31 Mart 2010 Çarşamba

ÖRTÜNME FARZ BİR EMİRDİR 2

ÖRTÜNME FARZ BİR EMİRDİR 2
31 MART 2010 CARSAMBA


Örtünme bir âdet değil ibadettir. Mümin kadın, örtünün yüce Allah'ın emri olduğunu bilerek örtünmelidir. Kur'an ve Sünnet'te örtü için ölçüler verilmiştir.

Yüce Allah erkeklere şu emri vermiştir:

"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan çeksinler ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için daha temizdir" (Nûr 24/30).

Yüce Allah kadınlara da şöyle emretmiştir:

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz" (Nur 24/31).

Yüce Allah'ın koyduğu ölçüleri hevâsına uyarak başka taraflara çekmek isteyenler zarardadır.

ÖRTÜNME FARZ BİR EMİRDİR 1

ÖRTÜNME FARZ BİR EMİRDİR 1
31 MART 2010 CARSAMBA

Avret yerlerini örtmek farzdır. Bu konudaki ilâhî emir kesindir. Bu emir her mümine verilmiştir ve kıyamete kadar geçerlidir. Yüce Allah namaz gibi örtünmeyi de kesin hükme bağlamış, bunu insanların keyfine ve tercihine bırakmamıştır.

Örtünme şekli, şahsa ve duruma göre az çok değişse de hüküm değişmez. Böyle olması rahmettir. O, aynı zamanda örtünmenin bir insan, aile ve cemiyet için ne kadar gerekli olduğunu da göstermektedir.

Akıllı olup buluğa eren her erkek ve kadın emredilen yerlerini örtmekle yükümlüdür.

Örtünme, Kur'an ve Sünnet'te açıkça emredilmiş, kimlerin ne zaman, nerede, ne şekilde örtüneceği bildirilmiştir. Bütün islâm âlimleri örtünmenin farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.

Örtü âyeti indikten sonra bütün müslüman kadınlar bu emri istenen şekilde uygulamaya başlamışlardır. Son asır hariç, hiçbir devirde müslüman kadının örtünmesi tartışma konusu yapılmamıştır. Maalesef günümüzde hem de din adamı olarak kendini tanıtanlar bu tartışmayı yapıyorlar. Anahtar Kelimeler: ÖRTÜNME FARZ BİR EMİRDİR - örtünme farzdir - örtünmek farzdir - kapanmak farzdir - kapali olmak farzdir - örtünme- örtünmek -

BİR ŞİİR

BİR ŞİİR
31 MART 2010 CARSAMBA

Sevenler buldu anları (velileri)
Erişti Hakk'a canları
Bütün oldu imanları
Canı dilden sevmek gerek


(Üftâde hazretleri)

ŞEYTANIN DÜGÜMLERİNİ ÇÖZÜN

ŞEYTANIN DÜGÜMLERİNİ ÇÖZÜN
31 MART 2010 CARŞAMBA

Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

"Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, 'Gecen uzun olsun, yat, uyu' diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah'ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah'ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa, uyuşuk ve tembel bir şekilde sabahlar" (Buhârî).

Gece uyanıp namaz kılmak, müekked sünnetlerin en başında yer alır. Mümine kazandırdığı çoktur. Teheccüd ibadetine engel olmak isteyen şeytanın ilginç hileleri vardır. Sabahtan hayata yorgun başladığından şikâyet edenler, teheccüd ibadetinde bir şifa bulacaklardır.

"Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yerdiriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz" (Tirmizî).

30 Mart 2010 Salı

BERCESTE - 30 MART 2010 SALI

BERCESTE
30 MART 2010 SALI


"Dünya aldatır, zarar verir, acıdır. Yüce Allah, onu dostlarına mükâfat olarak görmez.

Zaman iki günden ibarettir. Bir gün lehine, bir gün aleyhinedir. Lehine olan günde, böbürlenmeyesin. Aleyhine olan bir günde de sızlanmayasın"


Hz. Ali (r.a)

ÖLDÜKTEN SONRA KABİRDE HAYÂT

ÖLDÜKTEN SONRA KABİRDE HAYÂT
30 MART 2010 SALI


Âhiretin birinci konağı kabirdir. Kâfirler ile bazı âsî Müslümanlar kabirde azap görürler. Ölü kabre konul­duktan sonra Münker ve Nekîr adlı, heybetli iki melek gelir; Rabbin kimdir, dinin nedir, peygamberin kimdir, kıblen nedir? diye sorarlar. Kâfirler ve fâsıklar cevâp veremez, türlü azap çekerler. Müslümanlar ise:

Rabbim Allâhü Teâlâ'dır, dînim İslâm'dır, peygambe­rim Muhammed Mustafâ'dır, kıblem Ka'be'dir diye ce­vâp verirler. Kabirlerinde türlü nimetlere nail olurlar.

KABİRLERİ ZİYARET

KABİRLERİ ZİYARET _
30 MART 2010 SALI _


Kabir, insanın dünya ile âhiret aralığında meskeni, kıyamete kadar durağıdır. Bu bakımdan kabirlerin mu­hafazasına çalışmalıyız. Gerçi zaruret zamanında insanların menfaati için kabirler kaldırılır, yollar geniş­letilir. Lakin bunun da bir usulü vardır. Edeb ve hürmetle usûlüne riâyet ederek başka yere nakledilebilir.

Zaman zaman kabirleri ziyarete gitmeliyiz. Peygam­ber Efendimiz (s.a.v.) "Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü onlar size âhireti hatırlatır." buyurmaktadır.

Kabirleri ziyaret edip ibret almalı, vaktiyle hayatta olan birçok kimselerin topraklar içinde kalmış olduğunu görmeli, artık gâfilâne yaşamamalıdır. Ahiret âlemini düşünmelidir. Üç beş günlük dünya hayatı için birtakım günahları işlememeli, hakiki istikbâli düşünerek gaflet içinde yaşamaktan kurtulmalıdır.

Dinimizde kabirleri ziyaretin usûlü, âdabı vardır. Kabir­leri çiğnemeksizin mezara yanaşmalı, selam vermeli, orada yatanın hayatında huzurunda iken oturmuyordu ise aynı edeb ve tazim ile ayakta durup Fatiha, Ihlâs, Yâsin-i Şerîf sûrelerini ve Salavât-ı şerîfe okuyup ruhla­rına hediye etmelidir. Diğer Müslümanlar için de okuyup bağışladıktan sonra kendisinin de akıbetinin bu hale ge­leceğini hatırlayarak mahzun mahzun çekilip dönmelidir.

Kabristanda gülmek, yemek içmek, lüzumsuz laflar etmek Müslümana yakışmaz. Anahtar Kelimeler: KABİRLERİ ZİYARET - Kabirleri ziyaret - Kabirleri ziyaret etmek - Mezarlari ziyaret - Mezarlari ziyaret etmek - Kabirleri ziyaret etme - Mezarlari ziyaret etme - Kabiri ziyaret - Mezari ziyaret -

BİLİNMESİ GEREKEN

BİLİNMESİ GEREKEN
30 MART 2010 SALI

Birey olarak öncelikle bizim için farz-ı ayın ilimleri öğrenmeliyiz. Her müslüman, İslâm'ın inanç esaslarını, Allah Teâlâ'nın sıfatlarını, peygamberlerin hususiyetlerini ana hatlarıyla da olsa bilmesi gerekir. Namazın kılınışını, orucu, zekâtı, haccı, haramları-helâlleri öğrenmek zorundadır.
İslâm'ın sadece inançtan ibaret olmadığını unutmamalı ve dinî olarak öğrendiğimiz şeyleri hayatımıza geçirmeliyiz. En azından farzları yerine getirmeli, haramlardan kaçınmalıyız. Bunun daha aşağısı yoktur. Beş vakit namaz, ramazan orucu, zenginin zekât vermesi, hacca gitmek, bunlar zaten farz olan şeylerdir.

Dinini yaşayan onur duymalı, "Ben müslümanım" deyip de İslâm'ın gereklerini yapmayanlar utanmalı.

MAL VE EVLÂD İMTİHANDIR

MAL VE EVLÂD İMTİHANDIR
30 MART 2010 SALI

"Her halde mallarınız ve evlatlarınız bir imtihan vesilesidir." Sizi bir takım zahmetlere ve günahlara sokmağa sebeptir. Sizi bir takım hayırlardan, tâatlardan alıkoyan bir imtihandır, mihnettir. "Halbuki büyük ecir ancak Allah yanındadır." O halde Allah sevgisini, Allah'ın zikrini, tâatını mal ve evlâd sevgisine tercih etmeli, mal ve evlâd kaygılarıyla uğraşırken Allah'a ibâdet ve tâatı ihmal etmemelidir.

"Onun için gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun." Fitneden ve Allah'ın rızasına zıt şeylerden sakınıp Allah'ın korumasına sığınarak takva yolunu tutun. Allah'a lâyık olan tam hakkıyla takva yapamazsanız bile gücünüz yettiği kadar yapın, korunun, Allah'ı zikredin, gafil olmayın, gaflette kalmayın "Ve dinleyin ve itaat edin." Ve Allah'ın emirlerini, yasaklarını, nasîhatlarını dinleyin. Dinlediklerinizi tutup tatbik edin.

"Ve infâk yapın." Övünmek ve biriktirmek için mal toplamak hırsına kapılmayıp gerek çalışarak kazandıklarınızdan ve gerek yeryüzünden çıkan mahsûllerden, Allah'ın size verdiği şeylerden ailenizin nafakalarını verin sonra ana baba, en yakın akraba, yetimler ve miskinler için yardım, zekât ve sadaka verin. Müslümanlar ve fakirlerin menfaati, İslâm'ın yayılması ve müdafaası ile Allah yolunda hizmet, iyilik ve takvada yardımlaşmak için gücünüz yetebildiği kadar verin.

"Nefisleriniz için hayır yapın." Allah'ın himayesinde korunmanız için kendiniz hakkında en hayırlı, en faydalı olanı işleyin. Yani, büyük mükâfat ancak Allah yanındadır. Dünya zevki sönecek, ancak Allah yanındakiler kalacaktır. Bundan dolayı mallar ve evlâd derdi ve hırsıyla Allah'ı ve kendinizi unutup da hayır için harcamaktan geri kalmayın.

"Ve her kim nefsinin hırsından korunursa işte onlar felah bulanlardır." Onun için gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun da hırslı ve cimri olmamağa çalışın.

29 Mart 2010 Pazartesi

YILANIN ARKADAŞLIĞI

YILANIN ARKADAŞLIĞI
29 MART 2010 PAZARTESİ


Yılan bir derenin öbür kıyısına geçmek istiyordu. Fakat suyu nasıl geçeceğini bilmediginden düşünmeye başladı. Sonra bir kaplumbağa çıkageldi. Yılana ne düşündüğünü sordu.

Yılan, karşı tarafa geçmek istediğini söyleyerek kaplumbağadan kendisini karşıya geçirmesini istedi.

Kaplumbağa kabul etti ve yılanı sırtına alıp yüzmeye başladı. Derenin ortalarına gelindiğinde, yılan sarıldı kaplumbağanın kabuğuna. Durumu farkeden kaplumbağa,

"Ne oldu? Ne yapıyorsun?"

"Ne yapayım işte... Biliyorum her ne kadar sen bana büyük bir iyilik yapsanda benim fıtratımda olan sokma isteğine dayanamadım" dedi. Bunun üzerine kaplumbağa,

"Öyleyse senin şerrinden başkalarını kurtarmak gerekir" dedi ve suya daldı. Yılan suya kapıldı ve boğulup gitti.

KUR ÂN-I KERÎMDEKİ KISSALAR

KUR ÂN-I KERÎM'DEKİ KISSALAR
29 MART 2010 PAZARTESİ

Kur'ân-ı Kerîm'de bâzı peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hayâtlarına, geçmiş ümmetlerin hallerine dâir bir kısım malûmat verilmiştir. Peygamberlerin gönderilmesindeki hikmet ve netîcelerine dâir pek mühim hakîkatleri îzah eden bu kıssalar, ibret gözüyle okunduğu za­man bunlardan alınacak olan ibret dersleri, kütüpha­neler dolusu târih kitabları okunup tetkik edilecek olsa elde edilemeyecek kadar yüksektir.

Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulünden evvel; bu kıssalardaki hakîkatler, dillerde ve kitablarda tahrif edilmiş idi. Kur'ân-ı Kerîm, bu kıssaları ne kadar güzel tebliğ ve ne ciddî bir surette beyan ve tasvir etmiştir.

Meselâ Kur'ân-ı Kerîm; Nuh Tûfânı'na, Zülkarneyn aleyhisselama, Sebe' melikesine, Ashâb-ı Kehfe dâir bize bâzı malûmat veriyor. Bunlar büyük hâdiselerdir ve hiç biri imkânsız değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in bu bildirdik­lerine şüphe ile bakmak bir cehalettir ve bu gibi isnat­larda bulunanları: "Ona ne önünden ve ne de ardın­dan bâtıl bir şey gelemez. O hikmet sahibi, çok övü­len Allâh'dan indirilmiştir." (Fussilet Sûresi, âyet 42) mealindeki âyet-i kerimesi tekzip etmektedir.

O halde bize lâyık olan; bunlardan kavimlerin hayât tarzları ve niçin helak edildiklerinin sebeplerini ve ibret almanın yolunu öğrenmektir. Görülecektir ki bütün he­lak olmaların sebebi, Allah'ın emrini dinlememek ve rehber olarak gönderdiği; peygamberlerin kıymetini bil­memek ve binaenaleyh nimetlere şükran yerine küfrandır, nankörlüktür.

İslâm Dîni, sağlam ve mesûd bir içtimaî müessesenin asıl ve esasını teşkil eden ilâhî bir kânundur. İnsanları belâ tufanından kurtaracak olan kurtuluş gemisi İslâm'dan başkasıyla inşâ edilemez.

28 Mart 2010 Pazar

KAZÂ ve KADERE İMAN

KAZÂ ve KADERE İMAN _
28 MART 2010 PAZAR _

Yüce Allah'tan başka yaratıcı yoktur. Bu kâinatta meydana gelen her şey, yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "kazâ" denir.

Kazâ ve kader'e iman, imanın esaslarındandır. Allah'ın varlığını ve birliğini bilen, O'nun kâinata tek hâkim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek mümkün olamaz. Hangi mümkün şey vardır ki yüce Allah takdir ettiği halde meydana gelmesin? Hangi şey de vardır ki yüce Allah dilemediği halde o meydana gelebilsin?

İşte onun için Allah'ın kazâ ve kaderine inanır ve razı oluruz. Bu bizim iman borcumuzdur. Anahtar Kelimeler: KAZÂ ve KADERE İMAN - KAZÂ ve KADERE İMAN etmek - Kaza ve Kadere iman etmek - Kaza ve Kadere inanmak - KAZÂ ve KADER - Kaza ve Kader

ABBASÎ HALİFESİ HÂRÛN REŞÎD

ABBÂSÎ HALİFESİ HÂRÛN REŞÎD
28 MART 2010 PAZAR

Hicrî 165 senesinde (M.781) veliahtlığı zamanında, Anadolu'yu baştan başa geçerek Kostantiniyye (İstan­bul) boğazına kadar geldi ve Bizansı senelik vergiye bağladı. Bunun üzerine pederi ona "Reşîd" lakabını verdi. Hârûn Reşîd, kardeşinden sonra halîfe oldu.

Hârûn Reşîd, pek bahtiyar bir sultan olup zamanında dünyâ sultanlarının en büyüğü idi. Her istediğine nail oldu. Hanımı Seyyide Zübeyde haseb ve nesebce ve güzel ahlâkça eşsiz idi.

Kadısı, İmâm-ı A'zam Hazretlerinin talebelerinin en büyüğü olan İmâm Ebû Yûsuf idi. Hanefî mezhebini yazan İmâm Muhammed gibi en bilgili âlimleri de adalet işleri için vazifelendirdi. Bu kadar güzellikleri bir araya getirmek doğrusu büyük bahtiyarlık idi. Kendisi de İslâmın mukaddesatına hürmet eder, din âlimlerine ve edîblere pek ziyâde ikram ve fukaraya çok sadaka ihsan ederdi. Bağdad şehri, fevkalâde mâmur ve cennet gibi oldu. Her taraftan ilim ve fazîlet sahiplerinin bir araya gelmesi ile dünyanın gıptasını çeker olmuştu.

Hârûn Reşîd, yirmi üç sene saltanat sürdü ve hicrî 193 senesi başlarında (M.809) Tûs'da kırk yedi yaşında vefat etti. Asrı, Abbâsîlerin en parlak devriydi.

ALLAH'IN RIZASINA UYGUN İŞLER

ALLAH'IN RIZASINA UYGUN İŞLER
28 MART 2010 PAZAR

Mümin kul, insan tabiatının gerektirdiği zevk ve lezzet aldığı yemek, içmek, uyumak, gezmek, çalışmak gibi işleri de Allah'ın emrine uygun ve O'nun rızasını talep ederek yapmalıdır. Helâl olanla yetinir, haramdan korunur. Allah'ın emirlerini yerine getirebilmek gayesiyle yer, içer... Böylece nefsine lezzet veren bütün cismanî fiiller bu halisane niyet sebebiyle ibadet olur, sevap alır.

Hatta kişi, maddi hayatın meşru zevk ve lezzetleri içinde yaşarken de halisane bir niyetle Allah'a teveccüh ederse, bu fiilleri vasıtasıyla da Allah'a yaklaşır. Bu gibi lezzet ve nimetlerde de taat ve Allah'a teveccüh vardır. İbadette aranan mana da zaten budur.

İbadetin manasının böylesine genişletilmiş olması, insanın namaz, oruç, hac, zekât gibi farz ibadetleri yapmaktan kesinlikle muaf kılmaz. Çünkü bu farizalar doğrudan Cenâb-ı Hak tarafından emredilmiştir. Zira bunlar kulun Allah'a bağlılığını ve yakınlığını temin eden esas merkezlerdir. Diğer işler bu farzların yerine konulamaz.

BİR ŞİİR

BİR ŞİİR
28 MART 2010 PAZAR


Erden Hakk'a ermek gerek
Erenleri bulmak gerek
Bulmaz isen sen anları
Canı dilden sevmek gerek


(Üftâde hazretleri)

27 Mart 2010 Cumartesi

İSLAM TARİHİ: HAZRET-İ NESÎBE R.ANHÂ

İSLAM TARİHİ: HAZRET-İ NESÎBE R.ANHÂ
27 MART 2010 CUMARTESI

Medîne-i Münevvere ahâlîsinden Nesîbe (r.anhâ) hazretleri Mazin bin Neccâr evlâdından Ka'b'ın kızı ve Ensâr'dan Zeyd bin Âsım'ın hanımıdır. Ümmü Ümâre diye bilinir idi. Hicretten önce Mekke'ye gidip de Aka­be'de kocası ve iki oğlu ile Resûl-i Ekrem'e bîat edenler­dendir. Uhud'da da kocası ve iki oğlu ile birlikte bulunup nice bahâdır erleri utandırdı. Hattâ Resûl-i Ekrem'in üzerine hücum edenlerden bir süvârînin ayağını kılıç ile kalem gibi ayırdı ve atından aşağı düşürüp öldürdü. Kendi birkaç yerinden yaralanıp kanları akarken koca­sını ve oğullarını cenge teşvîk eder ve şecâatlendirirdi. Düşman her ne taraftan Resûl-i Ekrem'in üzerine hücum etse hemen kocası ve oğulları ile yetişip müdâfa'a eder­di. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Hz. Nesîbe, ko­cası Zeyd ve oğulları Hubeyb ile Abdullah hakkında: "Yâ Rab, bunları bana cennetde arkadaş eyle" diye duâ etti.

Resûlullâh, Hz. Nesibe'nin oğlu Hubeyb'i, yalancı pey­gamber Müseyleme'ye göndermişti. Müseyleme onu tuttu ve "Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın resulü olduğuna şehâ­det eder misin" deyince "Şehâdet ederim ki o Allah'ın Re­sulüdür" dedi. Peki, benim peygamber olduğuma şehâdet edermisin deyince "Ben sağırım, işitmem" cevâbını verdi. Bunun üzerine Müseyleme onun her defasında bir uzvu­nu keserek sormaya devam etti; o da her defasında aynı cevâbı verdi ve nihayet şehîd oldu. (radıyallâhü anh)

Nesîbe (r.anhâ), Hz. Ebûbekr'in halifeliği zamanında da dinden dönenlerle yapılan harblere iştirak etmiş, ya­lancı Müseyleme'nin öldürüldüğü muharebede on yara almıştır (radıyallâhü anhâ).

BEDİÜZZAMAN'DAN GÜZEL SÖZLER

BEDİÜZZAMAN'DAN GÜZEL SÖZLER
27 MART 2010 CUMARTESİ

İnsan, ervah-ı âlemden dünyaya, dünyadan ukbaya giden bir yolcudur. Sen de burada misafirsin. Ve buradan diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.

Kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şeyi gayesiz, nizamsız göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz olabilirsin.

İnsan ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-ı edebiyedir.

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i Islâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen baki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına vesile olacak.

26 Mart 2010 Cuma

KALP TEMİZLİĞİ

KALP TEMİZLİĞİ
26 MART 2010 CUMA

En üstün amellerden biri de herhangi bir müslümana karşı kin beslememek, haset etmemek ve onu küçük görmemektir. Yüce Allah, müminlerin şu şekilde dua ettiğini haber vermiştir:

"Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki geçmiş mümin kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karsı hiçbir kin bırakma!" (Haşr 59/10).

Abdullah bin Amr anlatıyor: Resûl-i Ekrem'e (s.a.v), "Ey Allah'ın Resulü! İnsanların en faziletlisi kimlerdir?" diye soruldu. Resûlullah (s.a.v),

"Sözü doğru, kalbi bozuk olmayandır" cevabını verdi. Sahabiler,

"Sözü doğru olan biliyoruz. Ama kalbi bozulmamış olan ne demek?" diye sorduklarında Allah'ın Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu:

"O, takva sahibi; içinde bir kötülük, haksızlık, kin ve hasedin bulunmadığı kalptir" (İbn Mâce).

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V.) BAĞIŞLAMASI

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V.) BAĞIŞLAMASI
26 MART 2010 CUMA

Abdullah bin Ebî Bekir (r.anhümâ) buyurdu: "Bir adam bana şöyle anlattı; Huneyn Harbi günü ayağımda sert ve ağır bir nalin vardı. Onunla Resûlullâh'ın aya­ğına bastım. O elindeki bir sopa ile beni dürttü ve: "Bismillah, canımı acıttın" buyurdu.

Sonra bütün gece 'Resûlullâh'ı incittim' diye kendimi ayıplayarak sadece Hazret-i Allah'ın bileceği hâl üzere sabahladım. Sabah olduğu vakit bir adam fülân nerede­dir; diye beni arıyordu. Ben, bu muhakkak dünki şeyden dolayıdır, diyerek ve hakkımda Allah tarafından bir şey geldi korkusu içinde Resûlullâh'ın huzuruna vardım. Bana şöyle buyurdu: "Dün ayağıma basıp canımı acıt­mıştın, ben de sopa ile dürtmüş idim. Şimdi sen ona mukabil şu seksen koyunu al." buyurdu.

ULUĞ BEY KİMDİR ?

ULUĞ BEY KİMDİR ?
26 MART 2010 CUMA

Timurlular Devleti'nin kurucusu olan Emir Timur'un torunu, Muînüddîn Şâhruh'un oğlu olup astronomi ve matematik gibi fen ilimlerindeki geniş malumatı ve kud­retiyle meşhurdur. 1393 (Hicrî 796)'da Sultâniye'de doğ­muştur. Babasının hayatında 1407 (Hicrî 810) tarihinde Semerkant valisi olmuş, 1447 (Hicrî 850) tarihinde de pederinin tahtına geçmiştir.

Uluğ Bey'i dünyâya tanıtan, astronomi alanında yap­tığı çalışmalar oldu. "Zîc-i Uluğ" ismiyle biljnen gayet makbul bir zîci (astronomi cetveli) vardır. Önceki zîclerin eksikliklerini tamamlayan bu eser yıldızların hare­ketini daha mükemmel bir şekilde gösteriyordu.

Uluğ Bey 1018 yıldızın yerlerini de en doğru biçimde tespit etmiştir. Onun yaptığı bütün hesaplar günümüzün astronomik hesaplarına çok yakındır. Uluğ Bey'in Zîci (astronomi cetveli) 1665 tarihinde İngiltere'nin Oxford şeh­rinde basılmış ve birçok Avrupa diline tercüme edilmiştir.

Uluğ Bey ömrünü ilim ve tenlere hizmetle geçirmiş, sarayına İslam âlimlerinden ve fen erbabından birçok zatı toplamış ve fen araştırmaları için Çin'e kadar bazı âlimler göndermiştir.

GECENİN SON BÖLÜMÜ

GECENİN SON BÖLÜMÜ
26 MART 2010 CUMA

Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Kulun Rabb'ine en yakın olduğu vakit, gecenin son bölümüdür. Eğer Allah'ı bu vakitte zikretmeye gücün yetiyorsa bunu yap" buyurmuştur (Ebû Davud).

İşte bu sebepten dolayı, Resûlullah (s.a.v) yatsı namazını gece yarısına ertelemeyi istemişti; fakat insanlara ağır gelmesinden korktuğu için böyle yapmadı. Bir defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) yatsı namazı için ashabının yanına teşrif ettiklerinde onların geç vakitte namaz için beklediklerini görünce,

"Şu anda sizden başka yeryüzünde bu namazı bekleyen kimse yok" buyurmuştur (Buhârî).

Bu hadis, Allah'ı zikredenlerin bulunmadığı vakitlerde zikretmenin ayrı bir faziletinin bulunduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle sokak, çarşı ve pazarda Allah'ı zikretmenin fazileti ile ilgili pek çok hadis ve haber nakledilmiştir.

25 Mart 2010 Perşembe

KÂRLI ALIŞVERİŞ

KÂRLI ALIŞVERİŞ
25 MART 2010 PERSEMBE

Suheyb-i Rûmî (r.a.), Allah yolunda işkencelere uğra­tılan Müslümanlardan idi. Hz. Ali'den sonra, Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere Mekke-i Mükerreme'den yola çıktı. Bazı Mekkeliler arkasından yetiştiler ve 'Sen buraya çok fakir, hakîr olarak geldin. Yanımızda, ulaşa­mayacağın kadar bol servete eriştin! Sonra da servetini alıp gitmek istiyorsun. Vallahi, işte bu olmaz!' dediler.

Hz. Suheyb hemen hayvanından yere indi. Ok çantasındaki okları çıkardı ve 'Ey Kureyşliler! İyi bilirsiniz ki ben sizin en iyi ok atanlarınızdan birisiyim. Yemin ederim ki, ok çantamdaki okların hepsini size atarım, sonra da kılı­cımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Elimde bunlardan hiçbir şey kalmayın­ca bana istediğinizi yapabilirsiniz. İsterseniz size serve­timin yerini göstereyim, siz de beni serbest bırakın.' dedi.

Müşrikler 'Evet, olur.' diyerek bu teklifi kabul ettiler. Hz. Suheyb, servetini onlara bıraktı ve yoluna devam etti. Rebîulevvel ayının ortalarında Küba'ya gelip Peygamberimiz'e (s.a.v.) kavuştu ve bir daha Peygamberi­mizden ayrılmadı.

O sırada, Peygamberimiz'in (s.a.v.) yanında Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer (r.anhümâ) bulunuyordu. Suheyb, Yâ Resûlallah! Kureyş müşrikleri beni yakaladılar. Ben de servetimi vererek kendimi ve ailemi satın aldım!' dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) "Satış kârlı çık­tı, ey Ebû Yahya! Satış kârlı çıktı!" buyurdu ve şu âyet nazil oldu (meali): "Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok şefkatlidir." (Bakara Sûresi, âyet 207)

BİR BEYİT

BİR BEYİT
25 MART 2010 PERSEMBE


Zahir bu ki âhîr yeri hâk olsa gerekdür
Ger dirheme muhtâc ola ger mâlik-i dirhem.
(Ruhî)

Açıktır ki paraya muhtâc olanın da, parası çok olanın da sonunda yeri topraktır.

FIKRA: ÖĞRETMEMİŞ OLSA NE BİLSİN ?

FIKRA: ÖĞRETMEMİŞ OLSA NE BİLSİN ?
25 MART 2010 PERSEMBE


Bir gün Hoca'nın böğelek tutan buzağısı öte beri ko­şarak zerzevatları harab etmiş. Hoca hemen bir sopa ile öküzü döğmeğe başlamış.

- "Hoca Efendi, tarlayı buzağı harab etti. Sen öküzü niye döğüyorsun, kabahati nedir?" dediklerinde,

- "Hep suç yaşlı öküzündür. O öğretmemiş olsa dün­kü buzağı bu haşarılığı ne bilsin?" demiş.

AMELLERİN KIYMETİ

AMELLERİN KIYMETİ
25 MART 2010 PERSEMBE

Gençliğin ilk devreleri hevâ ve heves zamanları ol­duğu gibi, aynı zamanda ilim ve amel tahsil etme zamanıdır. Bu devrelerde, şehevî ve nefsânî mâniler çok fazla olduğundan dine uygun olarak işlenen amelin meziyeti, itibarı, diğer zamanlarda işlenen amelden kat kat fazladır.

Zîra meşakkat ve mihnete sebep olan bir mâninin bulunması, yapılan amelin kıymetini semâya yükseltir. Meşekkat ve mihnete sokan bir mâninin olmaması ise onun amelinin kıymetini düşürür. Bu sebeple insanların havâssı (seçilmişleri), meleklerin havâssından (seçil­mişlerinden) daha faziletlidir.

Zîra insanların tâatı (ibâdeti ve Allah'ın emrine uyması)nın bir takım mânileri var iken, meleklerin ibâdeti, bu mânilerden uzaktır.

Görülmüyor mu ki, askerlerin itibarı, devletin bekası­na mâni olan düşmanların istilâları zamanındadır. As­kerlerin böyle zamanlardaki küçük hareketleri (hizmet­leri), onların sair zamanlardaki birçok hareketlerinden kat kat üstündür.

Malumdur ki, hevâ ve heves Allâhü Teâlâ'nın düş­manları olan nefis ve şeytanın razı oldukları şeylerdir. İlim ve İslam dinine uygun amel işlemek ise Allâhü Teâlâ'nın razı olduğu şeylerdir. Mevlâ'nın düşmanlarını razı edip, nimetlerin sahibi olan Mevlâ'yı gazaplandırmak akıl kârı değildir. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbani 3-25)

24 Mart 2010 Çarşamba

EN GÜÇLÜ BAĞ: SEVGİ

EN GÜÇLÜ BAĞ: SEVGİ
24 MART 2010 CARSAMBA

Bir gün Allah'ın elçisi, torunu Hz. Hasan'ı öpmüştü. Yanında sahabeden biri vardı. Dedi ki: "Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim." Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v), "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez" buyurdu (Buhârî).

İnsanlar arasındaki en güçlü bağlar sevgi yoluyla gerçekleşir. Bu sebeple Peygamberimiz, sevdiğimiz kimseye bu duygumuzu ifade etmemizi tavsiye etmektedir. Tıpkı bunun gibi, çocuklara karşı duyulan sevgi ve merhamet duygusunun da onlara bir şekilde hissettirilmesi gerekmektedir. Bunun en güzel uygulamasını bizzat Hz. Peygamber'in hayatında görüyoruz.

BERCESTE

BERCESTE
24 MART 2010 CARSAMBA

"Taat ve ibadetini eksiltmeyerek artıran, ömrü uzadıkça taat ve ibadetlerini ziyadeleştiren kimse müttakilerden yazılır. Ancak müttakilerden yazıldıktan sonra hüsnü hatimeye, iyi akıbete kavuşabilir"
[Gavs-ı Bilvânisî (k.s)]

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-FETTÂH

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-FETTÂH
24 MART 2010 CARSAMBA


el-FETTÂH: Allah (c.c) her türlü müşkülleri ortadan kaldıran ve açandır. Maddi ve manevi genişlikler veren yalnız O'dur. Bitkilerin çiçek açması, tohum ve çekirdeklerin sümbül vermesi, rızık ve rahmet kapılarının açılması hep Fettâh ism-i şerifinin tecellisindendir.

EN DEGERLİ MİRAS

EN DEGERLİ MİRAS
24 MART 2010 CARSAMBA

Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurur:

"Hiçbir baba evladına güzel edep ve terbiyeden daha değerli ve üstün bir miras bırakamaz" (Tİrmizî).

İnsanın ailesine karşı sorumlu olduğu maddi ihtiyaçlarının yanında bir de manevi ihtiyaçları vardır. Onlara inanmaları gereken iman esaslarını ve uymaları gereken ahlâk esaslarını öğretmek, ebeveynlerin sorumluluğu altındadır.

Kişinin çoluk çocuk sahibi olması, beraberinde büyük sorumluluklar gerektiren bir durumdur. Nitekim yüce dinimizde anne baba ile çocuk arasındaki münasebetler hem ahlâkî hem de hukukî yönden belli esaslara bağlanmıştır. Durum böyle olunca çocuğun varlığı ciddiye alınmalı; iyi, güzel ahlâk sahibi bir kişi olarak yetişmesi için her türlü gayret ve fedakârlık gösterilmelidir.

Bebeklik döneminden itibaren uygulanmaya başlanan alıştırmalarla çocukta sağlam bir ahlâkî yapının meydana gelmesi hedef alınmalıdır. Bunda davranış eğitimi her şeyden önce gelir. Küçük yaşlarda çocuktaki yanlış davranışların önüne geçilmediği takdirde, ileriki yaşlarda bunların telafisi imkansızlaşır.

23 Mart 2010 Salı

BİR ŞİİR

BİR ŞİİR
23 MART 2010 SALI


Sinemi sardı çürüttü gafletin mikropları
Bu müzmin illete şifa sormaktır, arzum benim.

Kürrdeki desen desen beşerî âlem için
Cümlesine bir fakülte kurmaktır, arzum benim.


(Erzurumlu İbrahim Hakkı)

ALLAH VE RESULÜ UĞRUNDA

ALLAH VE RESULÜ UĞRUNDA
23 MART 2010 SALI

Her kim Allah ve Resulü uğrunda (dini için, ilim öğren­mek için) hicret niyeti ile evinden çıkar da sonra mak­sadına varmadan ölüm kendisine yetişirse onun müka­fatı Allâhü Teâlâ üzerinedir. Niyet ettiği amelini tamam­lamış gibi mükâfatını tam olarak alır.

Bu sebeple bu hususta 'Yerimden ayrılırsam maksada ya varırım ya da ulaşamam, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayayım' diye düşünmemelidir. Allâhü Teâlâ için hareket eden, hasbelkader yarı yolda da kalsa yine sevaba tam olarak alacağını bilmelidir.

Cündüb bin Damre (r.a.), Mekke'den hicret edip Medi­ne'ye gelirken Ten'im isimli yere vardığında vefat ede­ceğini hissetmiş ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak "Allah'ım! Şu senin, şu da Resulünün (eli), Resulün sa­na ne ile bîat ettiyse ben de öyle bîat ediyorum" demiş ve ruhunu teslim etmişti.

Bu haber Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashabına ulaşınca "Medine'de vefat etseydi mükâfatı daha tamam olurdu." demişlerdi. Bunun üzerine "Her kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik te bulur ve her kim Allah'a ve peygambere hicret niyetiyle evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun ecri Allah'a aittir, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir" (Nisa Sûresi, âyet 100) mealindeki âyet-i kerîme nazil oldu.

Âyet-i kerîme, ilim talebesi, hac veya cihad ya da bunlar gibi Allah rızâsı için olan her hicretin Allah'a ve Resûlü'ne hicret olduğunu beyan etmektedir. Anahtar Kelimeler: ALLAH VE RESULÜ UĞRUNDA - Allah ve Resulü ugrunda - Allah ve Resulu ugruna -

BİR ZABİTİN HÂTIRA DEFTERİNDEN: ÇANAKKALE

BİR ZABİTİN HÂTIRA DEFTERİNDEN: ÇANAKKALE
23 MART 2010 SALI

30 Ağustos 1915: Gecesi bölüğümün birinci takım ça­vuşu: Efendim, dedi. Bizim takımdan Oruçoğulları'ndan Kamanlı Sâdık siperden fırladı. Düşmanın gündüz attığı torpillerin patlamayanlarını kucaklayıp düşman siperle­rinin önüne götürüp bırakıyor. Kendisine o kadar söyle­dik, etme be Sâdık, tehlikedir, dedik ama dinlemedi. Ve eliyle göstererek:

- İşte! Dedi, bakın... Döndüğünde Sâdık'ı çağırdım;

- Sâdık ne yaptın, dedim. Yarın yine bize atsın diye mi düşmana torpil taşıyorsun? Hayır beyefendi, dedi. On­ları kendi kazdıkları kuyuya düşüreceğim.

- Nasıl, onlara cephane, mermi, torpil taşıyarak mı?

- Kusura bakma beyefendi... Bana yarın sabaha kadar müsâade et... O zaman düşman siperlerinde ka­zılacak kuyuları görürsün...

Maksadını anlamıştım; bu yiğit ve fedakâr vatan ev­ladını bakışlarımla ve bütün ruhumla takdir ve teşvik ederek:

- Peki Sâdık! Göreyim seni! dedim.

31 Ağustos 1915: Şafak atar atmaz düşmanın karşı­mızdaki iki siperinin müthiş tarrakalar, kulak tırmalayan infilâklarla alt üst olduğu ve pek çok kayıp olduğu görü­lüyordu. Kahraman Sâdık, gece yerleştirdiği torpilleri, tam isabetli atışlarıyla infilâk ettirmeğe muvaffak olmuş­tu. Hemen yanına gittim.

Ben ona "Aferin Sâdık" diye takdir ve teşekkür eder­ken o gülerek: "Beyefendi, bak, akşam dediğim kuyuları görüyon mu?" diyordu...

Akşama kadar yapılan hücumlarda hep Sâdık'ın düş­mana bir aslan gibi saldırdığını gördüm. Akşam üzeri kendi kurşunuyla yaralanan bir düşman neferini omuz-layıp siperimize getirmek üzere iken yan tarafından ge­len bir kurşun, Sâdık'a pek sevdiği şehâdet rütbesini kazandırmıştı.

(Çanakkale Cephesi, Çamlıca)

SEHADET MERTEBESI

SEHADET MERTEBESI
23 MART 2010 SALI

Hem Hak katında hem de halk yanında şehadet mertebesine yükselmek, büyük bir mazhariyettir.

Şehid, Allah'ın huzurunda diri olarak hazır bulunup, rızıklandırılacağı ve cennete gireceğine şehadet olunduğu için bu adı almıştır.

Gazi de şehidler derecesindedir. Hatta Peygamberimiz,

"Bir kimse Allah yolunda şehid olmayı canı gönülden isterse, yatağında ölse dahi Allah onu şehidler derecesine ulaştırır" buyurmuştur (Müslim).

Peygamberimiz'e bir adam sordu:

"Ey Allah'ın Resulü, bana, savaşa denk olan bir amel göster?" Peygamberimiz,

"Buna denk bir amel bulamıyorum, savaşa çıktığı zaman, camiye kapanır, durmadan ve usanmadan namaz kılmaya ve ara vermeden oruç tutmaya gücünüz yeter mi?" buyurdu.

Bunun üzerine adam,

"Buna kimin gücü yeter, ey Allah'ın Resulü?" dedi (Buhârî).

22 Mart 2010 Pazartesi

BİR ŞİİR - 22 MART 2010 PAZARTESİ

BİR ŞİİR
22 MART 2010 PAZARTESİ


Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki İslâm'ı kuşatmış, doğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki ruhunla beraber gezer ecramı adın.

Sen ki a'şara gömülsen taşacaksın...
Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Saha âguşunû açmış duruyor Peygamber.

(Necip Fazıl)

İNSANLARA KARŞI VAZİFELERİMİZ

İNSANLARA KARŞI VAZİFELERİMİZ
22 MART 2010 PAZARTESI

Kıyamet günü, Allâhü Teâlâ tam bir adaletle hükme­der, kimsenin kimsede zerre kadar hakkını bırakmaz. Zalimin sevabından alır, mazluma verir. Sevabı yok ise mazlumun günahlarını zâlim olana yükletip, cehenne­me gönderir. Kul hakları Rabbimizin haklarından ağır­dır. Allâhü Teâlâ kendi hakkını affedebilir, fakat kulun kuldaki hakkını alır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ashabına 'Müflis (iflas eden) kimdir?' diye sordular. Onlar da 'Elinde avucunda parası, malı kalmayandır.' diye cevap verdiler. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ise, 'Asıl müflis şu kim­sedir ki; ümmetimden bir kimse kıyamet gününde pek çok ibâdet ve itaat sevabıyla Mevlânın huzuruna gelir. Lakin bu kişi dünyada birçok insanı dövmüş, sövmüş, iftira etmiş, paralarını almış, kanlarına girmiştir. İşte bu insandan o şahıslar haklarını isterler. Olanca sevaplarını bunlar alırlar. Sevapları bittiğinde borcu kapanmaz ise onların günahlarından verilir ve sonunda cehenneme ka­dar gider. Asıl müflis bu adamdır.' buyurdular.

Kıyamet gününü düşünüp, kimseyi incitmemen, Müs­lüman olsun veya olmasın kimsenin hakkını almamalı, Kul haklarından sakınmak için insanın yüreğinde Allah korkusu, hesap ve azab kaygısı olmalı,

El, ayak, göz, kulak ve diğer azalarımız Rabbimizin haram kıldığı şeylere kat'ıyyen cesaret etmemeli, kim­senin malına, canına, ırzına göz dikmemeli, Fakirlere, muhtaçlara elimizden gelen iyilikleri yapmalı, Yaşlılara hürmet, küçüklere merhamet etmeli, dargın­ları barıştırmalı,

Kötü söz söylememeli, gıybet etmemeli; doğru söz söyleyip sözünde durmalı,

Bildiklerini öğretmeli, iyilikleri tavsiye edip, fenalıktan uzaklaştırmalı,

Kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmelidir.

BÜYÜK GÜNAHLAR

BÜYÜK GÜNAHLAR
22 MART 2010 PAZARTESI

Ebû Tâlib el-Mekkî anlatır:

Büyük günahların dördü kalptedir: Allah'a şirk koşmak, isyana devam etmeye niyetli olmak, Allah'ın rahmetinden tamamen ümidi kesmek, Allah'ın azabından ve gazabından çok emin olmak.
Dördü de dildedir: iftira etmek, yalancı şahitlikte bulunmak, sihir ile meşgul olmak, yalan yere (Allah ve Resulü adına) yemin etmek.

Üçü de midededir: Haram ve yetim malı yemek, faiz yemek, sarhoşluk veren şeyleri yemek, içmek.

İkisi de edep yerindedir: Zina ve livâta.

İkisi eldedir: Adam öldürmek, hırsızlık yapmak.

Biri ayaktadır: Savaş alanından kaçmak.

Biri de vardır ki o da bütün bedenle alakalıdır: Anne ve babaya âsi olmak.

21 Mart 2010 Pazar

HELÂL VE TEMİZ OLAN ŞEYLERİ TÜKETİN

HELÂL VE TEMİZ OLAN ŞEYLERİ TÜKETİN
21 MART 2010 PAZAR

Mümin, her şeyden önce helâl ve temiz olan şeyleri tüketmek zorundadır. Yediği veya kullandığı şeylerde maddi ve manevi bir pislik bulunduğunda, ibadetlerinin kabul edilmeyeceğini Hz. Peygamber (s.a.v) haber veriyor. Esasen Allah (c.c) ve Hz. Âdem'den beri bütün peygamberlere helâl ve temiz şeylerin yenmesini emretmişlerdir:

"Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, faydalı iş işleyin. Doğrusu ben, yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim" (Müminun 23/51).

"Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır" (Bakara 2/168).

Burada yüce Allah, kullarını helâl ve temiz olan şeylerden yiyip içmeye, şeytanın izinden gidip haramlara bulaşmamaya çağırıyor.

MUKADDESÂTA HÜRMET

MUKADDESÂTA HÜRMET
21 MART 2010 PAZAR


İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden biri anlatıyor:

Bir gün İmâm-ı Rabbânî Hazretleri'nin (k.s.) yanında idim. Bir şey yazmakla meşguldüler. Aniden kalkıp abdesthâneye gittiler. Fakat hemen geri çıktılar. Böyle sü­ratle girip hemen acele ile dışarı çıkmalarına hayret etmiştim. Acaba bunun sebebi nedir? dedim. Heladan çıkar çıkmaz, su ibriğini istediler ve sol ellerinin başparmağını yıkayıp ovaladılar. Sonra tekrar helaya girdiler. Bir müddet sonra çıkınca buyurdular:

"Acele ile helaya girdim. Gözüm tırnağımın üzerine takıldı. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Bunu, kalem ya­zıyor mu, diye kontrol etmek için yapmıştım. Halbuki, o nokta Kur'ân-ı Kerîm'in harflerini yazarken kullanılır. Orada oturmağı doğru görmedim ve edebe uygun bul­madım. İdrar sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de bu sıkıntı, bir edebi terk etmenin vereceği sıkıntının yanında çok az göründü. Dışarı çıkıp o noktayı yıkadım ve içeri girdim."

BİR BÖLÜK KUMANDANININ HATIRA DEFTERİNDEN

BİR BÖLÜK KUMANDANININ HATIRA DEFTERİNDEN
21 MART 2010 PAZAR

Çanakkale'de; Kanlısırt'taki düşmanın ileri siperlerin­den birinde bir mitralyöz, fırkanın bütün cephesini taciz ediyordu. Daha bitirilememiş gizli yollardan bâzıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra sipere gelirken vu­rulanların acı haberlerini alıyorduk...

Gece toplanmış konuşuyorduk. Sohbetimiz bu uğur­suz mitralyöz üstünde dönüp duruyordu:

- Ey!.. Bu mitralyöz tahrip edilemeyecek mi?

- Siperler yakındır, topçu ateş edemez.

- Bir hücum yapsak! -Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.

- Sen ne dersin ha, Mustafa Çavuş; can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz?

O, cevap vermedi; derin derin düşünüyordu; Akşe­hir'in Karapınar nahiyesinden Mehmed oğlu Mustafa, en babayiğidimiz idi. Bahis değişmek üzere iken Mus­tafa Çavuş: "Ben bunu gidip götürürün!" dedi. "Satmıyorlarmış galiba!..." diye latife ettik. Fakat o, hiç tavrını bozmadı. Kendini siperin üstüne fırlattı. İki hemşerisi ar­kasından koştu. Hepimiz heyecandan sararmış, tüfek­leri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle da­yanılmaz bir arzu duyuyorduk ki. Hey yâ Rabbi, eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!..

Kulaklarımızı toprağa yapıştırıp kurşun seslerini, bomba uğultularını dinleyerek tam bir çeyrek bu vazi­yette bekledik...

Mustafa Çavuş arkasında bir mitralyözle geliyordu. Yanında bir kişi vardı. Sonra anladık ki, üç arkadaş görünmeksizin ilerlemişler, mitralyözün bulunduğu sipere atlamışlar, birkaç süngü darbesinden sonra, büyük bir baskına uğradığını zanneden düşman dağılmaya başla­mış. Mustafa Çavuş mitralyözü omuzlamış dönerken ar­kadaşı alnına isabet eden bir kurşunla şehîd düşmüş...

Mustafa Çavuş, arkasında zaptettiği mitralyözle, göz­leri yaş dolu yanımıza geldi. Kaybettiği arkadaşının tees­süründen titreyen bir sesle: "Alun şu uğursuzu, bana bahâlıya oturdu!" dedi. (Çanakkale Cephesi, Çamlıca)

20 Mart 2010 Cumartesi

ANNE VE BABANIN DEĞERİ

ANNE VE BABANIN DEĞERİ
20 MART 2010 CUMARTESİ

Neslin devam edebilmesi için bütün zorlukları çeken anne babalardır. Anne, yavrusunu karnında taşır, hamilelik süresince pek çok güçlükle karşılaşır, hayatî tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur. Hiçbir şeye gücü yetmeyen bebeğini büyütmek için uykusundan, istirahatinden, sıhhatinden feragat eder. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"Biz insana, anne babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da anne babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır" (Lokman 31/14).

Allah'ın, anne baba ve çocuklar arasında yarattığı sevgi ve saygıdan kaynaklanan işte bu hak-görev ilişkisi, insan neslinin sıhhatli ve sağlam bir şekilde devam edebilmesinin vazgeçilmez bir şartıdır.

19 Mart 2010 Cuma

HARAM YİYENİN İBÂDETİ KABUL OLMAZ

HARAM YİYENİN İBÂDETİ KABUL OLMAZ
19 MART 2010 CUMA

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Kıyamet günü, Tihâme dağları kadar sevapları olan topluluklar gelecek. Onlar Allah'ın huzuruna getirildiğinde, Allâhü Teâlâ on­ların sevaplarını heder edecek ve onları cehenneme atacaktır." buyurdu.

Ebû Huzeyfe'nin (r.a.) azatlı kölesi Salim (r.a.): 'Anam babam sana feda olsun, yâ Resûlallâh! Bu toplulukların kim olduğunu bize bildir, biz de bilelim. Seni hak pey­gamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onlardan olmaktan korkuyorum,' dedi.

Resûlullâh (s.a.v): 'Ey Salim! Onlar namaz kılarlar ve oruç tutarlardı. Ancak kendilerine haramdan bir şey ve­rildiği zaman hemen atılıp onu alırlardı. Bundan dolayı Allah onların amellerini kabul etmedi,' buyurdu.

ESKİ HEKİMLERİN AHLÂKI

ESKİ HEKİMLERİN AHLÂKI
19 MART 2010 CUMA

Sultan İkinci Mahmud devrinde İstanbul'a gelip yıllar­ca ülkemizde tedkikler yapmış olan Doktor Brayer 1836 da yayınlanan eserinde diyor ki:

• Herhangi bir Türk hekimine muayene için gelen has­ta çok da olsa, toplanan para gayet az olur: Çünkü bu hastaların dörtte üçü fakir tabakadan olduğu için hekim onlardan hiçbir ücret istemez. Hastalar para vermeden
çıkıp gider.

• Para yerenlerin birçokları da orta tabakaya mensup oldukları için pek az bir şey verirler. Meselâ bir gün aya­ğından kan aldıran bir Harem ağası masanın üstünde altı para bırakıp gitmiştir.

• Eski Türk hekimleri için hastalardan hiç para iste­memek bir prensip meselesidir. Onlar -kendilerine ne verilirse memnuniyetle kabul ederler. Bunun sebebi, Müslümanlıkta bir kişinin hayatını kurtarmanın bütün insanlığı kurtarmak kadar büyük bir sevap sayılmasıdır. İşte bundan dolayı Türk hekiminin tek gayesi insanlığa hizmetten ibarettir. Bu duruma göre eski Türk hekimleri geçimlerini nasıl sağlamışlardı? Bu nokta da yalnız bazı zengin hastaların lütfen verdikleri fazla paralarla açıklanabilir.

YUMUŞAK HUYLU ve MERHAMETLİ OLMAK

YUMUŞAK HUYLU ve MERHAMETLİ OLMAK
19 MART 2010 CUMA

Resûlullah (s.a.v) anlatır:

"Bir adam yolda yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Bir kuyuya rastladı, inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam,

'Bu köpek de benim gibi susamış' diyerek kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti. Sahabiler sordu:

'Ey Allah'ın Resûlü! Yani bize hayvanlara yaptığımız iyilikler için de ecir mi var?'

Evet! Her ciğer sahibi için bir ecir vardır." (Ebû Davud)

Bir defasında Hz. Âişe validemiz huysuz bir deveye binmiş, onu oraya buraya sürüklemeye başlamıştı. Resûlullah (s.a.v) Hz. Âişe'ye hitaben,

"Yumuşaklıkla muamele etmekten ayrılma. Çünkü yumuşaklık herhangi bir şeyde bulunursa onu muhakkak güzelleştirir. Herhangi bir şeyden de yumuşaklık alınırsa onu kötüleştirir" buyurdu. (Ebû Davud)

BİR ŞİİR

BİR ŞİİR
19 MART 2010 CUMA


Sıyırıp sırtımdan atsam ikilik gömleğini
Kaldırıp da yerden yere vurmaktır, arzum benim.

Bir kez yolum uğrasaydı erenler meclisine
Sıdk ile huzurda boyun burmaktır, arzum benim.


(Erzurumlu İbrahim Hakkı)

18 Mart 2010 Perşembe

HZ. UMEYR'İN ŞEHÂDETİ (R.A.)

HZ. UMEYR'İN ŞEHÂDETİ (R.A.)
18 MART 2010 PERSEMBE

Sa'd bin Ebî Vakkâs (r.a.) anlatıyor:

Resûlullâh (s.a.v.) Bedir Harbi için orduyu henüz tef­tiş etmeden evvel kardeşim Umeyr'i gördüm, Resûlullâh'a görünmemeye çalışıyordu. Ben, 'Ne oldu, ne var?' diye sordum. Umeyr: 'Resûlullâh'ın (s.a.v.) beni görme­sinden ve küçük olduğum için orduya almayıp geri çevirmesinden korkuyorum. Fakat ben harbe katılmayı çok istiyorum. Allah'ın beni şehitlik nimetiyle rızıklandırmasını ümid ediyorum,' dedi.

Resûlullâh (s.a.v.) orduyu teftiş ederken Umeyr'i gördü ve yaşı küçük olduğu için orduya katılmasına izin verme­di ve 'Sen geri dön' buyurdu. Resûlullâh harbe katılmasına izin vermeyince kardeşim Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) ona izin verdi.

Küçük olduğu için kılıcını ben bağladım. Bu harbde istediği şehitlik nimetine kavuştu. O şehît olduğu zaman on altı yaşında idi. Radıyallahü anh.

ÖRTÜNME EMRİ

ÖRTÜNME EMRİ
18 MART 2010 PERSEMBE

Hz. Peygamber (s.a.v) örtünme ile ilgili âyetlerin tefsirini yapmış ve onların, nasıl uygulanacağını göstermiştir. Hz. Aişe (r.a) anlatır:

"Bir gün Hz. Ebû Bekir'in kızı (kız kardeşim) Esma ince bir elbise ile Resûlullah'ın (s.a.v) huzuruna girmişti, Hz. Peygamber ondan yüz çevirdi ve şöyle buyurdu:

"Ey Esma! Kadın ergenlik çağına ulaşınca onun şu yüzü ve elleri hariç diğer yerlerinin görülmesi helâl değildir!" (Ebû Davud).

"Allah Teâlâ ergenlik çağına girmiş bir kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ebû Davud).

Örtünmenin farz olduğu yerlerden biri de mescid ve namazdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey âdemoğulları! Her mescide (namaza) gelişte elbiselerinizi giyin (avret yerlerinizi Örtün)" (A'râf 7/31).

BİR ÖĞÜT

BİR ÖĞÜT
18 MART 2010 PERSEMBE


Hz. Ali (r.a) bir gün dışarı çıktı, baktı ki bazıları oturmuşlar; onlara sordu: "Siz kimsiniz?"

"Senin taraftarınız."

"Sübhanallâh, sizde taraftarım olduğunuza dair bir alamet göremiyorum. Beni sevenin alameti şunlardır:

-Ağlamaktan, gözü az görmeye başlar.

-Oruçtan dolayı, karnı içe çöker.

-Dudakları duadan titremeye başlar.

-Uykusuzluktan rengi sararır.

-Onların yüzlerinde, Allah'tan korkanların izleri vardır."

17 Mart 2010 Çarşamba

ASHÂB-I KİRAMIN HEPSİ CENNETE GİRER

ASHÂB-I KİRAMIN HEPSİ CENNETE GİRER
17 MART 2010 CARSAMBA

"...Ashâb-ı Kiram, kitab ve sünneti tebliğ edenler­dir. İcmâ (delili de) onların asrına bağlıdır. Eğer onların hepsi veya bâzıları dalâlet ve fâsıklıkla vasıflanmış olsa dinin tamamından veya bir kısmından îtimâd kalkar. Pey­gamberlerin sonuncusu ve en faziletlisi olan Muhammed Mustafâ'nın (s.a.v.) gönderilmesinin faydası da az olur. Kur'ân-ı Kerîm'i toplayan Hz. Osman'dır, hatta Hz. Sıddîk'tır, Hz. Faruk'tur (r.anhum). Eğer onlar ta'n (zem) edil­miş ve âdil olmamış olsalar Kur'ân'a nasıl îtimâd edilir, din neyle ayakta kalırdı? Bu işin ne kadar kötü ve fena olduğunu düşünmek lazımdır.

Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashabının tamamı âdildir; onların bize ulaştırdığı her şey gerçek ve doğrudur. Hz. Ali'nin (r.a.) hilâfeti zamanında vâki olan ihtilaflar ve münâkaşa­lar, hevâ ve heves sebebiyle olmamıştır. Makam ve baş olmak uğruna da olmamıştır. Bilakis bu münâkaşalar -onlardan birinin içtihadı hatalı olsa ve isabetsiz olsa dahi- ictihad ve istinbât sebebiyle olmuştur.

Ehl-i sünnet ve'l-cemâat âlimlerine göre bu savaşlarda ve münâkaşalarda haklı olan Hz. Ali (k.v.) idi. Ona mu­halif olanlar ise hatalı idiler. Ancak buradaki hatanın menşei ictihad olunca bu içtihadın sahibi dil uzatılmaktan ve kötülenmekten uzak olur. Kasd olunan, Hz. Ali tara­fının haklılığı ve muhaliflerinin hata etmiş olmalarıdır. Ehl-i sünnet bununla hükmetmiştir. Ancak muhaliflere dil uzatmak faydasız bir fuzûlîliktir. Hatta zararlı olma ihti­malini de içine almaktadır. Çünkü onlar Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashabıdır (r.anhum). Bazıları cennetle müjdelenmiştir. Bazıları günahları bağışlanmış ve âhiret azabı kendilerinden kaldırılmış olan Bedir ashabıdır.

Nitekim sahih hadîs-i şeriflerde şöyle vârid olmuştur: "Allâhü Teâlâ Bedir ehline rahmet nazarı ile baktı ve: 'Dilediğinizi yapın, ben sizi mağfiret buyurdum' buyurdu". Onların bazısı da Rıdvan bîatı ile şereflenmiştir. Resû­lullâh (s.a.v.) Efendimiz "Ağacın altında bîat edenlerden hiç kimse cehenneme girmeyecektir" buyurmuştur. Hatta âlimler: "Bütün sahabenin, ehl-i cennet olduğu Kur'ân-ı Kerîmden anlaşılır." demişlerdir... (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî 3/24)

ŞEFKATİNİZİ GÖSTERİN

ŞEFKATİNİZİ GÖSTERİN
17 MART 2010 CARSAMBA

Başta ebeveyn olmak üzere bütün büyüklerin küçüklere olan münasebetinde en önemli esas, onlara gösterilecek sevgi ve şefkattir. Büyüklerde takdir edilme ihtiyacı ne ise, küçüklerde de sevilme ihtiyacı aynı şeydir. Ancak bu sevgi, onların gelişmesinde gıda hükmündedir ve sosyalleşmesinde en önemli faktör olması sebebiyle çok daha mühimdir.

Çocuğun ilerleyen yıllarda göstereceği bir kısım ruhî bozukluklar, ailesinden yeteri kadar sevgi ve ilgi görmemesi, kötü muamelelere maruz kalmasıyla irtibatlıdır.

Çocuk temiz havaya nasıl muhtaçsa sevgiye de muhtaçtır. Aile içerisinde sevilme ve reddedilme gibi durumların çocuğun konuşma kapasitesine de müsbet yahut menfi yönde etki ettiği de ortadadır. Anahtar Kelimeler: 17.03.2010 - Sevgi - Şefkat -

AMEL DEFTERİ

AMEL DEFTERİ
17 MART 2010 CARSAMBA

Amel defteri; insan ömrünün hulâsasıdır. Dünyada yaptığı ve her gece ve gündüz meleklerin kaydettikleri sayfalardan bir defter-i kebîr veya onun bilançosu gibi bir sayfaya yazılmış hulâsası vesîkadır.

İnsanın bir işini sağ eliyle yapması, sağlam, dürüst, kendi lehinde ve iyi yapması; sol eliyle yapması da ar­kaya atması ve ihmal etmesi, başkasından umması ma­nalarını ifâde eder. Onun için sevapları yazan melekler sağda, günahları yazan melekler solda denildiği gibi, melek sağdan gelir şeytan soldan gelir denilir.

İnsanın mesuliyeti kendi iradesi ile işlediklerine bağlı­dır. Bu cihetle insan hayır veya şer, sevab veya günah iş­lerken, kendi isteği ile yaptığı için sağındaki ve solundaki meleklere -kâtibine emreder gibi- emredip defterine yazdırdığından kendisi yazmış ve kaydetmiş demek olur.

Eğer o yazdırdığı şeyler, ileride Hakk'ın huzurunda yüzünü kara çıkarmayacak, kârlı, sâlih, doğru dürüst ameller ise o defter kendi lehinde sağlam, mu'teber, hesabına güzel yazı ile yazılmış bir defter olur, onu sağ eliyle alır.

Böyle olmak için her gün Allah'a karşı kendi vicda­nında kendi hesabını görmeli ve ona göre de yarın için hazırlık yapmalıdır.

Vicdanında her gün kendini Hakk'a karşı muhasebe etmeyen kimse, Allah'ın emri çerçevesinde doğru yap­mayan, eğriyi doğru, doğruyu eğri yapmaya kalkışarak defterini kötü amellerle doldurtan kimse defterini ters tutmuş, solak yazmış ve yazdırmış demektir. Bu kimse defterini sol eliyle alır.

Halbuki meleklerin tuttuğu zabıt onun aleyhinde ola­rak, muameleyi olduğu gibi göstermiş ve ona imza etti­rilmiş olduğundan; sağlam, doğru ve mu'teber bulun­duğundan, o kimse de kendinin düşmanı gibi aleyhinde olmak üzere tescîl ve imza etmiş, ters yola gitmiş oldu­ğunu o gün anlamış olur. Anahtar Kelimeler: Itikad - Amel - Amel Defteri - Amel defteri nedir ? Amel defteri neye denir ?

16 Mart 2010 Salı

Kahvaltı kilo vermenize nasıl yardımcı oluyor ?

Kahvaltı kilo vermenize nasıl yardımcı oluyor ?
16 MART 2010 SALI

Geleneksel kahvaltınız, bir fincan kahve veya bir elma olabilir ya da sabahları hiçbir şey yemeyebilirsiniz. Kalori vermek için bir öğünden kaçtığınızı düşünebilirsiniz. Ancak, kahvaltı yapmamak kilo vermek için yanlış bir yaklaşım.

Bir araştırma grubu, düzenli olarak kahvaltı yapanların yapmayanlara göre daha düşük yağ alımına sahip olduğunu buldu. Kahvaltı yapmak gün boyunca açlık seviyenizi düşürüyor, sonraki öğünlerde daha iyi yiyecek tercihi yapmanızı sağlıyor. Markete alışverişe aç gitmemeniz gerektiği gibi, güne de aç başlamamalısınız.

Kalktığınız anda, vücudunuz yiyeceksiz geçen bir geceden sonra hayatta kalma modundadır. Adrenaliniz pompalanıyor ve metabolizma ile kan şekerini kontrol eden kortizol seviyeniz yüksektir. Beyniniz, yiyecek formunda enerji için ava başlar. Eğer kahvaltı yapmazsanız, aç olan beyninize gereken yakıtı sağlayamazsınız. Bu nedenle beyin, kaslarınızda depolanan enerjinin peşinden gider. Kan şekeriniz düşer, metabolizmanız zayıflar. Daha az kalori yakarsınız ve kendinizi biraz cansız hissedersiniz. Sonunda bir şeyler yediğinizde, vücudunuz yiyecekleri yağ olarak depolar.

Meyveler, sebzeler ve tam tahıllar lif dolu yiyeceklerdir. Lifin sağlığınız için sayısız faydası var: kabızlığı önlüyor, kolesterolü düşürüyor, kan şekerini kontrol altında tutuyor ve tok hissetmenize yardımcı oluyor. Taze meyve kahvaltı için iyi bir seçenektir. Donmuş meyve de olabilir, çünkü onlarda da birçok besin değeri bulunuyor. Tam tahıllı ekmekleri ya da kahvaltı gevreklerini de başka bir alternatif olarak düşünebilirsiniz. Karbonhidrat karışımına ihtiyacınız varsa, az yağlı bir tost yiyebilirsiniz.

İdeal kahvaltı: Çeşitli sebzelerle ve bir yumurta beyazıyla yapacağınız omlet, güne başlamanın iyi bir yolu olabilir. Ancak, birçok insan kahvaltıdan kaçıyor. Çünkü sabahları kahvaltı hazırlamak için yeterince zamanları olmadığını bahane ediyor. Güne zinde başlamak için çok kolay hazırlanan birçok yiyecek var. Yerfıstığı ezmeli muz, size protein sağlayacaktır. Sağlıklı bir içecek için biraz meyve, buz ve yoğurdu blendırda çırpıp içebilirsiniz. Ya da bir kâse yağsız yoğurdun için muz veya yaban mersini atıp yiyebilirsiniz.

Kaynak: Zaman Online

UYKUSUNU BÖLEN O BAHTİYAR KULLAR

UYKUSUNU BÖLEN O BAHTİYAR KULLAR
16 MART 2010 SALI

Uykunun en tatlı yerinde uyanmak, abdest alıp namaza durmak çok özel bir şey. Buna teheccüd denir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v) biricik kızını ve damadını teheccüde kaldırır, farzlardan sonra Allah'a en sevimli olan namaza (teheccüde) çağırırdı (Müslim).

Yüce Mevlâ, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) hitaben, "Gecenin bir kısmında da uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere nafile namaz kıl; ola ki bu sayede Rabb'in seni övgüye değer bir makama ulaştırır" (İsrâ 17/79).

Âlemlerin Rabbi, geceleyin kalkıp namaz kılan kullarını da şöyle anlatıyor:

"Korkuyla ve ümitle Rab'lerine yalvarıp dua ettikleri için bedenleri yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetlerin hazırlanıp saklandığını hiç kimse bilemez" (Secde 32/16-17).

İMAM CAFER-İ SÂDIK'DAN (R.A.)

İMAM CAFER-İ SÂDIK'DAN (R.A.)
16 MART 2010 SALI

İmam Câfer-i Sâdık Hazretleri Silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye'nin dördüncü halkasıdır. Hicri 83 (m.702)'de Medine'de doğmuş, 148 (m.765)'de Mekke'de vefat et­miştir. Hikmetli sözlerinden:

Takvadan daha hayırlı azık, susmaktan daha güzel şey, cehaletten daha zararlı düşman, yalandan daha büyük bir hastalık yoktur.

Hoşuna giden bir şeye kavuşursan Allâhü Teâlâ'ya hamdi çoğalt, hoşuna gitmeyen bir şey olursa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm"i çok oku, rızkın daralırsa istiğfarı çoğalt.

Hz. Allah, dünyâya şöyle vahyetti; 'Ey dünyâ! Bana hizmet edene hizmetçi ol. Sana hizmet edene de me­şakkat ver.'

Namaz, her takvâlı müslümanın Rabbine yaklaş­masıdır.

Hac her zayıfın cihâdıdır.

Bedenin zekâtı oruçtur.

Amelsiz duâ eden, kirişsiz ok atan gibidir.

Rızkınızı sadaka vermekle bollaştırın, mallarınızı zekât ile koruyun.

İktisât eden muhtaç düşmez.

Tedbir, geçimin yarısıdır.

Dostluk, aklın yarısıdır.

Ana ve babasını hüzünlendiren onlara isyan etmiş olur.

Musîbete uğrayınca (sabretmeyip) dizine vuran ec­rini kaybetmiş olur.

Hz. Allah sabrı musîbetin miktarına göre, rızkı meûnet, (zahmet)in miktarına göre indirir.

Kim geçiminde iktisât ederse Allah onu rızıklandırır. Her kim israf ederse Allah onu mahrum bırakır.

Din kardeşlerinizle sofraya oturduğunuzda otur­mayı uzatın. Zira o, ömrünüzden sayılmaz.

Yemeği din kardeşine ikram etmekte büyük fazîlet vardır.

Kaynak: Fazilet Takvimi

ŞEYTANIN KALBE MÜDAHALESİ

ŞEYTANIN KALBE MÜDAHALESİ
16 MART 2010 SALI

İmam Gazâlî (k.s) şöyle der:

Şeytan Allah Teâlâ'nın yarattığı öyle bir yaratıktır ki şerri, kötülüğü vaat eder. Çirkin şeyleri emreder.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Vesvese şeytandan gelir ve şerri davet eder, hakkı yalanlar ve hayırdan meneder. Kalbinde bunu bulan, şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın" (Tirmizî).

İnsan şehvet ve gazaba uyarsa, istekleri vasıtasıyla şeytanın istilasına uğrar.

Resûlullah (s.a.v), "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım' var, fakat Allah bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emreder" buyurdu (Müslim).

Nefsanî arzulara uyularak dünya sevgisi kalbi kaplarsa, şeytan vesvese için çare bulmuş olur.

"Şüphesiz şeytan, sizin için büyük bir düşmandır. Siz de onu düşman tanıyın..." (Fâtır 35/6). Anahtar Kelimeler: Şeytanin kalbe müdahalesi - Şeytanin kalbe etkisi - Şeytanin kalbe vesvesesi -

15 Mart 2010 Pazartesi

BERCESTE

BERCESTE
15 MART 2010 PAZARTESI


"Bütün kazançlar, Allah Teâlâ'nın rızasında ve salih amellerde toplanır"
[- Gavs-ı Bilvânisî (k.s) -]

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-VEHHÂB

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-VEHHÂB
15 MART 2010 PAZARTESI


el-VEHHÂB: O (c.c), hiçbir karşılık beklemeden çeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayan, her zaman, her yerde ve her şeyi çok çok ve bol bol verendir.

HÂCE MUHAMMED BABA SEMMÂSÎ (K.S.)

HÂCE MUHAMMED BABA SEMMÂSÎ (K.S.)
15 MART 2010 PAZARTESI

Silsile-i Sâdât'tan Muhammed Baba Semmâsî (k.s.) , Ali Râmîtenî (k.s.) hazretlerinin en faziletli halîfesidir. Onun hizmetinde uzun süre bulunmuş ve ondan feyz al­mıştır. Râmîten'in köylerinden Semmâs'da doğdular ve hicrî 755 (M.1354) senesinde vefat ettiler. Ali Râmîtenî hazretleri, vefatından önce irşad makamı için Muhammed Baba Semmâsî'yi (k.s.) seçmiş, hilâfet vazifesini ona yer­miş, diğer talebelerine de ona tabî olmalarını emretmiştir.

Muhammed Baba Semmâsî (k.s.), Şâh-ı Nakşibend (k.s.) doğmadan önce Kasr-ı Hindivan'daki evlerinin önünden geçerken 'Bu topraklardan ileride tarîkat büyü­ğü olacak birinin kokusu geliyor. Burası yakında Kasr-ı Arifân olacak.' buyururlardı. Yine bir gün geçerken 'Bu­radaki koku daha da artmış. Belki de bu zât dünyaya gelmiştir.' buyurdular. Bu sırada Şâh-ı Nakşibend do­ğalı üç gün olmuştu. Dedesi Şâh-ı Nakşibend'in göğsü­ne hediye koyup Hâce Baba'nın huzuruna getirdi.

Hâce Baba, "Bu bizim evladımızdır, biz onu kabul ettik." buyurdu. Sonra da: 'Kokusu bize gelen, işte bu zâttır. Yakında zamanının imâmı olacaktır.' müjdesini verdikten sonra en büyük halifesi olan Seyyid Emir Külal (k.s.) hazretlerine: "Oğlum Bahâuddîni sana hava­le ettim. Zahiren ve bâtınen terbiyesi sana aittir." buyur­du. Emir Külal hazretleri de kalkıp elini göğsüne koydu ve "Eğer bir kusurum olursa merd olmayayım." dedi ve hocasının emrini kabul etti.

Şâh-ı Nakşibend (k.s.) anlatıyor: Evlenmeden önce dedem beni Hâce Baba hazretlerine gönderdi. Huzu­runa çıkmadan önceki gece mescidine gittim ye iki rekat namaz kılıp "Yâ Rabbi! Belâlarına sabredebilmek için bana kuvvet ver. Muhabbetin uğrunda karşılaşaca­ğım sıkıntılara tahammül gücü ver" diye dua ettim.

Sabah vakti huzuruna çıktığım zaman bana "Ey oğul! 'Yâ Rabbi! Senin rızan nerede ise, bu kulunu orada bu­lundur!' diye dua et! Allâhü Teâlâ, eğer dostuna belâ gönderirse, yine inayeti ile belâya sabır ve tahammülü de ihsan eder." buyurdu. (Kaddesellahu Esrârehum)

14 Mart 2010 Pazar

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

NAMAZI BOZAN ŞEYLER
14 MART 2010 PAZAR

1. Namazda konuşmak.

2. Bir şey yemek veya içmek.

3. Kendi işiteceği kadar gülmek (yanındakilerin işiteceği kadar gülerse abdesti de bozulur).

4. Birine selâm vermek veya verilen selâmı almak.

5. Göğsünü kıbleden çevirmek.

6. Dünyaya ait bir şeyden veya bir ağrıdan dolayı ağlamak, "ah" demek (Allah korkusundan dolayı ağlamak namazı bozmaz).

7. Öksürüğü yokken öksürmeye çalışmak (Elde olmayarak normal gelen öksürük namazı bozmaz).

8. Namazda bir iş yapmaya çalışmak.

9. Bir şeye üflemek.

10. Kur'an'ı, manası bozulacak şekilde yanlış okumak.

11. Âyeti Kur'an'a bakarak (yüzünden) okumak.

12. Namazda abdesti bozulmak.

13. Teyemmüm eden kimsenin namazda suyu görmesi, mesh müddetinin namazda bitmesi.

14. Cemaatle namazda kadınlarla erkeklerin arada bir perde olmadan yan yana bir safta kılması.

15. Sabah namazını kılarken güneşin doğması._Anahtar Kelimeler: NAMAZI BOZAN ŞEYLER - Namazi bozan seyler - Namazi bozan durumlar - Neler namazi bozar - Namaz ne zaman bozulur - Namaz hangi durumlarda bozulur -

GELEN O... ALEMLERİN EFENDİSİ

GELEN O... ALEMLERİN EFENDİSİ
14 MART 2010 PAZAR


Kapı çalınıyor. Gecenin yarısı... Kim olabilir?

Hz. Ali (r.a) ile Hz. Fâtıma'yı (r.a) bu geç vakitte uyandıran kim?

Bir şey mi oldu? Önemli bir haber mi var? Herkesin uykuda olduğu şu vakitte kapı neden çalınıyor?

İkisi birden uyanıyor. Bakıyorlar, kapıyı çalanın Resûl-i Ekrem (s.a.v) olduğunu anlıyorlar. Gelen o... Alemlerin övüncü, Allah'ın son elçisi. Gece ibadetine kalkmaları için geldiğini biliyorlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) onları uyandırdıktan sonra kendi evine dönüyor. Namaza duruyor (Buhârî).

Gecenin karanlığında, aniden ve sebepsiz yere uyandığı olur insanın. Uykusunun bir yerindeki açıktan başka âlemleri görmüştür. Uyku, uykuda tutamaz artık insanı. Çünkü o, herkesin uykuda olduğu o vakitte Rabb'ine ibadete yönelecek, namaz kılacaktır.

KUŞUN NASİHATİ

KUŞUN NASİHATİ
14 MART 2010 PAZAR


Adamın biri bir tarlakuşu avlamış idi.

Kuş ona; "Beni tuttun ya, ne yapacaksın" dedi.

Adam; kesip yiyeceğim dedi.

Kuş, "Ben semiz değilim; ne etim var ne budum. Ne seni doyururum ne de bir derdine derman olurum. Gel beni sal, ben de sana üç şey öğreteyim ki beni yemen­den senin için daha hayırlıdır. Ama birini elinde iken, diğerini ağacın dalına konduğumda, sonuncusunu da yükseldiğimde söylerim" dedi.

Adam "Peki, söyle bakalım" dedi.

Kuş adamın elinde iken "Elinden kaçırdığın şeye faz­laca üzülerek kendini helak etme" dedi.

Adam kuşu saldı.

Kuş uçtu, ağacın dalına kondu ve ikinci nasihatini söyledi; "Olmayacak şeylere inanıp bel bağlama".

Sonra iyice yükseldi ve adama, "Ey âdemoğlu! Yazık sana, eğer beni kesse idin içimde 90 gr. ağırlığında inci bulurdun" dedi.

Adam iyice hayıflanıp dövünmeye başladı. Sonra kuşa "Peki üçüncü nasihatini söyle" dedi.

Kuş, "Sen ilk ikisini dinlemedin ki, diğerini söyleyeyim. Sana elinden kaçırdığın şeye fazla üzülme dedim, üzüldün. Olmayacak işe inanma dedim, inandın. Benim içimde nasıl 90 gr. inci olur ki ?Bütün tüyüm, et ve kemi­ğim o kadar gelmez." dedi.



KITA:

Yâ Rab benim iktizâyı a'mâlim ile
Olmak görünür reh-rev-i ka'r-i Cahîm

Amma senin iktizâyi fazi ü keremin
Lâyık ki vere ruhsat-ı gül-geşt-i Na'îm. (Nâbî)

Ya Rabbi, benim amellerim ile bana Cehennemin dibine yolcu olmak görünür. Amma senin fazlın, keremin bana Naîm Cennetine girme ruhsatı verse lâyıktır.

13 Mart 2010 Cumartesi

PEYGAMBERLER ALEYHİSSELAM

PEYGAMBERLER ALEYHİSSELAM
13 MART 2010 CUMARTESI

İmanın dördüncü şartı Allâhü Teâlâ'nın peygamberle­rine inanmaktır. Melekler gibi peygamberler de günâh iş­emekten ma'sûm (korunmuş)durlar. Bütün peygamber­lerin evveli Hz. Adem ve sonuncusu Muhammed Mustafâ aleyhimüsselâmdır. Bu ikisinin arasında çok peygamber­ler gelip geçmiştir. Sayısını ancak Allâhü Teâlâ bilir.

Kur'ân-ı Kerîm'de ismi geçen peygamberler şunlardır: Adem, İdris, Nuh, Hûd, Salih, İbrâhîm, Lût, İsmail, İshak Yakub, Yûsuf, Eyyûb, Şuayb, Mûsâ, Harun, Dâvud, Sü­leyman, Yûnus, İlyâs, Elyesa, Zülkifl, Zekeriyâ, Yahya, İsa, Muhammed aleyhimü's-salâtü ve's-selâm.

Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn aleyhimüsselam da Kur an-ı Kerîm'de yazılıdır. Alimler onlar hakkında ihtilâf ettiler; kimi nebi, kimi veli dediler.

Hazret-i Muhammed Habîbullah ve Hz. İsâ Rûhullah ve Hz. Musa Kelîmullah ve Hz. İbrâhîm Halîlullah ve Hz Nuh Neciyyullah ve Hz. Adem Safiyyullah'dır. Bu altısı bütün peygamberlerin üstünüdür. Habîbullah olan Muhammed Mustafâ (s.a.v.) hepsinden üstündür.

Peygamberler hakkında bilinmesi vâcib olan sı­fatlar beştir;

1- Sıdk: Bütün peygamberler sözlerinde doğrudurlar.

2- Emânet: Peygamberler emîn olup her hususta kendilerine güvenilir.

3- Teblîğ: Allâhü Teâlâ'dan kendilerine olan emir, nehiy ve bütün hükümleri ümmetlerine ulaştırıp beyân etmişlerdir.

4- Fetânet: Bü­tün peygamberler kâmil akıl sahibidirler.

5- İsmet: Bü­tün peygamberler günah işlemekten berîdir, uzaktırlar.

Peygamberimiz Muhammed Mustafa'nın diğer pey­gamberlerden ayrı vasıfları vardır:

1- Bütün peygamberlerden efdaldir, üstündür.

2- Bütün insanlar ile cinlere gönderilmiştir.

3- Hâtemü'l-Enbiyâ (peygamberlerin sonuncusu)dur. Ondan sonra kıyamete değin peygamber gelmeyecek­tir. (Sallallahu aleyhü ve sellem)

4- Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

5- Dîni kıyamete kadar devam edecektir.

HAYATIN TÜMÜ BİR İBADETTİR

HAYATIN TÜMÜ BİR İBADETTİR
13 MART 2010 CUMARTESİ

Huzur-ı ilâhîde toplanacak olan insanların, dünyadayken teslimiyet içinde Allah'a yönelmelerine, O'na tazimde bulunmalarına ibadet denir. İnsanın en önemli vazifesi de budur. Yüce Allah şöyle buyurur:

"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zâriyât 51/56).

İbadet, yüce Mevlâ'nın emirlerini yerine getirip yasakladıklarından kaçınarak kulluk sorumluluğuyla hareket etmektir.

İbadet deyince genellikle anlaşılan namaz, oruç, hac, zekât gibi zamanı ve şekli belli ibadetlerdir. Şüphesiz bunlar en temel ibadetlerdir, ancak ibadeti yalnızca bunlardan ibaret görmek, ibadetin anlamını daraltıp eksiltmektir. İslâm'ın şartlarından olan bu ibadetler, genel ibadeti, yani hayatın her anını kapsayan, kulluğu ayakta tutan temeldir. İşte bu temelle birlikte bütün hayatı kuşatan ibadet halini de dikkate aldığımızda, mücella dinimizin bütün ihtişamıyla belirginleştiğini görürüz.