymaya çalışmalı, eski bile olsa temiz elbise giymelidir! (M.Rabbani, Edeb-üd-dünya, Bostan)


Lüks hayat

Sual: Muhtaçların bulunduğu bir ülkede zenginlerin lüks hayat yaşaması, villalar yaptırması israf ve haram değil midir ?

CEVAP

Zekatını fakirlere veren ve alın teri ile helalinden kazanan kimsenin villalar yaptırması haram değildir. Helal ve mübarektir. Tembel oturup, çalışmayıp, fakir kalmak, yahut kazandıklarını haram şeylere verip, basit meskende kalmak uygun değildir. Böyle tembellerin ve malını haramlara israf edenlerin yüzünden, çalışkanlar niçin suçlu olsun! Zekatını verenlerin köşklerde, villalarda oturmaları, şık giyinmeleri, fennin bulduğu bütün kolaylıklardan faydalanmaları, helaldir. Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri, kullananları severim) ve (Çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak ibadettir. Zenginlik günah değildir. Allahü teâlâ şükreden zenginleri sever. Zengin olduğu için, kendini beğenmek, kendini başkalarından üstün görmek haramdır.

Hazret-i Zübeyr tüccar idi. Medine, Basra, Kufe ve Mısır’da mülkleri, geniş arazileri ve bin hizmetçisi vardı. Gelirlerini fakirlere dağıtırdı, ölünce mirasçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.

Hazret-i Talha da çok zengindi, günlük geliri bin altın idi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde çok kıymetli yakut taşı vardı.

Abdurrahman bin Avf hazretleri, ayrılan hanımına, son hastalığında mirasının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişti. Buna 83 bin altın verildi.

Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasına kavuştu.

Bunların dördü de aşere-i mübeşşereden [Cennete gideceği ismen müjdelenen on kişiden] idi.

Zekat ve ganimet ve ticaret sebebi ile Medine’de fakir kimse kalmadı.
Peygamberlerden Hazret-i İbrahim, Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman çok zengin idi. Zenginlik nimettir. Eshab-ı kiramın fakirlerinden çoğu, zenginler de bizim gibi ibadet ettikten başka, malları ile de hayırlı işler yaparak çok sevap kazanıyorlar diye, agniya-yı şakirine [şükreden zenginlere] imrenirlerdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahir zamanda zengin olmak saadettir.) [İ. Rafii]


Kırılan şeyler

Sual: Kırılan şey belayı önlermiş. Kırılmazsa, kırmak mı gerekir ?


CEVAP

Belayı önlemesi doğrudur. Fakat kırmak israftır.

--------------------------------------------------
Anahtar Kelimeler : Dinimizde Israf etmek ? Israf nedir ? Israfin sakincalari - Islamda israf - Israftan kacinmak - Israf harammidir ? cesitli israflar - israfin sebepleri - dinimize göre israf nedir ? israfin zararlari -

30 Ocak 2008 Çarşamba

Misyonerlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır ?

Misyonerlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır ?


Biz, misyonerin bilgili Müslüman'ı etkileyerek Hıristiyanlaştırabileceğine inanmamaktayız. Bize öyle geliyor ki bakkaldan aldığı ekmeği yolunu şaşırmadan evine götürebilecek kadar aklı, mantığı, ilmi olan bir Müslüman, misyoner karşısında önce şu net soruları sormaktan kendini alamaz ve der ki:

- Müslüman, Hıristiyan olunca neyi kazanacak? Hangi eksiğini tamamlayacak? Hangi gerçek, Müslümanlıkta yok da Hıristiyanlıkta var ki Müslüman, Hıristiyan olsun da o gerçeği orada bulsun? Yok böyle bir eksiği Müslüman'ın. Öyle ise ne için Hıristiyan olacak Müslüman? Sebep ne? Misyonerlerin Müslüman'a teklifleri inanç yönünde olacak da diyeceklerse ki:

- Din demek peygamber ve kitap demektir. Hazreti İsa Allah'ın peygamberi, İncil de Allah'ın gönderdiği kitabıdır! Bunu böyle bilin!

Zaten Müslüman da bunu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Bunun için Hıristiyan olmasına gerek yok ki? Müslüman'ken de böyle kabul ediyor, böyle inanıyor. Hatta Müslüman sadece Hazreti İsa ve İncil'in aslını tasdik etmekle kalmıyor, daha ilerisine gidiyor. İşte Bakara Sûresi 285'te, "Biz, peygamberler arasında ayrım dahi yapmayız! Hepsine de inanırız."

Öyle ise misyonerler Müslüman'a neyi benimsetip, kimi kabul ettirecek? Müslüman'ın inkâr ettiği bir ilahi kitap ve peygamber mi var ki, onu anlatıp kabul ettirmek için Hıristiyanlığa çağırsınlar Müslüman gençleri?

- Müslüman, Hazreti Âdem'den başlayarak, geçmiş bütün ilahi kitapları ve peygamberleri hürmetle kabul edip sevgiyle kucaklıyor. İnkâr ettiği bir kutsal yoktur ki, misyonerler onu kabul ettirmek için Müslüman çocuklarını Hıristiyanlığa davet etsinler.

Demek ki, bütün ilahi dinleri kucaklayan İslam'ın içinde Kur'an'ın anlattığı manada gerçek Hıristiyanlık da vardır. Ama Hıristiyanlığın içinde İslam yoktur. Durum böyle olunca, biz misyonerleri İslam'a çağırsak yanlış olmaz. Çünkü içinde gerçek manada Hıristiyanlığın da bulunduğu tam bir dine çağırmış oluruz. Ama misyonerler Müslüman'ı Hıristiyanlığa çağırsalar yanlış olur. Çünkü içinde İslam'ın bulunmadığı eksik bir dine çağırmış olurlar. Yani tam olandan eksik olana davet olur bu. İlim de, mantık da, akıl da kabul etmez tam olanı bırakıp da eksik olana yönelmeyi.

Eğer misyonerler, "İsa, Allah'ın sadece peygamberi değil aynı zamanda da oğludur!" diyorlar da bunu kabul ettirmek için davet ediyorlarsa; bu iddiayı artık kendi aydın Hıristiyanları da kabul etmiyor, nerede kaldı bir Müslüman'a kabul ettirsinler de, haşa, "Allah baba, İsa da O'nun oğludur." dedirtsinler.

Önyargısız düşünüldüğünde görülüyor ki, Müslüman'ın Hıristiyan olması, akılla, mantıkla, ilimle mümkün değil! Ama Hıristiyan'ın Müslüman olması hem aklın hem mantığın hem de ilmin gereğidir.

Çünkü kendi peygamberini ve kitabını inkâr etmeye mecbur olmuyor İslam'a girmekle. Yine Hazreti İsa Allah'ın yüce peygamberi, İncil'in aslı da yine Allah'ın gönderdiği kutsal kitabıdır. Öyle ise Hıristiyan neden çekinsin İslam'ı incelemekten. Kaybı yok, kazancı ise çoktur. Eksiğini tamamlamaktadır İslam'a girmekle. Anlaşılan odur ki, önyargıdan kurtularak düşünen Hıristiyanlar bir gün İslam'ın bu özelliğinin farkına varacak, kendi kutsalına layık olduğu yüce makamı veren İslam'ı inceleyerek:

- 'Ben burada kendi kitabımı ve peygamberimi buluyorum, benim yerim burası olabilir' diyebileceklerdir. Nitekim yer yer diyorlar da.

Ama Müslüman, Hıristiyanlık için bunu diyemeyecektir. Çünkü orada Müslüman'ın kitabı ve peygamberi yoktur. Bir kazancı da mevcut değildir. Kaybı ise pek çoktur. İslam'la kabul ettiği bütün ilahi dinleri ve peygamberi inkâr etmesi söz konusu olacaktır. Bu ise göze alınabilecek bir kayıp değildir. Hıristiyan bile olamaz bu kimse artık, ehl-i kitaptan da sayılamaz.

Bu sarsılmaz gerçeklerden dolayı diyoruz ki: Böylesine kesin bilgi ve sağlam inanca sahip olan Müslüman'ın misyonere karşı bilgiyi bırakıp da kaba kuvvetle mukabele etmesini hem İslam onaylamaz hem de Müslüman buna ihtiyaç duymaz. Çünkü İslam, ilmin gereği olan açık ve net bilgilerle anlatılır, cehaletin eseri olan kaba kuvvetle değil.

Fakir ve Kör [ Dini Hikaye ]

Fakir ve Kör


Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır.. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar.. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar.

Fakir olanı biteni anlatır.

Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.

Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:


- Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlam da senin gözünü açsın, diye dua eder.

Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenirki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.

Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yürekli de duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:

- Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.

- Hey! seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsınki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.

- Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.

Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir ? İyilerin bastıkları toprak dermandır, göz açar. Ancak gönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.

28 Ocak 2008 Pazartesi

Chat yapmak caizmidir ?

Chat yapmak caizmidir ?


Soru

Bir Müslümanın karşı cinsten yabancı bir insanla chatleşmesi caiz midir ?




Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bir müslümanın başka Müslüman kardeşleriyle ister karşılıklı isterse sanal ortamda olsun konuşup dertleşmesi güzel bir şeydir. Ancak bu aynı cins olanlar içindir. Bir erkeğin bir kadınla konuşması ise bazı yönlerden dikkat etmeyi gerektirir.

Örneğin aşk, sevgi, gıybet, yalan ve şehevi hisleri uyandıran şeylerden olursa bu kesinlikle doğru değildir. Bu konuda kişinin evli veya bekar olması fark etmez. Evli birinin günahı ise daha fazla olur.

Fakat dini konularda Allah’ı, ölümü, ahireti ve dini duygu ve düşünceleri hatırlatan konuşmalar olursa elbette bunlar yasak olmadığı gibi sevabı da vardır. Ölçünüz bu olmalıdır. Bu ölçülerle hareket ettiğiniz zaman günaha girmeyeceğinizi ve kendinizi koruyacağınızı söyleyebiliriz. Ayrıca yaptığınız işi bir de vicdanınıza sormanızı tavsiye ederiz. Vicdanınız rahat değilse o işten vazgeçiniz.

İleride evlenecek iki çiftin, sadece yanlarında akrabalarından birer kişi bulunmak şartıyla bir yerde oturup yalnız konuşmaları caizdir, hatta sünnettir. Fakat flört tarzı ilişkilerde kadın ve erkeğin yanlarında akrabaları bulunsa bile konuşmaları caiz değildir. Dinimiz zinayı yasakladığı ve haram saydığı gibi zinaya götüren yolları da tıkamış ve haram saymıştır.

Aynı şekilde de internetten tanışılan birisi ile istediğiniz gibi havadan sudan konuşmak ve chatleşmek caiz değildir. şayet ona islamiyeti anlatıp sevdirmeye çalışsanız o başka meseledir. Yoksa başka tarzda konuşup sohbet etmek insanı yanlış neticelere götüreceğinden caiz görülmemektedir.
Ayrıca Sağlam ailelerin ve aile bağlarının kurulabilmesi ve tesis edilebilmesi için, evliliğin sağlam temellere dayandırılması gerekir. Bu nedenle, İslamiyet görücü usulü teşvik etmekle beraber, adayların birbirleriyle görüşmesini de esas kabul etmiştir.

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, birbirlerini hiç tanımayan ve ailece de tanışmayan iki kişinin internette birbirlerine verdikleri ifadelere güvenip de evlilik gibi ciddi bir işe yeltenmemeleri gerekir. Çünkü, bu şekilde ki bir tanışma hüsran ile sonuçlanabilir. Bizim kanaatimiz sizin veya herhangi bir insanın böyle bir yöntemle evliliği seçmemesidir.

Selam ve dua ile...


Anahtar Kelimeler : Chat yapmak - Chatlesmek - Chat yapmanin sakincalari - Chatin sakincalari - Chat - Internet üzeri sohbet.

Çocuklara isim verirken nelere dikkat etmek gerekir ?

Çocuklara isim verirken nelere dikkat etmek gerekir ?

Soru

Arkadaşımızın biri kız çocuğuna (yıhsan veya yihsan) adını vermiş. böyle bir ismin islamiyette yeri varmı. bu isim kız veya erkek çocuğu için uygun mudur ?


Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Yeni doğan çocuğa kısa bir süre içinde güzel bir isim koymak anne ve babaların en önemli görevlerindendir. Çocuğa konulan isim hem bu dünyada hem de ahirette geçerlidir. Rasulullah (sav) sadece çocukların değil, büyük insanların ismiyle dahi ilgilenmiştir. Kötü bulduğu bazı isimleri değiştirme yoluna gitmiştir. Yine konulması gereken güzel isimler hakkında bilgiler vermiş, zaman zaman bizzat kendileri çocuklara isimler vermiştir.

Rasulullah (sav) güzel isim koymanın önemini şöyle açıklıyor: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” (1)

Bu çağırma işlemini Allah'ın görevlendirdiği bir melek Allahın izniyle yapacaktır. Hiç kimse kıyamet günü Allah (c.c.)’ın hoşlanmayacağı isimle O’nun karşısına çıkmak istemez. Öyleyse kötü olan isimlerin çocuklara verilmemesi gerekir.
Rasulullah (sav)’ın isim konusundaki hassasiyetini daha iyi anlamak için şu hadis-i şerifi de görmek lazım. Yahya bin Said (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) bol sütlü bir deve hakkında: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Mürre (acı)” diyince ona “Otur” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar: “Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da: “İsmin ne?” diye sordu. Adam: “Harb” diyince, ona da: “Otur” dedi. Rasulullah (sav): Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da “Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona “Sen sağ” dedi.(2)

Allahü Azimüsşan’ın has isimleri kullara isim olarak verilmez. Ancak sıfatları isim olarak verilebilir. Mesela; Kerim, Halim, Kadir, gibi kelimeleri insanlara isim olarak vermek caizdir. Ancak bu isimlerin başına bir (Abd) kelimesi ilave ederek söylemek ise pek güzel bir dikkattir. Zira (Abd) kelimesini ilave ederek söylediğiniz takdirde Kerim’i Abdülkerim olarak söylersiniz. Bu takdirde Kerim’in kulu demiş olacağınızdan mana pek güzel bir şekil alır.

Nitekim Aziz isminin başına da bir (Abd) kelimesi ilave ederek söylediğinizde azizin kulu manasına Abdülaziz demiş olursunuz. Mecburi olmasa da güzel bir hassasiyet olur.

Rasulullah(sav)’ın açıklamalarına göre en güzel isim olarak adlandırılanlardan bazıları şunlardır: Erkek ismi olarak, Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, Peygamberlerin isimleri, Hasan, Hüseyin ve diğer İslam büyüklerinin isimleri tavsiye edilen isimlerdir. Kız isimleri olarak da, Aişe (Ayşe), Fatıma, Zeyneb, Hatice, Cemile, Zehra… gibi isimler güzeldir.

Mahşerde her çocuk, konan ismiyle çağrılacaktır. Şayet çocuğun ismi kötü manaya gelen gayrimüslim ismi ise, mahşer halkı önünde isminden dolayı utanan çocuk,

'Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi, sen neden bana kötü manaya gelen ismi koydun?' diye isim koyandan davacı olacaktır. İsmin manasının böylesine ehemmiyetinden dolayıdır ki, Peygamber'imiz kötü manaya gelen yabancı isimleri iyi manaya gelen Müslüman isimleriyle değiştirme örnekleri vermiştir. Mesela (Uzza putun kulu) manasına gelen (abdu'l-uzza)'yı, Allah'ın kulu manasına gelen (Abdullah) ile değiştirmiştir. Ateş parçası manasına gelen (cemre)'yi de güzel kız manasına gelen (cemileyle) ile, Harp ismini de Hasan'la düzeltmiştir. Demek ki, Müslüman isminden maksat, mananın kötü olmamasıdır.

Bununla beraber bazen isimlerde mana açık da olmayabiliyor. (Aleyna) gibi. Son zamanlarda çok rastladığımız bu (Aleyna)'nın ne manaya geldiğini pek bilemiyoruz. Çünkü, Kur'an'da geçen (aleyna) isim değildir. Sadece yer aldığı cümlenin içinde (üzerimize) manasına gelmektedir:

- (Vema aleyna) bizim üzerimize, (illel'belağ) tebliğden başka bir görev yoktur, manasına gelebilen (bizim üzerimize)'yi, cümle içindeki yerinden çekip birine isim olarak verdiğinizde, ne manaya geldiğini anlamak zorlaşmaktadır. Belki de Yasin'deki bu (aleyna)'yı isim olarak seçenler, (bu çocuk bizim üzerimize Allah'ın bir ihsanıdır) demek istemekteler.

Bir de kızlarımıza verilen Kezban ismi vardır ki, zannederim yanlış anlaşılan isimlerden biri de budur. Kezban'ı hep yalancı manasına anlayanlar, Kur'an'daki (tükezziban) ile karıştırmışlardır. Çoğu kimseler Farsçadaki (ev hanımı) manasına gelen (Kedban)'dan alınma Kezban'ı, Arapçadaki 'yalanlayan' manasına gelen tükezziban'dan alınma sanarak bu isimden hep ürkmüşlerdir.

Bununla baraber iyi bir anlamı olmasına rağmen yanlış anlaşılacak isimler koymamaya dikkat etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle kız çocukları için, Büşra, Beyza, Selma, Esma, Ahsen, Rabia, Saliha, Salime, Adile.. gibi kolay seslendirilen, yanlış yazma ve yanlış söyleme ihtimali olmayan tek isimler tercih edilebilir.

Sözün özü: Ebeveynler yavrularına karşı ilk görevlerini yerine getirirken, gayrimüslim kimliğini çağrıştıran yabancı isim koymaktan kaçınmalı ki, mahşerde koydukları isimlerle çağrılan çocuklarının şikayetine muhatap olmasınlar. Bu konuda elbette bizim gibi düşünmeyenler de olabilir: "Tercih size aittir, kim neye layıksa onu bulur." demekten başka sözümüz olamaz onlara da. Müddessir Sûresi'ndeki ayetin ikazı hepimiz için geçerlidir:

Ayrıca bir ismin mutlaka Arapça olması şart değildir. Türkçe, Farsça ya da başka bir dilde de olabilir. Önemli olan bu ismin yukarıdaki ölçülere aykırı olmamasıdır.

-Herkes kendi tercihinin sorumlusudur!

1- Ebu Davud, Edeb 69
2- Muvatta, İsti’zan 24
Sadık Akkiraz, Ahmet Şahin


Selam ve dua ile...


Anahtar Kelimeler : Cocuklara isim takmak Cocuklara isim vermek Cocuklara güzel isim vermenin önemi Islamda cocuklara güzel isim vermek

21 Ocak 2008 Pazartesi

İnternetten MP3 indirenlere gözaltı


İnternetten MP3 indirenlere gözaltı


Türkiye’de ilk kez internet üzerinden müzik indirerek, başkalarının kullanımına açan kişilere operasyon yapıldı. Polis, IP'sini tespit ettiği 112 kişiyi gözaltına aldı.


İnternetten şarkı indirme dönemi sona erdi!. Emniyet ilk kez internetten müzik indirenlerin IP'sini tespit ettiği 112 kişiyi gözaltına alındı..

Soruşturma, MÜ-YAP’ın (Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği), telif hakkına sahip olduğu müzik parçalarının internet üzerinde dağıtımının yapıldığını söyleyerek şikayetçi olması üzerine açıldı.

Asayiş Şube Müdürlüğü tarafından başlatılan soruşturmada, internet kullanıcılarının “LimeWire” isimli programı kullanarak korsan müzik indirdikleri ve yine bu parçaları başkalarının alabilmeleri için kullanıma açtıkları tespit edildi.

Polis tarafından IP numaralarından önce bağlantı için kullandıkları telefon numaraları daha sonra da adresleri belirlenen korsan müzik dinleyen 112 kişi, gözaltına alındı.

Savcılık kararı ile bu kişilerin bilgisayarlarına incelenmek üzere el kondu. İfadeleri alınan korsan müzik dinleyicilerinin yaptıklarının suç olduğunu bilmediklerini söyledikleri belirtildi. Bilgisayarında korsan müzik parçaları bulunan A.K. (27) ifadesinde, “Birkaç kez sitelerden şarkı indirmiştim. Ancak bunların kullanıma açıldığından ve başkalarının bilgisayarıma girmesine izin verdiğimden haberim yoktu” dedi.

15 Ocak 2008 Salı

PKK'lı teröristten ilginç itiraflar!


PKK'lı teröristten ilginç itiraflar!


Türkiye'nin PKK kamplarına yönelik olarak gerçekleştirdiği hava operasyonları sürerken örgütten kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan teröristen ilginç bir itiraf geldi.


Terör örgütü PKK'ya 15 yaşındayken 1993 yılında katılan E.S., 1995 yılında ikinci denemesinde kaçarak Türkiye'de güvenlik güçlerine teslim oldu. Pişmanlık Yasası'ndan yararlanarak özgürlüğüne kavuşan E.S., örgütte bulunduğu dönemde Türk savaş uçaklarının hava saldırısı sırasında alçalmasının, teröristlerin kulak zarlarını patlattığını söyledi. PKK'nın en çok savaş uçaklarından çekindiğini ve psikolojilerinin bozulduğunu anlatan E.S., "Teröristler birliklere `yemci' ekip gönderip taciz ateşi yapıyor. Sonra da geri planda oluşturulan çembere askerlerin gelmesi bekleniyor. Bu tuzak anlaşılınca da moralleri alt üst oluyor" dedi.

Güneydoğu Bölgesi'nde terör örgütü PKK'nın propagandası sonucu 15 yaşındayken, 1993 yılında örgüte katılan ve şimdi 30 yaşında olan evli ve bir çocuk babası E.S., DHA muhabirine konuştu. Yapılan propagandalara kandıktan sonra örgüte katıldığını anlatan E.S., "Bize `Kuzey Irak'ta uçaklarımız, helikopterlerimiz var, dağlarda yürümeyeceksiniz, sizleri onlarla bölgelere taşıyacağız' dediler. Benim gibi durumda olan kişilerle, bu propapagandaya kandık. Cudi Dağı üzerinden bölgeye intikal edince bize silahlı eğitim verdiler. Uçakları helikopterleri sorduk. Bize eşeği gösterip, `Bu helikopter' dediler. Katırı işaret edip, `Bu da bizim savaş uçağımız' deyince kandırıldığımızı daha o an anladık" dedi.

`TUVALETE GİDİYORUM' DİYE KAÇTIM

E.S., 2 yıl örgütte kaldıktan sonra kaçmaya karar verdiğini söyledi ve şöyle devam etti:

"Birinci denemem de yakalandım ve bir mağaraya hapsedildim. Daha sonra onlara tekrar güven verince bu kez tuvalete gitmek maksatıyla örgütten kaçtım ve Türkiye'ye geldim. Güvenlik güçlerine teslim olduktan sonra Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde mühebbet hapis istemiyle yargılandım. 16 yıl 8 ay ceza hapis cezasına çarptırıldım. Sonra Pişmanlık Yasası'ndan yararlandım ve 2 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1997 yılında çıktım. Ardından da eskere gittim" diye konuştu.

ASKERLER TUZAĞI ANLADI

PKK'lı teröristlerin Kuzey Irak'tan Türkiye'ye sızdıktan sonra genellikle suyun olduğu yerlerdeki mağara ve sığınaklarda kaldığını da söyleyen E.S., "Türkiye'ye girişler, genellikle Şırnak'ın Silopi İlçesi'ndeki Siyahkaya Mevkii'ndeki Dicle Nehri geçilerek yapılıyor. Önce karşı tarafa bir terörist geçiyor, üzerindeki kalın halatı bir ağaca bağlıyordu. Ardından da diğer teröristler halata tutunarak Türkiye'ye kaçak yolla giriyordu" dedi. Teröristlerin askeri karakollara `yemci' tabir edilen küçük bir ekip göndererek taciz ateşi yaptığını da belirten E.S., "Amaç burada askerleri operasyona çıkmalarını zorlamaktı. Çünkü geri planda bir vadi veya yamaçda çember oluşturuluyordu. Askerler buraya geldiğinde çarpraz ateşe tutulacaktı. Ancak Askerler bu tuzağı anlayıp, başka bir yönden operasyon yapınca teröristlerin tüm moralleri alt üst oluyordu" dedi.

SESLER KULAK ZARI PATLATIYOR

Kuzey Irak'a yapılan hava operasyonlarından, PKK'lı teröristlerin çok korkuttuğunu da ifade eden E.S., "Savaş uçakları, dağlardaki mağaralara alçak uçuş yapıp bomba atıyordu. Bunu yaparken de alçalıyordu. İşte o müthiş gürültü, teröristlerin kulak zarını patlatıyordu. Buna çok şahit oldum. Bu yüzden çok kişi tedavi görüyordu. Teröristler en çok hava operasyonundan etkileniyor" dedi.

PKK'lılara verilen askeri eğitimde, hava saldırılarına karşı alınacak tedbirler konusunun da işlendiğini vurgulayan E.S., "Bize verilen eğitimde, `Eğer bir hava saldırısı sırasında ateş ediliyorsa, bulunduğunuz yere dikey değil, yan yatın. Çünkü mermiler, genellikle 40 veya 60 santimetre arayla yere düşüyor. Eğer siz dikey şeklinde yere siper alırsanız, mutlaka vurulursunuz' şeklinde tembihte bulunuluyor" diye konuştu.

TUZAKLARA DİKKAT

Operasyon bölgesinde PKK tuzaklarına da değinen E.S., "Benim burada bir önerim olacak. Mağara veya sığınaklarda bir sönmüş ateş görülürse, kesinlikle bunun üzerine odun koyup ateş yakılmasın. Çünkü teröristler, bu sönmüş közlerin bulunduğu yeri kazıp el bombası bırakıyor. Pimi çekilmiş el bombasının mandalı ise plastik bir bantla sarılıyor. İkinci bir ateş yakılması sırasında ise plastik bant kopuyor ve bomba patlıyor. Ayrıca mağara girişlerine 1-2 adım mesafedeki yere yine tuzaklanmış mayınlar bırakılıyor" dedi.

TOPUKLARINA BASARAK YÜRÜYORLAR

PKK itirafcısı E.S., teröristlerin yağmurlu ve karlı havalarda yürürken ayak izlerinin çıkmamasına yönelik tedbirler de aldığını söyledi. E.S., "Toprak eğer nemliyse veya yağmur yağmışsa, topuklara basılarak yürünüyordu. Amaç buradan insan değil, hayvan geçtiğinin zannedilmesidir. Karlı veya tozlu havalarda da ayak izleri en arkadan gelen bir terörist tarafından yapraklı dal parçalarıyla siliniyordu" dedi.

İLİŞKİLERE SÜRGÜN CEZASI

PKK kamplarında kız- erkek ilişkilerinin istenmeyen durumların başında geldiğini de ifade eden E.S., "Böyle bir durumla karşılaşılınca bir mahkeme oluşturuluyor. Ardından da ilişkiye girdikleri tesbit edilen kişiler ayrı ayrı kamplara veya bölgelere gönderiliyor. Bir nevi sürgün cezası alıyor" ifadesini kullandı.

BİZE SAHİP ÇIKILSIN

Güneydoğu Bölgesi'nde kendi durumunda olan çok sayıda itirafcı olduğunu da vurgulayan E.S., devletin kendilerine daha çok sahip çıkmasını da istedi. Bölgede kendilerini işsiz güçsüz ve can güvenliği olmadığını görenlerin yine PKK propagandalarına kandığını da ifade eden E.S., "Devlet bize iş ve can güvenliği olanakları verirse bu durum karşı bir propaganda haline gelir. Dolayısıyla PKK'ya katılımlar en aza iner" dedi.

Fevzi Dede ve terörist oglu....


Fevzi Dede ve terörist oglu....


Oğlunun suçunu öğrenince 91 yaşındaki Fevzi Öztürk, "Kalbinde zerre kadar iman olan, bu vatana ihanet etmez " diye ayağa fırlamış. Polisler elini öpüp sakinleştirmeye çalışmış.



Mecidiyeköy bombacısının babası Fevzi Öztürk, tarifsiz acısını Aksiyon’a anlattı.

Şubat 1916: Ruslar Doğu Anadolu’nun önemli bir kısmını işgal etmiş, Müslüman halka türlü türlü eziyetler yapıyor. Kars’ın kara talihi kolay kolay bitmeyecektir, şehrin düşman işgalinden kurutuluşu 1920 yılında mümkün olacaktır. İşte bu sıkıntılı işgal günlerinden birinde Sarıkamış’ta ölüm döşeğindeki bir baba küçük oğluna vasiyet etmektedir: “Oğlum, bizler göremeyiz; ama bir gün Türkler bu toprakları tekrar geri alır. O zaman mezarımın başına gelin ve üç defa Türkler geldi diye bağırarak bana müjdeyi verin. Dünyada gün yüzü görmedik, bari toprağın altında rahat yatalım.”

Gün gelir Ruslar Kars’tan kovulur ve Mehmetçik şehri geri alır. Küçük çocuk da gereğini yapar. Babasının mezarının başına gider ve üç defa haykırarak “Türklerin geldiğini” haber verir toprağın altındaki babasına.

Aralık 2007: Babasına müjdeyi vermesinin üzerinden yıllar geçer, küçük çocuk büyüyüp 90 yaşına merdiven dayamıştır artık. Aile artık Erzurum’un Horasan ilçesinde yaşamaktadır. Ansızın polisler yaşlı adamın köydeki evinin kapısını çalar: “Oğlun için geldik. İstanbul’da yakalandı.”

Bu hikâye Erzurum’un Horasan ilçesinin bir köyünde mütevazı bir hayat yaşayan Fevzi Öztürk’e ait. Fevzi dedenin ibretlik hayatını daha da önemli kılan, eylem yapmak üzereyken son anda yakalanan Mecidiyeköy bombacısı Bülent Öztürk’ün babası olması.

MİSAFİR GİBİ KARŞILANDI

Vatanına âşık bir dedenin torunu ve böylesine bir babanın oğlu olan Bülent Öztürk, genç yaşta terör örgütüne katılıp evini terk eder. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Fevzi Öztürk, oğlunun PKK’ya katıldığını öğrenir. Bir babanın yıkıldığı andır bu. Baba Öztürk her şeye rağmen acısını içine atmaya gayret eder. Ta ki polisler “oğlun yakalandı” haberini verene kadar: “Beş yıldır kendisinden haber almamıştık. Cesedini teslim edecekler, onun için arıyorlar diye düşündüm. Horasan’daki amir bey sağ olsun, beni alıp konuştu. Oğlumun İstanbul’da yakalandığını söyledi. Baba yüreği işte, yaşıyor olduğuna çok sevindim. Yıllardır görmemişim, merak ediyorum nasıldır diye ama cebimde beş kuruş para yok ki İstanbul’a gideyim. İsmini hiç unutmayacağım Ahmet Bey biletimi aldı, cebime de harçlık koyup beni İstanbul’a gönderdi. Seni orada arkadaşlar karşılayacak dedi.”

Fevzi dede, üzerinde düzgün bir pardösüsü olmadan, ayağındaki kara lastiklerle İstanbul’a ulaşır. Burada acılı babayı İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli polisler karşılar. Fevzi Öztürk bu olay karşısında çok etkilenir; zira evladından görmediğini devlet memurlarından görüyordur: “Bana oğlumun bombalı eylem yaparken yakalandığını söylememişlerdi. Gelen memurlar da söylemediler. Bir misafirlerini karşılar gibi karşıladılar, hâlimi hatırımı sordular.”

BEN NEYE YANAYIM Kİ?

Terörle mücadele şubesinde kısa bir sohbetten sonra önce Fevzi dedeye yemek ve çay ikram edilir. Ardından oğlunun Mecidiyeköy’de bombalı eylem yapma hazırlığı yaparken yakalandığı anlatılır. O sırada oturduğu yerden fırlayan baba “Bir insanın kalbinde zerre kadar iman varsa bu ülkeye ihanet etmez.” der. Bu sırada, orada bulunan memurlar böyle bir baba karşısında duygulanarak elini öpüp onu sakinleştirirler.

Fevzi Öztürk bu haberi duyduktan sonra içine düştüğü duyguları şöyle anlatıyor: “Oğlum Mecidiyeköy’e bomba koyarken yakalanmış. İnsanların karınca gibi yoğun olduğu bir yere bomba koyan kişi benim oğlummuş. Yüreğim yandı. Başımdan kaynar sular döküldü. İçimde bir bıçak darbesi sanki kalbimi kesti. O kişinin benim oğlum olduğuna mı yanayım, benden olan oğlumun masum insanları katledecek kadar canileşmiş olmasına mı yanayım, yoksa böyle birinin babası olmama rağmen beni misafirmişim gibi karşılayan insanların karşısına bombacı babası olarak geldiğime mi yanayım. Birçok duyguyu bir arada yaşadım.”

Fevzi Öztürk bu duyguları yaşarken kısa süre sonra oğlu karşısına çıkarılır. Bombacı Bülent Öztürk babasına saldırmak ister: “Sen hainsin. Seni baba olarak kabul etmiyorum.” Son darbe bir kez daha oğlundan gelmiştir. Bu sözler, Fevzi dedeyi derinden üzer; acılı baba sendelemeye başlayıp tam yere düşecekken polis memurları onu tutup sakinleştirmeye başlar. Fevzi Öztürk o ânı şöyle anlatıyor: “Oğlum maymuna dönmüştü. Ben şaşmış kalmıştım. O an, bir babanın bittiği andı. O an, bir ailenin yıkıldığı andı. O an, insanlığın öldüğü andı. Karşımdaki benim oğlum değil, teröristlerin zehirlediği bir mahlûktu. Kime ne söyleyeyim, kime ne diyeyim; ama oğlumu bu hâle getirenleri bir bulsam…”

Bin yıldır bu topraklarda herkesin kardeşçe yaşadığını anlatan Fevzi dede, birbirine düşmanlık yapanların bu ülkenin insanı olmayacağını söylüyor: “Ayrı-gayrı bilmeden yaşamışız. Dinimiz bir, vatanımız bir, toprağımız bir. Yaşım geçmiş, bir ayağım çukurda, ha bugün ha yarın öleceğim. Benim evladım gibi daha nice çocukları böyle hainleştirenlerin yakasında olacak iki elim.”

Acısını yüreğine gömerek, “vatan sağ olsun” diyen Fevzi Öztürk’ü terör masasında görevli memurlar aralarında para toplayıp üstüne bir pardösü, ayağına bir bot ve uçak biletini alıp havaalanında ellerini öperek yolcu ederler. Hayatında ilk kez bot giyen dede, bu ânı anlatırken gözlerinden yaşlar boşalıyor: “Ben maalesef bir caninin babasıyım; ama polis beni misafirmişim gibi karşıladı. Bu yaşıma geldim, hiç uçağa binmemiştim; bana uçak bileti aldılar, cebime harçlık koyup Erzurum’a gönderdiler. Uçakta gözyaşları içinde Türkiye’yi izledim. Bu cennet vatana ihanet edilir mi diye inledim durdum.”

Muharrem ayının bilinmeyen üç özelliği...


Muharrem ayının bilinmeyen üç özelliği...

Bir tespit açısından belirtmek gerekirse, Muharrem ayının İslam tarihinde belli başlı üç önemli özelliği vardır. Birincisi oruç, ikincisi Hicrî takvimin başlangıcı olması, diğeri de Hz. Hüseyin ve evlatlarının Kerbela'da şehit edilmesidir.Muharrem ayında tutulan oruç tarihi seyri yönüyle de bir özellik taşıyor. Peygamberimiz Medine'ye hicret ettikten sonra Medine'de yaşayan Yahudilerin oruçlu olduğunu öğrendi.

O gün Muharrem ayının 10. günü Aşura günüydü. "Bu ne orucudur?" diye sordu. Yahudiler, "Bugün, Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.), bir şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.

Peygamberimiz onlara, "Biz, Musa'nın sünnetini yaşatmaya sizden daha çok yakınız ve hak sahibiyiz" diyerek kendisi ve Müslümanlar o gün oruç tuttular. O yıl henüz Ramazan orucu farz olmamıştı. Fakat ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca Müslümanların oruç ayı Ramazan oldu. Aşura günü orucu konusunda ise Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı, "İsteyen tutar, isteyen tutmayabilir" dedi. Böylece bu oruç, müstehab bir oruç olarak kaldı.

Bilgin sahabilerden İbni Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste de ifade edildiği üzere, bir karışıklığa meydan vermemek ve Yahudilere benzememek için Aşura gününden önceki günle sonraki gün ilave edildi, böylece üç gün oruç tutmak sünnet olarak uygulanır oldu. Dolayısıyla ne Peygamberimiz, ne Sahabiler, ne mezhep imamları ve müctehidler, ne de daha sonraki İslam âlimleri Muharrem ayının ilk on günü oruç tutulması konusunda bir beyanda bulunmamışlardır. Bunun dışındaki bir uygulamanın İslam ibadet tarihinde bir yerinin ve kaynağının olmadığını söylemek gerekir.

Muharrem ayının İslam tarihinde bir takvim başlangıcı olması, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde tespit edilmiş, o tarihten bu yana pek çok İslam ülkesince kullanılagelmiştir. 1 Muharrem'in (dün) Hicrî yılbaşı olması, Noel kutlaması gibi bir geleneği olmamakla beraber, yılın ilk günü olması açısından bir önemi de bulunmaktadır.

Kur'ân'da ise Muharrem'in ayının farklı bir özelliğinden söz edilir. Tevbe Sûresinde (âyet:36), "Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün Allah'ın yazdığı şekilde, on ikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır, dosdoğru hesap işte budur" şeklinde bildirildiği gibi, bu dört aydan biri de Muharrem ayıdır. Haram ayları, değerli, önemli ve bu yönüyle de farklı özelliği olan aylardır ve o aylara karşı saygılı olunması bildirilmiştir.

Peygamberimizin ifadesiyle "Şehrullahi'l-Muharrem- Allah'ın ayı Muharrem" olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, bollaştığı bir aydır. Allah'ın ayı, günü, yılı olmaz, ama Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde bildirilmiştir.

Muharrem ayının peygamberler tarihinde de ayrı bir yeri vardır. Başta Hz. Adem olmak üzere, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz Yunus ve Hz. İsa gibi peygamberler Aşura günü, özel olarak bazı nimetlere ermişler, bazı sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Bu yönüyle bir yıl dönümü kabul edilmektedir.

Hz. Hüseyin (r.a) ve evlatlarının hunharca şehit edilmesi meselesine gelince, esas itibariyle şehitler mükâfatını almış, en yüce mertebelere ulaşmıştır, Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur.

Kaderî hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez.

Duyguları onu birtakım taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek sünnetin ruhuna uygun düşmemektedir. (Mehmet. Paksu. Mübarek Aylar, Günler ve Geceler; Peygamberimizin Ramazan'ı ve Oruçları)

9 Ocak 2008 Çarşamba

Erkegin kadin üzerindeki haklari nelerdir ?


Soru

İslamda kadının aile içindeki yapmakla zorunluğu olduğu en temel görevleri nelerdir. Mesela kadının çacuğuna bile bakmakla yükümlü olmadığını okumuştum. Peki kadının en temel görevleri nelerdir ?

AYISIGI BLOG
09-Ocak-2008 [- ALINTI -]
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kadının kocasına karşı vazifeleri:

1- Kanaat: Çünkü kanaatkar olmak kalp rahatlığının sebebidir. Bir kadın arsızlık ve açgözlülük ederek efendisini, kendisinden ve evinden soğutmaktan sakınmalıdır. Kanaat; kafi gelecek miktar ile yetinmek tamahkarlık etmemek demektir.

2- Kocaya itaat: Peygamberimiz ( a.s.m.)" bir kadın kocası kendisinden memnun olarak ölürse cennete girer." buyurmuşlardır.

3- Temiz olma: Kocanın göreceği yerlere itina ile dikkat etmek ve temizlemek. Bilinmelidir ki, güzellik ve temizliği getiren şeylerin en güzeli sudur. Daima güzel kokular sürünmeli.

4- İhtiyaçların karşılanması. Kocanın yemek yiyeceği vakte dikkat etmek. Uyku saatini geçirmeme. Kocanın adeti nasılsa o zamanlarda yemek ve yatağını hazırlamak.

5- Malın korunması: Kocanın mal ve eşyasını korumak, çünkü mal ve eşyayı korumak iş bilmekten geçer.

6- Akrabaya saygı: Kocanın akrabasına ve yakınlarına hürmet etmek. Çünkü kadının kocanın akrabasına ve yakınlarına hürmet etmesi, güzel idare ve tedbirden ileri gelmektedir.

7- Sır saklanması: Kadın kocasından edindiği sırrını hiç kimseye duyurmaması. Eğer duyuracak olursa kocasının itimadını kaybeder. kadında ondan emin olamaz.

8- Saygı ve hürmet: Kocanın emrini yerine getirmek. ona karşı çıkmama ve asi olmamak. Eğer ona karşı gelecek olunursa onu kendine kinlendirip düşman yapma ihtimali yüksektir.

Ayrıca bir koca hanımını istediği şeye zorlaması da caiz değildir ve kadın bu gibi şeyleri dinen yapmak zorunda değildir. Mesela, bir kadın yemek yapmak veya kendi çocuğuna bakmak zorunda değildir. Ama ailenin huzuru ve selameti için, aile fertleri arasında karşılıklı hürmetin tesisi için kadının meşru ve müspet olan ( kendi hoşuna gitmese de ) yapması elbette güzeldir.

Aile içinde karı kocanın görev paylaşması:

İslamda aile, korunması gereken kutsalların başında yer alır. Bu sebeple aile başı boş bırakılmamış, bireylerini koruyacak biri aile reisi olarak en başta sorumlu tutulmuştur. Bu sorumlu kimse,sözünü dinletecek güç ve kuvvette olmalı ki,ailede haddi aşanları meşruluk çizgisinde muhafaza edip sözünü dinletebilsin.. Bu da aile içinde etkisini herkese kabul ettirecek güçte olan baba ve koca olacaktır..

İslam’da ailenin bu reisi, başına buyruk kimse değildir.Tam aksine reisi olduğu ailenin sorumluluklarını olanca ağırlığıyla yüklenen, geçimini temin etme görevini de omuzlarına alan kimse demektir. Yani baba ve kocanındır dışarıda çalışıp ailenin geçimini temin etme sorumluluğu..Hanım aile reisi gibi dış işlerinde çalışarak ,geçim temin etme zorunda değildir.

Efendimiz (sav) Hazretleri, kızı Fatıma ile damadı Ali’yi evlendirdiği sırada, evin iç işlerini kızı Fatıma’ya, dış işlerini de damadı Ali’ye verirken:

- Çeşmeden su getirmek, hamur yoğurup ekmek yapmak,evin temizliğini yapıp iç işlerini düzenlemek .. Fatıma’ya aittir. Dış işleri de Ali’nin sorumluluğundadır !tavsiyesinde bulunmuştur.

Bununla beraber, bey ev işlerine de yardım edebileceği gibi,hanımın da dış ilerinde beye destek olması da caiz görülmüştür . Nitekim Efendimiz(sav)Hazretleri ev işlerinde ailesine yardım etmiş,hatta evdeki bu yardımın ümmetine de sünnet olduğu kitaplarımızda ifadesini de bulmuştur.

Aynı anlayış hanım için de söz konusudur. İhtiyaç halinde hanım da dış işlerinde çalışarak ailenin geçiminde beyine yardımcı olabilecektir. Beyi hanımın çalışma şartlarını uygun bulması halinde izin de verebilecektir.. İzin vermez de:”Evinde hizmetini gör,ben geçimini sağlamaya borçluyum,” derse,kadın çalışma isteğinde ısrar etmeyecektir. Eder de bir anlaşmazlık çıkarsa durum nasıl çözülecektir?

Bu ve benzeri tüm aile içi anlaşmazlıklarda tarafların çözüm bulmaları için..(Nisa suresi ayet 35)de bildirilen ailenin hakem heyeti toplanabilir. Hakem heyeti, hanımla beyin seçtikleri birer,ikişer itimat ettikleri,bilgili,tecrübeli kimselerden oluşurlar. Bunlar tarafları dinleyip,durumu inceleyerek,neye karar verirlerse ona uyumak suretiyle anlaşmazlık çözülecektir.

Tarafların hakimleri durumunda olan bu hakem heyeti de çözemezse elbette ,bir taraf ısrarından,inadından vazgeçecektir. Biri fedakarlıkta bulunmaz da inatlı tutum devam ederse, her halde aile için daha iyi sonuç vermeyecek, birlik bozulacaktır.

Çalışma izini için kadının çalışma ortamının müsait olması aranan ilk şartlardandır. İş yerinde yabancı erkekle iki ikiye baş başa çalışma durumunda kalmamalıdır kadın.

Böyle tenha yerlerde en azından her an birilerinin oraya girme ihtimali söz konusu olmalıdır. Kimsenin giremeyeceği tenhalıkta, iki ikiye baş başa kalma durumu ,tarafları çevrenin dedi kodusuna da maruz bırakabilir. Aileyi korumaya alan İslam, böyle şaibeli baş başa kalmalara izin vermemekte, çalışma ortamının umuma açık olması şartını getirerek, tarafları korumaya almaktadır.

Çevreden üretilebilecek söylentiler de baştan önlenmiş olmaktadır.

-İslam’da bir birine yabancı kadınlarla erkeklerin iç içe, beraber, karışık, senli benli yaşamaları, beraber oynayıp eğlenmeleri, gülüp söyleşmeleri, yan yana oturmaları sakıncalı bulunmuş ve bütün bunlar “ihtilat” (karışım) terimi içinde ifade edilmiştir.

Çalışan kadın iş gereği,işin zaruri kıldığı ölçüler içinde erkeklerle beraber ve yan yana olabilirler. Ancak,bu beraberlik zaruret sınırını aşmamalı ve ihtilat ( karışım ) çerçevesine girmemelidir. İş yerlerinde amirler bu ölçüye özen göstermeli, Müslüman (dindar ) kadınları gereksiz ihtilata zorlamamalı, bunun için baskı yapmamalı, iş arkadaşları da kadınlara anlayış göstermelidirler.

Şehirler arası seyahatlerde kadınlarımızın yanına yabancı erkeklerin oturtulmaması, ikinci bir kadın bulunamadığı zaman koltuğun maddi fedakarlık yapılarak boş bırakılması takdire şayan bir davranıştır. Bu titizliğin devlet dairelerinde ve iş yerlerinde de gösterilmesini beklemek Müslüman (inandığını yaşamak isteyen) kadınların hakkıdır.” (Hayreddin Karaman Kadın ve Aile, s, 98)

Evet, İslam’ın aile anlayışındaki ölçü aşağı yukarı böyledir:

Bey evin dış işlerini ve ihtiyaçlarını karşılamalı, hanım da iç işlerini ve hizmetlerini görmelidir.

Aralarında yardımlaşma her zaman mümkündür. Ancak hanım dış işte çalışma zaruretini duyarsa, bunun şartlarını beyiyle konuşup birlikte karar vermeli, çalışma mekan ve şartları müsait değilse bunda ısrarcı olmamalı, ailenin mutluluğunu en başta tutmalıdır

“Erkek, kadın, inanmış olarak kim iyi iş işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız”.. (Nahl Suresi, 97)

“Ben sizden erkek ya da kadın olsun çalışan hiç kimsenin amelini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz”. (Al-i İmran Suresi, 95)

Selam ve dua ile...

Anahtar Kelimeler
Erkegin kadin üzerindeki haklari nelerdir ? Kadinin Temel Görevi

8 Ocak 2008 Salı

Kafire veya zalime sövmek caiz midir ?

Soru

Küfretmek caiz midir.hangi durumlarda yapılabilir ?kavga esnasında küfretmenin hükmü nedir? Amerikaya Busha küfretmek mesela veya şöyle sorayım.Kafir ve zalim olduğunu düşündüğümüz zarar veren birine küfretmenin hükmü nedir

AYISIGI BLOG
08-Ocak-2008 [- ALINTI -]
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İslam dini her türlü kötülük ve incitmeye karşıdır. çünkü, İslam insanı insan etmeye gayret ediyor. Hakiki insaniyet mertebesine ulaştırır. Bu nedenle İslam, İnsanı her türlü kemalat ve güzelliğe ulaştıracak emirleri verdiği gibi, her türlü rezillikten ve çirkinlikten uzaklaştıracak fiilleri de yasaklamıştır.

Bu külli kaidelerden hareketle diyebiliriz ki, küfür ve sövme dediğimiz karşıdaki insanları rencide ve rahatsız eden her türlü fiil günahtır ve haramdır. Çünkü müslümanları rencide etmek haramdır ve insanı günahkar eder. Hatta kafir bile masum ve hatasız olsa, onu rahatsız etmek İslam dininde yasaktır. Çünkü, Peygamberimiz ( a.s.m) “kim bir zımmiye eziyet etse, şüphesiz ben onun hasmıyım – düşmanıyım- diye buyurmuştur.

Hangi durumda olursa olsun sövmek caiz değildir. İster kafire ister zalime farketmez sövmek çirkin bir hareket olup mü'mine yakışmaz.
Selam ve dua ile...
Anahtar Kelimeler
Dinimizde küfretmek ? Dinimizde Küfür...

AYISIGI BLOG - BILGI - INFORMATION

AYISIGI BLOG ZIYARETCILERINE BILGI


SAYGIDEGER AYISIGI BLOG ZIYARETCILERI UZUN BIR SÜREDEN SONRA TEKRAR BLOGA ZAMAN AYIRMIS DURUMDAYIM. GECEN SÜRE ICINDE BLOGUMUZ BIRAZ BOS KALDI AMA INSAALLAH BUGÜNDEN ITIBAREN BIR KAC GÜN ICINDE YENI BIR BASLIK ACIP TEKRAR PAYLASIMLARIMIZA BASLAYACAGIZ. ACMAK ISTEDIGIM BASLIK BASLICA DINI VE ISLAMI KONULAR, SORU VE CEVAPLAR ARTI MAKALELER DEN OLUSACAK. ALLAHIN IZNI ILE YARARLI VE BILGILENDIRICI BIRCOK KONUYA YER VERILECEKTIR. UMARIM SIZ DEGERLI BLOG ZIYARETCILERIMIZDE BU PAYLASIMLARIMIZDAN MEMNUN KALIR VE DUALARINIZI BIZLERDEN ESIRGEMEZSINIZ.


ALLAHIN SELAMI VE BEREKETI ÜZERINIZE OLSUN.......


AYISIGI BLOG EDITÖRÜ