31 Aralık 2009 Perşembe

MUKADDESATA HÜRMET

MUKADDESATA HÜRMET
31 ARALIK 2009 PERSEMBE

Allah (c.c.) ile alâkalı olan, din yönünden pâk ve temiz bulunan, manevî kıymeti olan şeylere, mukaddesat de­nir. Allâhü Teâlâ mukaddes olduğu gibi, Allâhü Teâlâ'nın bütün isimleri de mukaddestir. Yine, Allâhü Teâlâ'nın kitapları, peygamberleri, velîleri, İslâm ibâdetleri, İslâm mabetleri de mukaddestir.

Bütün Müslümanlar, mukaddesata son derece hür­metle mükelleftir.

Biz Müslümanlar herhangi bir ibâdete veya hayırlı bir işe başlayacağımız zaman, besmele okuruz. Bir hadîs-i şerîfte; "Herhangi hayırlı bir İşe Bismillah sözü İle başlanmazsa, o İş bereketsizdir, güdüktür." buyurulmuştur. Biz Rabb'imizin mübarek isimlerini anarken "Teâlâ, Celle Celâlühû" gibi ifâdeler kullanırız.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mübarek isimlerin­den biri anılınca salât ve selâm okuruz. İmâm Ebû'l-Hasan-ı Kerhî (rahmetullahi aleyh) "Bir kişinin ömründe bir kere salavât getirmesi farz-ı ayndır." buyurdu. "Hazreti Muhammed Mustafâ sallallâhu aleyhi ve sellem," deriz. Mübarek isimlerini de "aleyhissalâtü vesselam, sallallâhu aleyhi ve sellem" diye yazar ve­ya okuruz.

Diğer peygamberlerin mübarek adlarını da "Selâm" ile anarız. "Adem aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm" deriz.

Ashâb-ı kiram hakkında, "radıyallâhü anh" deriz. Diğer âlimler için "rahmetullahi aleyh" deriz.

Evliya-i kiram için, "Kaddesallâhü Sırrahû" deriz. Bütün bunlar, İslâm âdâbındandır. Bütün bunları hayırla anmak, hepsine karşı sevgi ve saygı göstermek, hiçbi­rine dil uzatmamak gerekir. Onlar arasında geçen bazı olayları ileri sürerek, haklarında hürmete aykırı sözler söylemek hiçbir müslümana yakışmaz.

Sefa Topsakal - Korkuyorum şarkı sözü

Sefa Topsakal - Korkuyorum şarkı sözü

şarkı online dinleme icin yakinda yüklenecek

Ağlamışsın yalan söyleme
Anlamışsın sevgisiz olmazmış
Özlemişsin elinde kalem
Mısralarında özlem ve sitem..

Becerememişsin birtanem
Yazılarından anladım..
Okudum çok ” özledim ”
Bende çok, çok ağladım..

inan birtanem, inanki
nefesini hayal ettim..
Avundum düşlerimle
Seni kendime inandırdım ben..

Korkuyorum sana söylemeye
ya beni sevmiyorsan eğer..
Ya beni rededersen
işte o an bittim ben !

inan birtanem, inanki
ikimizi hayal ettim..
Avundum gülüşünle ,
Seni kendime inandırdım ben..
Sefa Topsakal - Korkuyorum - sarki sözü - sarki sözleri - şarkı sözü - şarkı sözleri - amatör şarkı sözü - mp3 - parca - dinle - online dinle -

DİLİN BAZI ÂFETLERİ

DİLİN BAZI ÂFETLERİ
31 ARALIK 2009 PERSEMBE

Sövmek, çirkin ve kötü söz konuşmak, kadınların hal­lerini, içki meclislerini ve fısk (günah) mahallerini anlat­mak gibi boş işlere ve günahlara dalmak dilin âfetlerindendir. "Ve biz bâtıla dalanlar ile beraber dalan kim­seler olmuştuk, dediler." (Müddessir Sûresi, âyet 45) mealindeki âyet-i kerîme bu mânaya işaret etmektedir.

Resûlullâh (s.a.v.) "Fahiş (çirkin, kötü, edebe aykırı) sözden ve onları söylemekten sakınınız. Zîrâ Allâhü Teâlâ fahiş sözleri ve onları söylemeyi sevmez." bu­yurmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte "Bezâ (fahiş sözler) ve beyân (açıklanması caiz olmayan şeyleri açıklamak) nifak şûbelerindendir." buyurulmuştur.

Husûmet kötü huylardandır. Husûmet, mal veya hak almak için bir kimseye düşmanlık yapmaktır. Hz. Âişe (r.anhâ)'nın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır: "Allah katında en sevilmeyen kim­seler, şiddetli düşmanlık yapanlardır." Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyurulur: "Kim bilgisizce bir husûmet içinde mücâde­le ederse, ölünceye kadar Allah'ın gazabında olur."

Tekellüf yâni kendini zorlayarak yapmacık konuşmak da bunlardandır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Ben ve ümmetimin muttakîleri tekellüften berîyizdir." buyur­dular.

Sırrı ifşa etmekte arkadaşlarına eziyet ve onları kü­çümsemek vardır. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Aranızdaki konuşma, emânettir."

Mücâdele (münâkaşa) yasaklanmıştır. Hadîs-i Şerîf'de "Kardeşinle münâkaşa etme ve ona (çok) şaka yap­ma, ona yerine getiremeyeceğin vaatte bulunma." Diğer bir hadîs-i şerîfte, "Kim haklı olduğu hâlde mü­nâkaşayı terk ederse cennetin en yüksek yerinde onun için bir ev yapılır; haksız olduğu halde münâ­kaşayı terk eden için de cennetin kenarında bir ev yapılır." buyurulmuştur.

ALLÂME İBN-İ CERÎR ET-TABERÎ (RH)

ALLÂME İBN-İ CERÎR ET-TABERÎ (RH)
31 ARALIK 2009 PERSEMBE

Ehl-i sünnetin imamlarından büyük müfessir, muhaddis, fakîh, tarihçi, edîb Ebû Cafer Muhammed bin Cerîr et-Taberî hicrî 224'te Taberistan'ın Amil şehrinde doğmuş, 310'da Bağdâd'da vefat etmiştir. Kûfe, Basra, Rey, Suriye ve Mısır'a giderek asrının büyük âlimlerinden tefsir, hadis, lügat, sarf ve nahiv öğrendi ve ilmiyle âlemde tek oldu. Şafii mezhebi üzere Bağdâd'da on sene fetvâ verdi. Sonra kendi mezhebi ile amel etmiş, ancak mezhebinin mensûbu kalmamıştır.

İmam Ebû Bekr el-Hatîb: "Ebû Ca'fer Taberî, sözüyle amel edilen âlim imamlardan idi. Kur'ân-ı Kerîm'in hafızı olup bütün kırâet vecihlerine ve mânâlarına son derece vâkıf idi. Kur'ân'ın hükümlerinde derin ilim sahibiydi. Sünnetleri, sün­netlerin ve hadîslerin intikal yollarını, sahihini ve sahîh olma­yanını, nâsih ve mensûhunu gayet iyi bilmekte idi. Ayrıca sa­habe ve tabiînin sözleriyle onlardan sonra gelenlerin ictihâd ve hükümlerini de gayet iyi biliyordu. O, İslâmın hükümlerin­den helâl ve haramları iyi bildiği gibi bildikleriyle amel de et­mişti. Geçmiş milletlerin haberlerine son derece vâkıf idi. "Târîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk" adlı meşhur târihi yazmıştır. Ayrıca bir benzeri daha telif edilememiş bulunan "Tefsîru't-Tabert" ismi ile bilinen Câmiu'l-Beyân fî tefsîri'l-Kur'ân tefsirini de yaz­mış, fıkıh usûlü ve furûuna dâir eserler telif etmiş, âlimlerin sözlerini ve onlara dâir birçok malûmatı kaydetmiştir.

Bu büyük âlimin ilimdeki derinliği ve kendisindeki gayret ve himmete bakmalı ki talebelerine hitâben "Size bir tefsir ve bir târih yazacak olsam hoşunuza gider mi?" diye sorar. Onlar eserin kaç varak (yaprak) olacağını sorarlar. Otuz biner va­rak (altmışar bin sayfa) olacağını haber alınca, böyle mufas­sal eserleri okumaya ömürlerinin kifayet edemeyeceğini söy­lerler. Bunun üzerine yalnız üçer bin varaklık bir tefsir ve târih yazarlar ve "himmetler ölmüş" diye eseflenirlerdi.

30 Aralık 2009 Çarşamba

RÜŞVET NEDIR ?

RÜŞVET NEDIR ?
30 ARALIK 2009 CARSAMBA

Rüşvet; iş gördürmek, kazanç sağlamak, haksızı haklı göstermek gibi maksatlarla bir yetkiliye mal ya da para vererek menfaat temin etmektir.

Peygamberimiz rüşvet vermeyi, almayı ve rüşvet'e aracı olmayı kesin olarak yasaklamış; rüşvetle iş gördürenlerin ahirette ağır cezaya uğratılacaklarını bildirmiş : "Rüşveti alan da veren de cehennemdedir." buyurmuştur. (Ebû Davûd, "Akdiye",4).

Bir ayette de: "Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin..." (Bakara, 2/88) buyrularak rüşvetle kazanç elde edilmesi ya da menfaat temini yasaklanmıştır.

Rüşvet hem kişiler, hem de toplumlar için çok kötü neticelere sebep olan bir illettir. En başta haksızı haklı, haklıyı haksız yaparak adaletin tecellisine engeldir. Halbuki toplumları ayakta tutan ve birbirlerine güvenmelerini sağlayan en önemli unsurlardan biri adalettir.

29 Aralık 2009 Salı

EHL-İ KÜFRE BENZEMEKTEN SAKINMAK

EHL-İ KÜFRE BENZEMEKTEN SAKINMAK
29 ARALIK 2009 SALI

İbn-i Ömer (r.a.) ehl-i küfre benzemek hakkında Pey­gamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir kimse müşriklerin arzına ev binâ edip, onların bayramlarına katılmak sûretiyle onlara benzerse, o kimse kıyâmet günü onlarla beraber haşrolunur." (Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ)

İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Haz­retleri buyuruyorlar ki;

"İki dîni tasdik eden dahi şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşeb­büs eden dahi müşriktir. Hâlbuki küfürden teberrî etmek (uzaklaşmak) İslâm'ın şartıdır. Şirk şaibesin­den sakınmak tevhiddir..."

Hindûların büyük bildikleri günlere tâzîm, Yahûdi­lerce bilinen âdetlere uymak, küfrü îcâp ettirir. Nite­kim ehl-i İslâm'ın câhilleri, bilhassa kadınlar, küffârın belli günlerindeki küfür merâsimini icrâ etmektedir­ler. Bunları, kendileri için de bayram kabul edip, kız­larının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar... Böylelikle o merasime tam mânâsı ile îtinâ ve îtibâr ederler." İslâmda bunların hepsi şirk ve kü­fürdür. (Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, 3/41)

Yine Mektûbât-ı Şerîfe'nin 1. cildinin 266. mektubunda şöyle buyuruyorlar:

"Bir defasında, bir hastanın ziyaretine gitmiştim. Ölümü yaklaşmıştı. Hâline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki kalbi şiddetli zulmet içinde. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh ettiysem de kalk­madı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmet­ler, kendisinde saklı duran küfür sıfatındandır. Bu sıkıntıların menşei dahi küfür ehli ile dost geçinip dur­masıdır. Bana ma'lûm oldu ki bu zulmetlerin defi için teveccüh yerinde bir iş değildir. Zîrâ onun bu zulmetlerden temizlenmesi, küfrün cezası olan cehennem azabına bağlıdır. Ve bana malum oldu ki, onda îmân­dan bir zerre miktarı mevcuttur ve bunun bereketiyle cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacaktır.

28 Aralık 2009 Pazartesi

MÜŞTERİYİ ALDATMAMAK

MÜŞTERİYİ ALDATMAMAK
28 ARALIK 2009 PAZARTESI

Ticaret, toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurlarından biridir. "Rızkın onda dokuzu ticarettedir." (Münavi, "Feyzu'l- Kadir", III/244) diyen Peygamberimiz ticareti teşvik etmişlerdir. Dürüst tüccarların cennette peygamberlerle beraber olacağını müjdelemiş (Tirmizî,"Büyu", 4), müşteriyi aldatmayı ise ağır bir şekilde kınamıştır. Pazarı dolaşırken, tahıl satan birisinin yanına gelip, elini buğday yığınına daldırmış, altının ıslak olduğunu görünce; sebenini sormuş, "Yağmur yağmıştı, ondan dolayı ıslandı" şeklinde cevap veren satıcıya; "Niçin ıslak tarafı insanların görebilmesi için üste getirmedin ?" diye sorduktan sonra; "Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, "İman", 164) diye ikazda bulunmuştur.

Kişisel ve toplumsal ilişkilerde ticari ve mesleki faaliyetlerde, alış veriş ve kamu görevlerinde güven ve dürüstlük mutlaka gözetilmesi greken bir erdemdir. Müslüman hile ve haksızlıktan özellikle uzak durmalıdır ki, boğazından geçen lokma helâl olsun. Böylece kendisinde ve toplum hayatında güven ve huzur yerleşmiş olur.

"Mü'min", Allah'a inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamına da gelmektedir. Bu itibarla, Müslüman tacir güvenilir olmalı, müşterisini asla aldatmamalıdır.

İSMAİL VE İSHÂK ALEYHİSSELÂM

İSMAİL VE İSHÂK ALEYHİSSELÂM
28 ARALIK 2009 PAZARTESI

Hz. İbrâhîm (a.s.)'ın hanımı Sâre'nin hiç çocuğu ol­mamıştı. Hz. Sâre bundan dolayı Hâcer adındaki cari­yesini kocasına bağışladı. Ondan Hz. İsmail Aleyhisselâm doğdu.

Bu sefer Sâre çok üzülüp kederlendi. Cenâb-ı Hakk da ona merhamet ve inayet etti. İhtiyarlık çağında, Hz. Ishâk Aleyhisselâmı dünyaya getirdi. . Sonra da Hâcer ile oğlu İsmail'i kıskandı ve kocası İbrahim Aleyhisselâm'a "Bu diyardan ırak olsunlar!" diye ayak diredi. İbrahim Aleyhisselâm çaresiz kaldı. Bunun üzerine Hâcer ile İsmail'i aldı; Mekke'ye götürüp orada bıraktı. Cürhüm kabileleri o vakit Mekke civarındaydılar. Hz. İsmail (a.s.) onlarla yakınlık kurdu ve onlardan kız aldı. On iki çocuğu oldu. Bu münâsebetle Cürhüm kabi­lelerinden bâzıları gelip Mekke'ye yerleşmişlerdir.

Ondan sonra Cenâb-ı Hakk'ın emriyle Hz. İbrahim (a.s.), Mekke'ye gitti ve Hz. İsmail (a.s.) ile birlikte Ka'be-i Şerifi yeniden bina etiler.

İsmail Aleyhisselâm, Yemen kabilelerine ve Amâlika'ya peygamber gönderildi. O vakit Amâlika kabileleri Arap yarımadasının Şam tarafında otururlardı.

Sonra Hz. İsmail'in oğulları ve torunları çoğaldı ve et­rafa yayıldı. Nereye vardılarsa galip oldular ve Amâlika'yı o topraklardan sürüp çıkardılar.

Hz. İbrahim (a.s.) vefat edince yerine Hz. İshâk Aley­hisselâm geçti. Onun iki oğlu oldu. Bunların biri Ays, di­ğeri Ya'kûb idi.

Ays amcası İsmail Aleyhisselâm'ın kızı ile evlendi ve ondan çok çocuğu oldu. Onlar da çoğaldılar ve Dimeşk (Şam) tarafına sahip oldular.

Hz. Ya'kûb (a.s.) ise babası Hz. İshâk Aleyhisse­lâm'ın vefatından sonra peygamber oldu. Atasının yur­du olan Ken'an ilinde kaldı. Onun da o diyarda çocuk ve torunları çoğaldı.

Hz. Ya'kûb Aleyhisselâm'ın lakabı İsrail idi. Onun için oğullarına ve torunlarına Benî İsrail (İsrail oğulları) denir.

27 Aralık 2009 Pazar

İLİM ÖĞRENMENİN FAZİLETİ

İLİM ÖĞRENMENİN FAZİLETİ

Bir adam Medine'den Dımaşk(Şam)da bulunan Ebu'd-Derdâ'ya (r.a.) geldi. Ebu'd-Derdâ Hazretleri, 'Seni buraya getiren sebep nedir?' diye sordu. Senin Resûlullâh'tan rivayet ettiğini duyduğum bir hadîs-i şeriftir, diye cevap verdi. Ebu'd-Derdâ (r.a.), 'Yani sen bir ihtiyaç için gelmedin mi?' diye tekrar sorunca, hayır, dedi. Peki ticâret için mi geldin? diye sorunca, hayır, ben sâdece bu hadîsi öğrenmek için geldim dedi. Ebu'd-Derdâ (r.a.) dedi ki: Ben Resûlullâh'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim;

"Kim (Allah rızâsı için) ilim öğrenmek üzere bir yola girerse, Hz. Allah ona, cennete götürecek bir yolu kolaylaştırır. Melekler, ilim tahsil eden İçin, -memnu­niyetleri ve tevâzûları sebebiyle- kanatlarını yere se­rerler. Göklerde ve yerde olan her şey, hattâ sudaki balıklar bile, âlim İçin istiğfar eder. Alimin, İbâdet eden câhile karşı fazileti, dolunayın yıldız karşısın­daki fazîleti gibidir. (Kâmil) Alimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar (altın) ne de dir­hem (gümüş) bırakmışlardır, onlar mîrâs olarak sa­dece İlim bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir."

Bir adam Şam'dan Medîne-i Münevvere'ye gelip, Hz. Ömer (r.a.)'ın huzuruna çıktı. Hz. Ömer, 'neden geldin' diye sorunca, o adam teşehhüdü öğrenmek için geldim, diye cevap verdi. Hz. Ömer, sakalı ıslanıncaya kadar ağladı ve sonra şöyle dedi: Vallahi, Allâhü Teâlâ'nın sana ebediyen azab etmemesini ümid ediyorum.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Gecenin Fazîleti

Gecenin Fazîleti
26 ARALIK 2009 CUMARTESI

Gecenin Fazileti


Mühim hâdiseler ekseriyetle gece meydana gelmistir:

Resûlullâh Efendimiz'e (s.a.v) bes vakit namaz farz kilinmadan evvel "Geceleyin kalk, birazi hâric." meâlindeki (Müzzemmil Sûresi, âyet 2) âyet-i celîlesi ile buyruldugu gibi gece namazi kilmak farz idi.

Isrâ ve Mi'râc gece olmustur. Allâhü Teâlâ'nin nice kavimlere envâ-i cesit ikrâmi gece olmustur.

Ibrâhîm aleyhisselâm'in kissasinda "Ne zaman ki üzerini gece kapladi..." (Enâm sûresi, âyet 76) buyuruldu.

Lût aleyhisselâm'a "...Sen hemen ehlinle geceden bir kisminda yürü..." (Hûd sûresi, âyet 81)

Hz. Mûsa'ya "Biz bir de Mûsa'ya otuz geceye va'd verdik..." (Â'raf Sûresi, âyet 142) buyuruldu. Allâhü Teâlâ onu ve kavmini Firavun'dan gece kurtardi ve Hz. Mûsâ'ya "... Hemen geceleyin kullarim ile yürüyüver..." (Duhân Sûresi, âyet 23) buyurdu.

Ya'kub aleyhisselâm'in duâsi gece kabul oldu. Âyet-i celîlede "Sizin icin Rabbime sonra istiğfar edeceğim, dedi." (Yûsuf Sûresi, âyet 98) buyuruldu. Ya'kub aleyhisselâm cuma gecesinin seher vaktinde duâ etti.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) sakk-i kamer (ayin yarilmasi) mu'cizesi, cinlere Islamin'in teblîgi ve cinlerin îmâni gece olmustur.

Allâhü Teâlâ geceyi gündüzden önce yaratmistir. Bütün gecelerde icâbet (duânin kabûl) saati vardir. Gündüzde icâbet saati sâdece cuma ve arefe gündüzlerinde vardir.

Gecelerde, gün ve gecesiyle bin aydan hayirli bir gece; Kadir gecesi vardir. Gündüzlerde bu kadar fazîletli gün yoktur.

Kalp ve zihin dünyâ düsüncesinden kurtuldugundan gecelerin kazanci daha tatli ve onda ibâdet daha lezzetlidir.

ÂŞÛRÂ GÜNÜ NELER YAPILIR ?

ÂŞÛRÂ GÜNÜ NELER YAPILIR ?
26 ARALIK 2009 CUMARTESI


O gün, eve ufak-tefek erzak alınırsa, bir sene boyun­ca evde bereket olur.

En az on müslümana birer selâm veya bir müslümana on defa selâm verilir.

Fakir fukara sevindirilir.

O gün gusledenler, bir sene ufak-tefek hastalık gör­mezler.

10 defa şu duâ okunur: "Sübhânallâhi mil'el-mîzân. Ve müntehe'l-ılmi ve mebleğa'r-rizâ ve zinete'l-arş."

Âşûrâ gününe mahsus olmak üzere kuşluk vaktinde 2 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte 1 Fatiha, 50 Ihlâs-ı Şerîf okunur.

Namazdan sonra da 100 defa şu salevât-ı şerîfe okunur: "Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve Âdeme ve Nûhın ve İbrâhîme ve Mûsâ ve Isâ vemâ beynehüm mine'n-nebiyyîne ve'l-mürselîn. Salevâtü'llâhi ve selâmühû aleyhim ecmaîn."

Öğle ile ikindi arasında 4 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte 1 Fatiha, 50 İhlâs-ı Şerîf okunur. Namazdan sonra:

70 istiğfâr-ı şerîf,
70 salevât-ı şerîfe,
70 defa da "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyil-azîm" denilir. Sonra da; ümmet-i Muhammed'in hidâyeti ve halâsı, kurtuluşu için duâ edilir.
(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

SEYYİDÜ'L İSTİĞFAR

SEYYİDÜ'L İSTİĞFAR

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

"Seyyidü'l-istiğfar, kulun 'Allâhümme ente rabbî, lâ ila­he illâ ente, halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va'dike me'steta'tü e'ûzü bike min şerri mâ sana'tü, ebûü leke bi ni'metike aleyye ve ebûü bizenbî, fağfirlî, zûnübî feinneke lâ yağfiru'z-zünûbe illâ ente' demesidir.

Kim gündüz, inanarak bunu okur ve akşam olmadan o gün içerisinde ölürse o kimse cennet ehlindendir. Kim de geceleyin, inanarak bunu okur ve sabah olmadan ölürse, o kimse de cennet ehlindendir."
(Sahîh-i Buhârî)

25 Aralık 2009 Cuma

İyilikte yarışmak

İyilikte yarışmak
25 ARALIK 2009 CUMA / Cuma'ya özel

Aziz ve muhterem Müslümanlar!

Dinimiz hayır ve hasenat dinidir. Hayırlı insan iyilik yapan, başkalara faydalı olan insandır. Hayrı da, şerri de işleyebilecek kabiliyette yaratılan insani Rabbimiz daima iyiliğe ve hayra teşvik etmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de yüzden fazla âyette "hayır" kelimesi zikredilir. Hayrın zıddı şerdir, kötülüktür. İnsanın nefisi, şer ve tahrip cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır. Bir evi bir günde yıkar, 100 günde yapamaz.

Eğer insan benliği bırakıp nefse itimattan vazgeçse, Kur'ân'ı dinlese, hayra yönelse, o şer kabiliyeti de hayra inkılâp eder. Çok hayırlara vesile olabilir. Ömrünün saniyeleri seneler hükmüne geçer.

Hayri ve şerri yaratan Allah'tır. Hayırlar ve iyilikler tamamen Allah'tandır. İnsan hayırlara mazhar olunca yalnız duâ ile, îman ile, şuur İle, rızâ ile onlara sahip olabilir. Yâni insan bir hayra muvaffak olunca haddini bilmelidir. "İyiliği Allah'tan, fenalığı nefsinden bil!" İlahî ikazı unutmamalıdır.

Allah kullarına iyiliği emreder, hayırlı işler yapmalarını ister. Kul en zararlı düşmanı olan nefsine uyup şerli işler yapınca dünya ve âhirette cezaya müstahak olur.

Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de iyilikte yarişan mü'min kullarının güzel sıfatlarını şöyle beyan ediyor:

"Rablerine olan saygıdan dolayı kötülükten sakınanlar, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar ve Rablerine dönecekleri için yapmakta olduktan işleri kalpleri çarparak yapanlar, işte onlar iyiliklere koşuşurlar. Ve iyilik için yarişırlar."

Samimî olarak Allah rızası için hayırlı işlerde yarış yapan mü'minlerin manevî kâr ve kazançları, âhirette onlara verilecek mükâfat müjdesi Kur'ân'dadır:

"Onlardan kimi de Allah 'in izniyle hayırlarda öne geçmek için yarişır. İşte büyük fazilet budur. İçine girecekleri adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir." (Fâür, 33)

Aziz kardeşlerim!

Allah'ın emrine uyup iyilik yapalım ki, Cenâb-ı Hak günahlarımızı bağışlasın! Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de, "Kim Allah'a îman etmiş ve amel-i sâlih işlemişse Allah onun kötülüklerini örter. İçinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Büyük kurtuluş işte budur. Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir."

Âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşılıyor ki, iyilik iyilik getirir, fenalık fenalık getirir. Zerre kadar hayır işleyen karşılığını bulur, kötülük işleyen de cezasını görür.

Nefis ve malını Allah'a satan, O'nun yolunda feda eden mü'minlere cennet ve saâdet-i ebediyye va'd edilmiştir. Va'deden Allah'tır. O her şeye Kâdir'dir. Elbette va'dini yerine getirecektir.

Allah iyilik yapan kulunu sever. Hayır işlemek mü'mini kalben huzura kavuşturur.

İyiliği gören kimsede iyilik yapana karşı sevgi duygulari gelişir. Birbirini seven, hürmet ve şefkat hisleriyle görüp gözeten insanlardan meydana gelen bir toplum maddeten ve manen kuvvetli ve huzurlu olur. Kötülük yapan, başkalara zararlı olan kimse, vicdanen huzursuzdur, azap içindedir.

Zarara uğrayan kişide nefret, kin ve adavet doğar. Böyle fertlerden teşekkül eden cemiyette sevgi nuru söner, itimatsızlık ve tefrika başlar. Bu da cehenneme giden nefis ve şeytanın, azıp sapanların yoludur.

Hayat ve saadet dini olan İslâmiyet bizi tarîk-i müstakime, sırât-ı müstakime, câdde-i kübraya davet ediyor. Kur'ân'ı dinleyelim, o nurla nurlanalım, hükmüyle ve hidayetiyle amel edelim, ona yapışalım! Her derde bir deva, her illete bir şifa Kur'ân'da vardır.

Kur'ân-ı Azîmüşşan bizlere emrediyor: "İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın. Günah işlemek ve aşıri gitmekte yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, Allah'ın cezası şiddetlidir."

Aziz mü'minler!

Bütün iyiliklerin menbaı, îman ve ubudiyettir.. Güzel işler, hayır ve hasenatlar, sevgi ve saygı gibi güzel huylar hep îmanın meyvesidir. Herşeyden önce sarsılmaz bir îmana sahip olmak lâzımdır. Zira bütün kötülüklerin menbaı da imansızlık ve dalâlettir.

Allah (c.c.) merhametiyle kullarının yaptıkları iyiliklerin içine peşin bir mükâfat, kötülüklerin içine de peşin bir ceza koymuştur. İyilikte manevî bir lezzet, kötülükte manevî bir ceza ve vicdan azabı vardır. İyilik edelim, huzur bulalım!

"İnsanların en hayırlısı, onlara hayırlı olandır. Dünya âhiretin tarlasıdır!" buyuran sevgili Peygamberimiz'in (sav) şu hadîs-i şerifini dikkatle tefekkür edelim:

"Herşeyi unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, aklı ve bedeni bozan hastalık, saçma sapan söyleten ihtiyarlık, ansızın gelen ölüm, korkulan gaiplerin en fenası olan deccal belâsı, daha büyük ve acı olan kıyamet... İşte bu 7 şey gelmeden hayırlı ve iyi işler yapmakta acele ediniz!"

Mü'min kardeşlerim!

Vaktiyle malı mülkü çok sevdiği söylenen bir zat birgün hayırlı hizmetler yapan bir vakıf müdürüne gitmiş. Bir kısım servet ve gayrımenkullerini vakfetmek istediğini anlatmış.

Kendisini tanıyanlar sormuşlar: "Sen malı mülkü çok seven zat değil misin?"

"Evet, malı mülkü çok severim!" demiş. "Sen bunları nasıl vakfediyorsun, nasıl vazgeçiyorsun?" gibi hayretli suallere şöyle cevap vermiş:

"Dedikleriniz doğrudur. Ben malı mülkü çok severim, sevdiğim için de onların dünyada kalmasına razı olmuyor, benimle âhirete gitmesini İstiyorum. Fânî olmayıp bâkîleşmesi için âhiretime yatırım yapmak istiyorum. Malımı Allah'a satıyorum. Vakfedişimin sebebi budur."

Bu akıllı Müslüman şu hadisi güzelce anladığı için böyle yapmıştır. Efendimiz (sav) buyuruyor:

"İnsanın 3 kısım dostu vardır: 1- Malı mülkü... Nefesi kesilince mirasçılara kalır. 2- Evlâd u iyali, hısım akrabası... Bunlar da mezar kapısından geri dönerler. 3- Yaptığı hayırlar, hasenatlar, hizmetler... Bunlar mahşere kadar gider, terazinin sevap tarafında hazır bulunurlar."

Evet, "Ne verirsen elinle, o gelir seninle!"

Yapılan yardımların Allah rızası için yapılması şarttır. Gösteriş ve şöhret için yapılanların Allah yanında hiçbir kıymeti yoktur. Yardım yalnız malla olmaz. İlim, fikir, duâ, güç, mal, para gibi servetlerden yapılır.

Herkes sahip olduğu servetinden yardım yapar. İsrafta hayır olmadığı gibi hayırda da israf yoktur. Yardımın makbulü, kendi malından yapılandır. Ali'den alıp Veli'ye vermek gerçek yardım sayılmaz. Anahtar Kelimeler: iyilikte yarismak - iyilik icin yarismak - iyilik yapmak -

"Ey insan! Düşün! Sen alâ küll-i hal öleceksin! Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fânî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!"

ÂŞÛRÂ GÜNÜ MEYDANA GELMİŞ VE GELECEK BÂZI MÜHİM HÂDİSELER

ÂŞÛRÂ GÜNÜ MEYDANA GELMİŞ VE GELECEK BÂZI MÜHİM HÂDİSELER


Muharrem ayı'nın onuncu günü Âşûrâ günüdür. Âşûrâ gününde çok büyük ve mühim hâdiseler meydana gel­miştir. Fakîh Ebülleys Hazretleri'nin Tenbîhü'l-Gâfilîn ki­tabında rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Âşûrâ günü mey­dana gelen hâdiselerden bâzıları şunlardır:

1. Göklerin ve yerin yaratılması,

2. Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabul edilmesi,

3. Nûh aleyhisselâmın gemisinin karaya oturması,

4. Mûsâ aleyhisselâmın, Firavun'un şerrinden kurtul­ması ve Firavun'un helak olması,

5. İbrahim Aleyhisselâmın dünyâya gelmesi ve ateşten kurtulması,

6. Eyyûb aleyhisselâmın hastalıktan şifâ bulması,

7. Yûnus aleyhisselâmın balığın karnından kurtulması,

8. Süleyman aleyhisselâma saltanat verilmesi,

9. Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehîd edilmesi.

10. Kıyametin kopması da Âşûrâ günü olacaktır.

24 Aralık 2009 Perşembe

MUHARREMİN 9. VE 10. GECELERİ

MUHARREMİN 9. VE 10. GECELERİ

Muharremin 9'uncu ve 10'uncu geceleri birer tesbih namazı kılmalıdır. Yine 9'uncu ve 10'uncu geceleri teheccüd vaktinde Allah rızâsı için 4 rek'at namaz kılınır. Her rek'atte Fâtiha-i şerîfe'den sonra 50'şer İhlâs-ı şerîf okunur.

Bu günlerde hatm-i enbiyâ'ya devam etmelidir. Bilhassa 9'uncu günü akşamı, (yâni 10'uncu gecesi) hatm-i enbiyâ yapılması çok faziletlidir.

Muharrem ayı içerisinde mümkün olduğu kadar çok istiğfar etmelidir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

Muharrem ayı'nın onuncu (Âşûrâ) günü; önceki bir gün yahut sonraki bir gün ile birlikte oruç tutmak sünnettir. Yal­nız Âşûrâ günü oruç tutmak tenzîhen mekruhtur. Hadîs-i şerîfte, "Âşûrâ orucunu tutunuz ve ona dokuzuncu ya­hut on birinci günü ilâve ederek Yahudilere muhalefet ediniz, onlara benzemeyiniz" buyurulmuştur.

DARGIN OLANLARI BARIŞTIRMAK

DARGIN OLANLARI BARIŞTIRMAK

Bir kimse ile üç günden fazla küs kalmamalı ve dar­gın olan müslümanları da barıştırmalıdır.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Size (nafile) oruç tutmaktan, namaz kılmaktan, sadaka vermekten daha faziletli bir şeyi haber vereyim mi?" Ashâb, 'Evet, yâ Resûlallâh,' dedi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Dar­gın olan iki müslümanı barıştırmak ve müslümanların ayıplarını gizlemektir."

22 Aralık 2009 Salı

HELÂLE RİÂYET ETMEK

HELÂLE RİÂYET ETMEK

Hâce Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri helâle riâyet etmek hususunda çok itinâ gösterirler ve şüphelilerden de son derece kaçınırlardı. Husûsiyle sohbet meclislerinde: "İbâdet on cüzdür. Bunun do­kuzu helâl talebinde olmak, bir cüz'ü ise diğer amel­lerdir." mealindeki hadîs-i şerîfi okurlar ve amel edilme­sini emir ve işaret buyururlar idi.

Hâce Nakşibend Hazretleri'nin yedikleri kendi zirâatlerinden olup, her sene bir mikdar arpa ve bir mikdâr böğrülce ekerlerdi. Onun dahi tohumu, tarlası, suyu ve kullanılan öküzleri hususunda tamamıyla ihtiyatlı idiler. Sohbet-i şerîflerine bir çok âlim gelip teberrüken yemek­lerini yerlerdi.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri çoğu vakit yemek pişirilme­sinde ve sofra hizmetinde bizzat gayret gösterirler idi ve yemek yenirken kalb huzuru için dervîşlere tavsiye buyu­rarak ve bu hususta mübalağa ederler idi. Dervişlerden biri bir lokmayı gaflet ile yese hemen onu şefkat ve terbiye yoluyla ikâz ederdi. Ve eğer bir yemek, öfke ile ve nefse zor ve çirkin gelerek pişirilmiş ise onu ye­mezler ve dervişlerden dahi bir ferde yedirmezlerdi.

Hâce Nakşibend Hazretleri bir kere Gadyut denilen mahalle gittiler. Bir derviş önlerine yemek getirdi. Buyur­dular ki bu yemeği bize yemek lâyık değildir. Şu se­bepten ki öfke ile pişirilmiştir. Ununu kalburdan geçiren ve yoğurup pişiren öfkeli idi.

Eğer bir kevgiri öfke ve gazap ile bir çömleğe soksalar o yemeği de yemezler ve şöyle buyururlar idi:

"Öfke, gaflet nefse zor ve çirkin gelerek yapılan işte hayır ve bereket yoktur, nefsin hevâsı ve şeytân ona yol bulmuştur."

"Sâlih ameller ve güzel fiiller ancak helâl lokma ile işlenebilir. O da gaflet ile yenmemeli, bilakis kalb huzuru ve uyanıklık ile yenilmelidir. Bu hâl bütün vakitlerde vukuf ve uyanıklık üzere bulunmaya vesîle olarak namazda dahi kalb huzurunu tahsîl etme­ye sebep olur."

RESÛLULLÂH'IN (S.A.V.) TERBİYESİ

RESÛLULLÂH'IN (S.A.V.) TERBİYESİ

Bir genç Resûlullâh Efendimiz'e (s.a.v.) gelerek:

"Yâ Resûlallâh, zina etmek için bana müsâade eder misin?" dedi. Ashâb "Bu ne edebsiz bir sözdür" diye bağrıştılar. Resûlullâh (s.a.v.);

"Delikanlıyı bırakın, yanıma gelsin" buyurdu. Genç de Resûlullâha yaklaştı.

Resûlullâh (s.a.v.): "Anan ile başkasının zina etmesini ister misin?" bu­yurdu.

Genç: "Canım sana feda olsun, istemem, yâ Resûlallâh!" dedi. Resûlullâh; "Aynı senin gibi hiç kimse bir kimsenin anası ile zina etmesini istemez." buyurdu.

Sonra; "Kızınla zina yapılmasını ister misin?" buyurdu.

Genç: "Canım sana feda olsun, istemem yâ Resûlallâh" dedi.

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.); "İnsanlar da senin gibi, kızları ile zina yapılmasını iste­mezler." buyurdu.

Sonra: "Kız kardeşin için bunu ister misin?" buyurdu.

Genç; "Canım sana feda olsun, istemem yâ Resûlallâh" dedi. Hala ve teyzelerini de saydı, hepsi için genç aynı cevâbı verdi. Resûlullâh da aynı cevâbı tekrarladı. Sonra, Re­sûlullâh Efendimiz (s.a.v.) mübarek elini delikanlının göğsü üzerine koydu ve:

"Allah'ım, (bunun) kalbini temizle, günâhını bağışla, iffetini koru!" diye duâ etti.

Resûlullah'ın bu mübarek duasından sonra o gencin gözünde zinadan daha kötü bir şey olmadı.

İMÂM-I ŞAFİÎ'DEN (R.H.)

İMÂM-I ŞAFİÎ'DEN (R.H.)


* Üç şey adamın içindeki cevherindendir:

- "İffetli olduğundan dolayı onu gören zengin zanne­decek sûrette fakirliğini gizlemek."

- "Onu gören, yapılana râzı zannedecek sûrette öfkesini gizlemek."

- "Onu gören, nimetler içerisinde zannedecek sûrette sı­kıntısını ve ihtiyâcını gizlemek."


* Sözü kulağıyla işiten hikayeci olur, kalbiyle ihâta eden (anlayan) uyanık olur, gafil olmaz. Fiiliyle (hâli ile) va'z eden ise hidâyet edici olur.

21 Aralık 2009 Pazartesi

İMÂM-I ŞAFİÎ'DEN (R.H.) HİKMETLER

İMÂM-I ŞAFİÎ'DEN (R.H.) HİKMETLER

Ebû Abdullah Muhammed İbn-i İdrîs (r.h.), İslâm âle-minin kendisi ile övündüğü pek büyük bir müctehiddir. Dört hak mezhebden, Şafiî mezhebinin kurucusudur. Büyük dedesi Şafiî (r.a.) gençliğinde Resulü Ekrem (s.a.v.)'in sahabesinden olmakla şereflenmiştir. Onun babası Sâib de (r.a.) Bedir gazvesinde İslâmiyet'i kabul etmiş muhterem bir sahabîdir. Annesi, Hz. Hüseyin (r.a.) Efendimiz'in torunu Abdullah'ın kızı Fâtıma'dır.

İmam Şafiî Hazretleri, hicri 150 târihinde doğmuş, 204 senesinde Mısır'da vefât etmiştir. Mübarek kabri daimî ziyâretgâhtır. (Rahmetullâhi aleyh)

İmam Şafiî buyurdular:

* Dünyâ ve âhiretin hayrı beş şeydedir:

1- Nefis zenginliği,

2- İnsanlardan ezayı gidermek,

3- Helâl kazanç,

4- Haya ve Allâh korkusu ile giyilen ve Allâh'ın izni ile maddî, manevî ayıbdan, fenalıktan, zarardan ve helak­ten koruyacak takvaya bürünmek


5- Her hâlde (her yerde ve her zaman) Allâhü Teâlâ'ya tevekkül etmek.

* Kim Allâhü Teâlâ'nın kalbini şerh edip nûrlandırmasını severse, faydasız söz söylemeyi ve günah işlemeyi terk etsin, isyandan sakınsın ve kendisi ile Rabbi ara­sında gizli bir amel hazînesi olursa Allâhü Teâlâ onu başka şeylerden alıkoyacak bir ilim verir.

* Lüzumsuz ve faydasız söz söyleme. Zîrâ söylediğin söz sana sâhib olur, artık sen ona sâhib olamazsın.

* Bütün gayretinle insanları razı etmeye çalışsan yine edemezsin. Öyle ise niyetini ve amelini ihlâslı (Allâh için) yap.

* Muhakkak gözün görmekte nasıl bir hududu varsa aklın da (idrakte anlamada) öyle bir hududu vardır.

20 Aralık 2009 Pazar

SÜKÛT ETMEK

SÜKÛT ETMEK

Dilin büyük tehlikesinden kurtulus ancak sükût iledir. Bu sebeple Resûlullah (s.a.v.) susmayi methetmis ve ona tesvik etmistir. Buyurdular ki:

* "Kim sükût ederse kazanir."

* "Sükût etmek hikmettir, fakat sükût edenler azdir."

* "Kim iki cenesi ve iki bacagi arasindakine kefil olursa ben de onun cennete girmesine kefil olurum."

Muaz bin Cebel (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)'den bir tavsiyede bulunmasini isteyince Resûlullah (s.a.v.) söyle buyurdu: "Allah'a, onu görüyormus gibi ibâdet et, nefsini ölüler arasinda say, istersen bütün bunlardan daha mühimmini haber vereyim." buyurdu ve dilini gösterdi.

19 Aralık 2009 Cumartesi

MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ'Sİ

MEVLÂNÂ VE MESNEVÎ'Sİ

Hayatini. "Hamdim, piştim, yandim" cümlesiyle özetleyen Mevlânâ'nin en önemli eseri Mesnevî'dir. Dünyanin önde gelen şair ve düşünürlerinden biri olan Mevlânâ'nin her eseri klâsiklerimiz arasindadir.

Tasavvuf edebiyatimizin başlica kaynaklari arasinda bulunan Mesnevi, ayet ve hadislerden alinan ilhamla yazilmiş hikâyeleriyle son derece kiymetli nasihatler icermektedir.

1259-61 arasinda yazilmaya başlanan Mesnevî, 1264-68 arasinda tamamlanmiştir. Düşüncelerini, birbirine eklenmiş hikâyelerle anlatan Mevlânâ, Mesnevî'yi, olgunlaşma yolunda istekli olanlari bilgilendirmek icin yazmiştir.

Dünya hayatina tapmayi, Allah'tan gafil olmak şeklinde tanimlayan Mevlânâ, tasavvuf anlayişini hayatin ve insanin gercekleri üzerine kurmuştur. "Suyun geminin icinde olmasi geminin helâkidir. Geminin altindaki suysa geminin yürümesine yardimcidir", diyerek hayat karşisinda eskimeyen bir yapi elde etmiştir.

Allah'a erişmeyi gercek şahlik sayan Mevlânâ, Allah aşkinda yok olmak suretiyle gercek varlik makamina erişilebilecegini düşüncesinin merkezine yerleştirmiştir.

Mevlânâ'nin tasavvuf anlayişinda yaratilişin, hayatin anlami aşktir. Allah'tan başkasina aşik olmak gecici bir hevestir. "Kimin aşka meyli yoksa o kanatsiz bir kuş gibidir."

18 Aralık 2009 Cuma

MEVLANA'DAN ÖZDEYIŞLER

MEVLANA'DAN ÖZDEYIŞLER

1. Bir mum, baska mumu tutusturmakla isigindan bir sey kaybetmez.

2. Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünctür.

3. Dünya tuzaktir, yemi de isteklerdir; istek tuzaklarindan kacinin.

4. Hirsi birak, kendini bos yere harcama! Su toprak altinda cirak da bir, usta da...

5. Ihtiraslilarin göz testisi dolmaz. Sedef, kanaâtkar olmadikca, inciyle dolmaz.

6. Güclük ve darlik icindeysen sabret; Sabir, gönül ferahliginin anahtaridir.

7. Kim demis ; gül, yasar dikenin himayesinde ? Dikenin itibari ancak gül sayesinde...

8. Aynan nicin yansitmiyor, biliyormusun ? Cünkü yüzünden pas temizlenmemis.

9. Dostumun isigi, önümde ve arkamda bulunmazsa önümden, arkamdan nasil haberdar olurum ben ? ...

10. Bileklerindeki zincirleri cöz, hür ol. Ne zaman kadar altinin, gümüsün esiri olacaksin.
(Mevlana)

HELÂL KAZANMAK

HELÂL KAZANMAK

"... Safî helâl şeylerden yiyin ve sâlih (iyi) amelde bulunun..." (Mü'minûn sûresi, âyet 51) âyet-i kerîmesin­de amelden önce rızkın helâlinden yemek emredilmiştir.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

* "Helâl (rızık) talebinde olmak (helâl rızık aramak) her müslümâna farzdır."

* "Çoluk çocuğu için helâlinden rızık arayan kimse, Allah yolunda cihâd eden gibidir."

* "Kim kırk gün helâlinden yerse Allâhü Teâlâ o kişinin kalbini nurlandırır ve kalbinden diline hikmet pınarlarını akıtır."

* "Sizin dindeki en hayırlı ameliniz, vera' (haramdan ve şüphelilerden sakınmak)dır."

* "Haram mal kazanan kimse, eğer onu sadaka ola­rak verse kabul olmaz. Arkasında bıraksa cehennem azığı olur."

Sa'd bin Ebî Vakkâs (r.a.), Resûlullâh'a (s.a.v.) duası­nın nasıl makbul olacağını sordu da "Yediğini temiz ve hoş olandan (helâlinden) kıl, duan makbul olur." bu­yurdular.

Mîdeye giren lokma, binanın Temeli gibidir. Temel sağlam olursa bina kuvvetli olur. Âyet-i kerîmede (meâlen) "O hâlde binasını Allah korkusu ve Allah rızâsı üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır..." (Tevbe sûresi, âyet 109) buyurulmuştur.

Sehlü't-Tüsterî (rh.) "Kul, kendisinde dört haslet (huy) bulunmadıkça îmânın hakîkatine eremez. Bunlar: Farzları sünnetleriyle beraber edâ etmek, şüphelilerden sakınmak sâdece helâlden yemek, gizli ve aşikâr haramlardan sa­kınmak ve ölüm anına kadar azmedip işlememek."

Bazı âlimler, 'İlim öğrenmek her müslümân üzerine farzdır.' hadîs-i şerîfini, 'Helâl ve haramın bilineceği ilmi öğrenmek farzdır.' diye açıklamışlardır. Her müslümânın itikâd ve ibâdetleri için bilmesi lâzım gelen hususları öğrenmek farz olduğu gibi, helâl ve haramın ne oldu­ğunu da mezhebinin âlimlerinden öğrenmesi farzdır.

17 Aralık 2009 Perşembe

YALAN, KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞIDIR

YALAN, KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞIDIR

Yalan söylemek ve yalan yere yemin etmek büyük günahlardandır.

Hz. Ebû Bekir (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)'in vefatından sonra insanlara hitâb ederek "Resûlullâh (s.a.v.) şu bulunduğum yerde ayağa kalktı ve şöyle buyurdu" dedi ve ağladıktan sonra "Yalandan sakınınız, çünkü o fücurun (kötülüğün) menbaı(kaynağı)dır. Bunların ikisi de cehennemdedir." dedi.

Yalan yere söz vermek de haramdır ve münafıklık emarelerinden biridir. Allâhü Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey îmân edenler! Sağlam akidleri yerine getiriniz..." (Mâide sûresi, âyet 1)

Resulü Ekrem (s.a.v.) de, "Va'd atiyyedir (verilmesi gerekir)." buyurmuştur.

MUHARREMİN 1'i İLE 10'u ARASINDA KILINACAK NAMAZ

MUHARREMİN 1'i İLE 10'u ARASINDA KILINACAK NAMAZ

Muharrem ayının 1'i ile 10'u arasında bir defa olmak üzere, 2 rek'atte bir selâm vererek 6 rek'at namaz kılınır. Bu namaz akşamla yatsı arasında kılınabileceği gibi, bu vakitte kılınamadığı takdirde yatsıdan sonra da kılınabilir. Namaza şöyle niyet edilir:

"Niyet eyledim Yâ Rabbi senin rızâ-yı şerîfin için namaza. Herhangi bir komşumun ve din kardeşimin veya herhangi bir kimsenin bana hakkı geçmiş ise bu hakkın ödenmesi için.", Allâhü Ekber...

1. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Âyetü'l-Kürsî, 11 İhlâs-ı Şerîf.
2. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 10 İhlâs-ı Şerîf.
3. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Elhâkümü't-tekâsür, 11 İhlâs-ı Şerif.
4. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 10 İhlâs-ı Şerîf.
5. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 3 Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, 11 İhlâs-ı Şerîf.
6. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 10 İhlâs-ı Şerîf okunur.


Namazdan sonra duâ edilir.
(Dua ve İbâdetler)

16 Aralık 2009 Çarşamba

MUHARREM AYI

MUHARREM AYI

Muharrem ayı, hicrî senenin birinci ayıdır. Bu ayın ilk gecesi, (bu akşam) akşam ile yatsı arasında Allâhü Teâlâ'nın rızâsı için iki rek'at namaz kılınır. Namaza şöyle niyet edilir: "Yâ Rabbî, bizi yetiştirmiş olduğun bu seneyi hakkımızda mübarek kılman; afv-ı ilâhine, feyz-i ilâhine mazhar kılman; dünyevî ve uhrevî saadetlere nail eylemen için." Allâhü Ekber.

Her iki rek'atte 7 Fâtiha-i Şerîfe, 7 Âyetü'l-Kürsî, 7 İhlâs-ı Şerif okunur. Namazdan sonra:

11 defa: "Lâ ilahe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemût. Biyedihi'l-hayr. Ve hüve alâ külli şey'in kadîr."
11 İstiğfâr-ı Şerîf,
11 Salavât-ı Şerîfe okunup duâ yapılır.

Duada, geçmiş senenin günâhlarının affı ve yeni se­neye günahsız girmek için iltica edilir.

Muharrem'in birinci gecesi ayrıca şu şekilde niyet ederek bir Tesbîh Namazı kılınır:

"Yâ Rabbi, bu yeni senede beni mağfiret-i ilâhîyene, rızâ-yı ilâhîne ve hidâyet-i ilâhîne mazhar eyle. Yeni açılan amel defterimi rızâ-yı ilâhîne muvâfık amel ile doldurmayı bana nasip eyle. Beni gadab-ı ilâhîne dûçâr edecek amellerden muhafaza buyur."

Tesbih namazında şunlar okunur:

1. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Âyetü'l-Kürsî,
2. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Âmene'r-Rasûlü...
(Sûre-i Âl-i İmrân'ın ilk 2 âyeti de ilâve edilerek)
3. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 Hüvellâhüllezî...
4. rek'atte: 1 Fâtiha-i Şerîfe, 1 İhlâs-ı Şerîf.

Namazdan sonra istiğfar edilir, salavât-ı şerîfe getirilir ve arkasından duâ yapılır.
(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

ZİLHİCCENİN SON GECESİ YAPILACAK İBÂDET

ZİLHİCCENİN SON GECESİ YAPILACAK İBÂDET

Zilhicce'nin son gecesi mümkünse bir Tesbih Namazı kılı­nır ve bir Hatm-i Enbiyâ yapılır. (Hatm-i Enbiyâ'nin tarifi Duâ ve İbâdetler isimli kitabımızda vardır.) Keza, zilhiccenin son gecesi, akşam ile yatsı arası, 10 rek'at namaz kılınır. Namaza şöyle niyet edilir: "Yâ Rabbi, geçen seneyi benden razı olarak ayır. Sâdır olan İsyanımı hasenata tebdîl eyle. Beni hidâyet-i ilâhiyene ve rızâ-yı ilâhîne mazhar eyle."

Her rek'atte; 7 Fâtiha-i Şerîfe, 7 Ayetü'l-Kürsî, 7 İhlâs-ı Şerîf okunur, iki rek'atte bir selâm verilir.

Namazdan sonra, mümkünse en az 11 tevhîd, 11 istiğ­far, 11 salevât-ı şerîfe okunur ve duâ edilir.

Zilhicce'nin son günü, aynı zamanda senenin son günüdür. Bu günde mümkünse oruçlu bulunmak faziletli bir ibadettir.

MUHARREM AYININ ILK GÜNÜNDE NE YAPILIR ?

MUHARREM AYININ BİRİNCİ GÜNÜNDE NE YAPILIR ?

Muharremin birinci gününde, her birinde besmele çeke­rek bir defada 1000 İhlâs-ı Şerîf okuyanları, Cenâb-ı Hakk lütfuyla, keremiyle bu âlemden kul borcu ile huzuruna getirmeyecektir.

Muharrem ayının birinden onuna kadar 10 gün oruç tut­mak faziletli ibadetlerdendir. Bu on günlük orucu tutama­yanlar, mümkünse 8, 9 ve 10. günlerde oruç tutmalidırlar. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) 9. günü seferde bulunduğun­dan yalnız 10. günü oruç tutmuşlar ve "Sağ olursak gele­cek sene 9. günü de tutarız." buyurmuşlardır.

Bu ayın perşembe, cuma, cumartesi günlerinde peş peşe oruç tutulursa 900 senelik nafile oruç sevabı verilir. MUHARREM AYININ BİRİNCİ GÜNÜNDE NE YAPILIR ? MUHARREM AYININ ILK GÜNÜNDE NE YAPILIR ? Muharrem ayinen BİRİNCİ günü - Muharrem ayinin ilk günü - Muharrem'de ne yapilir - Muharremde ne yapilir - besmele cekip 1000 ihlas-i serif - besmele ile 1000 ihlas-i serif
(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

MUHARREM AYI İÇTİMÂİ, RU'YET VE BAŞLANGICI

MUHARREM AYI İÇTİMÂ'I, RU'YET VE BAŞLANGICI

Hicrî-Kamerî 1431 yılı Muharrem ayı ictimâ'ı bugün (16 Aralık Çarşamba) Türkiye saati ile 14.03'te. Ru'yet: Yarin 17 Aralık Perşembe Türkiye saati ile 06.52 de.

Hilâlin görüldüğü yerler: Fiii, Yeni Kaledonya, Vanuatu adaları ile Yeni Zelanda ve Avustralya, Endonezya, Hin­distan, Hint Okyanusu'nda; bazı adalar, Madagaskar, Afrika, Asya ve Avrupa kıtaları.

Hilal; Türkiye, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarım­adasından da görülebilecektir. Hilâlin görüldüğü günü takip eden 17 Aralık Perşembe günü de Muharrem ayı'nın biri ol­maktadır.

MÜSLÜMANLARIN VAZİFELERİ

MÜSLÜMANLARIN VAZİFELERİ

Mü'minlerin birbirleri üzerindeki bâzı hakları şunlardır:

Karşılaştığında selâm vermek, davet ettiğinde icabet etmek, aksırdığı zaman 'yerhamükellâh' demek, hastalandığında ziyaret etmek, vefat ettiği zaman cenazesine iştirak etmek, yaptığı taksîme razı olmak, nasîhat istediği zaman nasîhat etmek, gıyabında (onun bulunmadığı yerde) onun haklarını muhafaza etmek, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmek, kendi' için hoşlanmadığından kardeşi için de hoşlanmamak. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Müslümanların sende dört hakkı vardır: İhsanda bulunanlara yardımcı olman, günâh işleyenleri için istiğfarda bulunman, arkalarını dönenlere (uzaklaşanlara) duâ etmen ve tövbekar olanları sevmendir."

Bu haklardan biri de hiçbir müslümana, fiilî veya sözlü olarak eziyet etmemektir. Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emîn olduğu kimsedir."

"Mü'min, mü'minlerin canlarından ve mallarından emin oldukları kimsedir."

"Muhacir odur ki, kötülükten hicret eder, uzaklaşır."

Hiçbir müslümana karşı kibirlenmeyip, tevazu göstermek de bu haklardandır. Zira Allah kendini beğenen ve böbürlenenleri sevmez. Kibirlenenlere karşı tahammül etmelidir. Âyet-i kerîmede (meâlen) "Af yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir." (A'raf sûresi, âyet 199) buyurulmuştur.

İnsanların kendi hakkında veya başkaları hakkında söylediği şeylere kulak vermemek, kendisi de bu fiilleri yapmamak. Resûlullâh (s.a.v.) "Koğuculuk yapan cennete giremez." buyurmuştur.

İzinsiz olarak kimsenin evine girmemelidir. Herkese güzel ahlâkla muamelede bulunmalıdır.

Büyüklere hürmet etmeli, küçüklere merhamet ve şefkat göstermeli, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Yaptığı vaa'tleri yerine getirmelidir.

15 Aralık 2009 Salı

TEVÂZÛ: ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK

TEVÂZÛ: ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK

İnsanın kibrinden kurtulması için kendi kusurlarını bil­mesi ve tevâzuun faydalarını ve faziletlerini öğrenmeye çalışması îcâb eder.

Tevâzû, peygamberlerin ahlâkındandır. Nitekim Pey­gamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Yeryü­zü hazînelerinin anahtarları bana verildi. Ben kul peygamber ile hükümdar peygamber olmak arasında muhayyer (serbest) kılındım. Cebrail, 'tevâzû et' diye vahiy getirdi. Ben de kul peygamber olmayı seçtim. Bunun için bana kıyamet gününde ilk haşrolunmak ve ilk şefaatçi olmak verildi."

Allâhü Teâlâ, Mûsâ (a.s.)'a şöyle vahyetti: 'Yâ Mûsâ! Seni niçin insanlar üzerine risâlet (kendisine kitap verilen peygamber) ve kelâmımla seçtim biliyor musun?' Mûsâ (a.s.) 'Hayır, Yâ Rabbi, bilmiyorum.' dedi. Allâhü Teâlâ buyurdu ki: Bugüne kadar bana hiç kimse senin tevâ­zuun gibi tevâzû etmedi.'

Meymûn bin Mehran'ın hizmetçisi, müsâfirine akşam ye­meğini hazırlarken acele edince yemeği efendisinin üzerine döktü. Efendisi 'Beni yaktın' dedi. Hizmetçisi 'Ey hayrı öğre­ten ve insanları edeplendiren! Allâhü Teâlâ'nın "Kızdıkla­rında öfkelerini yutarlar." (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 134) mübarek sözüne dön' dedi. Efendisi 'Öfkemi yuttum' dedi. Hizmetçisi 'Arttır, çünkü Allâhü Teâlâ "İnsanların kusur­larını affeden kimselerdir." (Âl-i İmrân Sûresi, âyet 134) buyuruyor' dedi. O da 'Seni affettim' dedi. Sonra hizmetçisi, 'Arttır, zîra Kur'ân-ı Kerîm'de "Allâhü Teâlâ da ihsan edenleri sever." (Al-i İmrân Sûresi, âyet 134) buyuruluyor' dedi. O da ona 'Artık sen Allah rızâsı için hürsün' dedi.

14 Aralık 2009 Pazartesi

İNSAN NEDEN SEVER ?

İNSAN NEDEN SEVER ?

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ruhlar bölüklere ayrılmış askerler gibidir. (Ruhlar âleminde) tanışmış olanlar, birbirleri ile ülfet (muhabbet) eder, tanışmamış olanlar ise (dünyâda da) birbirlerini ta­nımazlar (anlaşamazlar)."

Diğer bir hadîs-i şerîfte şöyle buyuruldu: "İki muttakî (hakikaten Allah'tan korkan) mü'minin ruhu bir günlük yolda karşılaşır, hâlbuki daha önce ikisi de arkadaşını görmemiştir."

İnsan birisini sever. Bu sevgi, ya o kişi iyi olduğu içindir veya dünyâ menfaati veya ahiret menfaati (yâni sevap) içindir.

Veya bu sevgi, dînî veya uhrevî birtakım menfaatler için değil, o kişi Allah'ın kulu olduğu içindir. Bir kişi biri­sini sevdiği zaman, onun sevdiği şeyleri de sever. İşte Allah için kardeşliğin mânâsı budur.

Sevgi Allah için olunca, sevmemek dahi Allah için olmalıdır. Bir kimse, bir insanı dostunun dostu olduğu için veya dostuna itaat ettiği, dediklerini yaptığı için se­verse, sevdiğinin düşmanını da sevmez. Anahtar Kelimeler: İNSAN NİÇİN SEVER ? Insan neden sever ? Bir kisi neden sever ? Bir kisi NİÇİN SEVER ? Sevgi - Sevmek - dünya menfaati icin sevmek - ahiret menfaati icin sevmek - Allah icin sevmek - Allah'in kulu oldugu icin sevmek -

SILA-İ RAHİM VE KOMŞULUK

SILA-İ RAHİM VE KOMŞULUK

Bir selâm ile veya bir hediye ile de olsa sıla-i rahim vâcibdir.

Büyüklerden bâzıları, akrabaların komşu olmala­rını hoş görmemişlerdir. Çünkü komşu olmak, arala­rındaki hürmeti ve heybeti yok eder, nihayet araların­daki alâka kesilir.

Hz. Ömer (r.a.) valilerine; akrabaların, birbirlerini ziyaret etmelerini fakat birbirleriyle yakın komşu ol­mamalarını emretmiştir.

Kişinin imkânı nisbetinde, günaşırı, haftada bir veya ayda bir akrabalarını ziyareti, aralarında sevgi ve mu­habbeti artırır. Anahtar Kelimeler: SILA-İ RAHİM - Sila-i Rahim - Komsuluk - KOMŞULUK - akraba ziyareti - akrabayi ziyaret - selam - hediye - hediyelesme -

13 Aralık 2009 Pazar

HZ. EBÛ BEKİR'İN FAZİLETİ

HZ. EBÛ BEKİR'İN FAZİLETİ

Hz. Ömerü'l-Fârûk'a (r.a.) bir hatibin hutbede Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) ismini okumadığı haberi gelince ağlayarak şöyle buyurdular: "Vallahi, Ebû Bekir'in bir gecesi ve günü Ömer'den ve Ömer'in bütün aile efradından hayırlıdır."

Gecesi: Resulü Ekrem (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir (r.a,) İle Mekke'den gece vakti ayrılıp Medine'ye hicret etmek üzere yola çıktığı zaman, Ebû Bekir (r.a.) bâzan Resulü Ekrem'in (s.a.v.) önüne, bâzan ardına, bâzan sağına ve bâzan da soluna geçerek yürürdü. Resulü Ekrem Ebû Bekir'e (r.a.):

"Niçin böyle yapıyorsun?" diye sorunca "Sizi korumak için böyle yapıyorum, yolda pusu kurduklarını düşünerek öne geçiyorum, takip ederler diye ardınızdan yürüyorum." dedi.

Resulü Ekrem'in (s.a.v.) o gece yürümekten parmakları soyuldu, ezildi ve İncindi. Hz. Ebû Bekir, Resulü Ekrem'i (s.a.v.) mağara kapısına kadar sırtında götürdü ve;

"Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, mağaraya önce kendim girmeden İçeri koymam. Bir şey varsa zararı bana dokunsun." dedi ve içeri girdi. Bir tehlike olmadığını gördükten sonra Resûlullâh ı mağaraya davet etti. Hz. Ebû Bekir mağara içinde yılan ve benzeri zararlı haşere deliklerine ayaklarını koydu ve yılan Ebû Bekir'in ayagını ısırdı. Acısından Ebû Bekir'in (r.a.) akan gözyaşları Resûl-ü Ekrem'in yanaklarına döküldü. Resulü Ekrem (s.a.v.);

"Korkma, Allah bizimledir." buyurdu. Allâhü Teâlâ, Resûlü'ne sekîneti ve Ebû Bekir'e de tumânîneti (kalb huzuru) nasîb etti. İşte gecesi budur.

Gündüzü ise; "Resûlullâh (s.a.v.) vefat edince, kabilelerin çoğu dinden çıktılar. Bazıları, 'namaz kılarız fakat zekât vermeyiz,' dediler. Ebû Bekir'in (r.a.) yanına gittim ve "Bunlara karşı yumuşak davran ve idare ile muamele et." dedim. Bana "Bunlar câhiliyet devrinde cebbar, İslâmiyet'te ise korkak, böyle şey olmaz. Resulü Ekrem'in irtihâli ve vahyin kesilmesi ile onları azdıran sebeb nedir? Vallahi, Resulü Ekrem'e verdikleri bir deve yularını bana vermezlerse onlarla harbederim." dedi ve biz de ona uyarak harb ettik. İçtihadında, kararında cidden isabet etmişti. İşte günü de budur." buyurdu.

12 Aralık 2009 Cumartesi

ÂHİRETE AİT BÂZI HÂLLER

ÂHİRETE AİT BÂZI HÂLLER


Amel Defteri: Her insanın, dünyâda iyi ve kötü, küçük ve büyük bütün işledikleri melekler tarafından yazılmış olan defterdir. Âhirette sahibine verilecek, "Al kitabını, okul" de­nilecektir.

Mîzân: Mahşerde herkesin iyi ve kötü amellerini tartma­ğa mahsus, manevî bir terazidir.

Sırat: Cehennemin üzerine kurulmuş, üzerinden geçilmesi pek zor bulunan bir köprüdür. Allâhü Teâlâ'nın muhte­rem kulları pek kolaylıkla, hattâ bir kısmı şimşek gibi geçip cennete gireceklerdir. Kâfirler ile şefaate kavuşamayan veya şefaati inkâr eden bir kısım mü'minler de geçemeyip cehenneme düşerler.

Cennet: Hatır ve hayâle gelmeyen sayısız nimetler âle­midir. Mü'minler cennette pek büyük nimetlere ereceklerdir. Husûsiyle Allâhü Teâlâ'yı mekândan, zamandan münez­zeh ve şân-ı ulûhiyetine lâyık olarak vakit vakit görmek şerefine nail olacaklardır ki, buna "Ru'yetullah" denir. İmân sahipleri bu ni'mete nail olduklarında cennetin şâir bütün nimetlerini, zevklerini unutacaklar, en büyük, en ulvî, en rûhânî bir zevke dalacaklardır.

Cehennem: Bütün kâfirler ve bâzı günahkâr mü'minler için yaratılmış, yedi derekeye, aşağı tabakaya bölünmüş bir azâb âlemidir. Burada kâfirler ebedî surette azâbda kala­caklar, günahkâr mü'minler ise bir müddet azâb gördükten sonra affolunarak cennete konulacaklardır.

Kevser Havuzu: Mahşer günü Allâhü Teâlâ'nın Peygamberimiz'e (s.a.v.) ihsan buyurduğu gayet büyük bir ha­vuzdur. Bunun pek tatlı, berrak suyundan mü'minler içecek, mahşerin dehşetinden ileri gelen hararetlerini giderecekler­dir ve bir daha susamayacaklardır.

Şefaat: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affe­dilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere er­meleri için Peygamberimizin (s.a.v.) ve şâir büyük zâtların Allâhü Teâlâ'dan niyaz ve istirhamda bulunmaları, isteme­leridir. Allah'ın izin verdiklerine şefaat ederler.

Âhirette bütün insanlara âit muhakeme ve muhasebenin bir an evvel yapılması için en büyük şefaat, bizim peygambe­rimiz Muhammed Mustafâ (s.a.v.) Hazretleri'nindir. Onun bu şefâatına, şefâat-ı uzmâ denir. Ve onun hâiz olduğu yüksek makama, Makâm-ı Mahmûd denir. Anahtar Kelimeler: Amel Defteri - Mizan - Sirat - Cennet - Cehennem - Kevser Havuzu - Sefaat - Mahser günü - Ahiret günü - Makam-i Mahmud - sefaat-i uzma

11 Aralık 2009 Cuma

HAKÎKİ MÜMİNİN ALÂMETİ

HAKÎKİ MÜMİNİN ALÂMETİ

Resûlullâh (s.a.v.) bir gün ashabından bazılarına, "Siz nesiniz?" diye sordular. Onlar da "Biz mü'minleriz." dediler. Resûlullâh (s.a.v.), "Mü'min olduğunuzun alâmeti nedir?" diye sordu.

Ashâb-ı Kiram, "Biz belâlara sabrederiz, bolluk zamanında da şükrederiz, hakkımızdaki hükümlere razı oluruz." dediler.

Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.), "Kabe'nin Rabbine yemîn ederim ki sizler hakîki mü'minsiniz." buyurdular. Anahtar Kelimeler: Hakiki Müminin alameti - Hakiki mü'minin alameti - Ashab-i Kiram - Resulullah (s.a.v)

HUBEYB EL-ENSÂRÎ'NİN ŞEHÂDETİ (R.A.)

HUBEYB EL-ENSÂRÎ'NİN ŞEHÂDETİ (R.A.)

Hicretin dördüncü senesi Safer ayında Udal ve Kare kabîlesine dîni öğretmek için gönderilen sahâbîlerden Hubeyb el-Ensârî (r.a.) ihanete uğrayarak esir alınıp Mekke'ye götürüldü. Nevfeloğulları, onu satın alarak Uhud'da öldürdüğü babalari Hâris'e karşı öldürmek istemişlerdi. Nevfeloğulları istişare için toplandıklarında, Hubeyb (r.a.) öldürüleceğini bildiğinden temizlenmek üzere bir ustura istedi ve verdiler. Bu sırada Hâris'in kızlarından birinin küçük çocuğu, ustura elinde iken Hubeyb'in (r.a.) kucağına oturuverdi. Kızın annesi korkudan feryâd edince Hubeyb (r.a.), "Onu öldüreceğimden mi korktun? Sözde durmamak, ihanet etmek mü'minin vasfı değildir." dedi.

Sonra kadın, Hubeyb'i (r.a.) şöyle anlatırdı: "Ben Hubeyb'den (r.a.) daha hayırlı bir esir görmedim. Mekke'de üzüm mevsimi olmadığı hâlde, onun elinde bir salkım üzüm yerken gördüm. Bu, Allah'ın Hubeyb'e verdiği bir rızıktan başka bir şey değildir."

Hubeyb'i (r.a.) öldürmek üzere Harem'in sınırlarından çıktılar. Hubeyb "İki rek'at namaz kılmak için bana müsâade edin." dedi. Müsâade ettiler, o da iki rek'at namaz kıldı ve "Eğer korktu demeyecek olsaydınız daha fazla kılardım." dedi ve şöyle duâ etti: "Allah'ım sen sayıca onları biliyorsun, onları darmadağın ederek öldür."

Öldürülecek kimseler için iki rek'at namaz kılmaları bundan sonra Hz. Hubeyb'den âdet oldu. Onu asarak şehîd ettiler. Allah yolunda asılarak şehîd edilen ilk sahâbî odur. Radıyallâhü anh.

10 Aralık 2009 Perşembe

ÂLİMİN NASİHATİ

ÂLİMİN NASİHATİ

Emevî halîfesi Süleyman bin Abdülmelik, Medîne-i Münevvere'de iken Ebû Hâzim'i (r.h.) huzuruna çağırdı ve aralarında şu konuşma geçti.

-"Ey Ebû Hâzim, ölümü neden sevmiyoruz?"
-"Çünkü dünyâyı imâr edip âhireti harâb edenler için mamureyi bırakıp, harabeye gitmek zor gelir."

-"Allah'ın huzuruna nasıl varılır?" diye sordu.
-"Ey mü'minlerin emîri, iyilik ve ihsanda bulu­nanlar, kaybettikleri çocuklarına kavuşmuş gibi sevinirler. Kötülük edenler de efendisinden kaçmış köle gibi huzuruna çıkarlar." Halîfe ağladı ve:

-"Bari, Allâhü Teâlâ'nın huzurunda hâlimin ne olaca­ğını bilseydim?"
-"Hâlini Allâhü Teâlâ'nın kelâmına arzeyle. Allâhü Teâlâ (meâlen) "Muhakkak ki iyiler cennette, kötüler ise cehennemdedir." (İnfitâr Sûresi, âyet 13-14) bu­yurmuştur. Hâline bak, sen kimlerdensin?"

-"Ya Allâhü Teâlâ'nın rahmeti kimedir?"
-"Muhsinleredir."

-"Ey Ebû Hâzim, Allah katında en keremli inşân kim­dir?"
-"İyilik ve takva ehli olanlardır."

- "Amellerin hangisi daha makbuldür?"
-"Haramlardan kaçınmak, farzları yerine getirmek­tir."

-"Sözlerin hangisi daha makbuldür?"
-"Korktuğun ve bir şey umduğun kimseye karşı sözün doğrusunu söylemektir."

-"Mü'minlerin hangisi daha akıllıdır?"
-"Kendisi Allah'a ibâdet eden ve insanları da Allah'a ibâdete davet edendir."

-"Mü'minlerin en ziyâde hüsranda olanı hangisidir?"
- "Zâlim olan kardeşinin keyfine göre hareket edip, başkasının dünyâsı için kendi âhiretini harâb edendir."