31 Aralık 2010 Cuma

HİZMET AŞIĞI BİR ANNE

HİZMET AŞIĞI BİR ANNE
31 ARALIK 2010 CUMA - 25 MUHARREM 1432

Silsile-i Sâdât'ın büyüklerinden Hâce Muhammed Bâkibillâh'ın (k.s.) -kendi hizmetçileri olmasına ragmen-anneleri dergâhının işleri ile bizzat alakadar olur, der­gâhın ekmeğini, yemeklerini pişirir ve çok defa yemeği dergâhtaki talebelere dağıtır, kendisi de bir kuru ekmek parçası ile iktifa ederdi. Çoğu zaman bir hasır parçası üzerinde yatardı.

Bir gün Bâkîbillâh Hazretleri annelerinin zayıf ve kuv­vetsiz kaldığını görünce, yemek pişirme işini bir başka­sının yapmasını, söyledi. Annesi ise buna çok, üzülerek uzun zaman 'Bilmiyorum ne kabahat ettim ki, Allâhü Teâlâ beni bu hizmetten mahrûm etti. Yaptığım en iyi iş, o hazrete ve talebelerine ekmek ve yemek pişirmek idi, o da elimden alındı.' dedi. Fakat edebe riayetinin büyüklüğünden bunu oğluna açıklayamadı Annelerinin bu ızdırabı Hâce Muhammed Bâkîbillâh'a (k.s.) bildirilince, bu hizmeti tekrar annelerine verdiler.


************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF

Ameller her perşembe ve pazartesi günü arzedilir. Aziz ve Celil olan Allah o gün, Allah'a hiçbir şirk koşmayan kulun günahını affeder. Bundan sadece kardeşiyle arasında düşmanlık olanı istisna eder, (onu affetmez) ve der ki: "Bu ikisini barışıncaya kadar terkedin.
Ravi: Müslim, Birr 36, (2565); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 17, (2, 908); Ebu Davud, Edeb 55, (4916)
************************************************************************************

Kaynak: Fazilet Takvimi / 27 Aralık 2010 Pazartesi - 21 Muharrem 1432

BİR ŞİİR - ŞEFKATLİDİR ANALAR

BİR ŞİİR - ŞEFKATLİDİR ANALAR
31 ARALIK 2010 CUMA - 25 MUHARREM 1432


ANNECİĞİM KADRİNİ DE BİLEMEDİM
SEN AĞLARKEN GÖZ YAŞINI SİLEMEDİM
BAŞKASINDA ŞEFKATİNİ GÖREMEDİM
SENSİZ BULAMAM BEN ANAM CENNETİN YOLLARINI
AÇIVER ANNECİĞİM O ŞEFKATLİ KOLLARINI


BOYNUNA BİR SARILIP DA AKITSAM GÖZ YAŞIMI
DİZİNE DE KOYABİLSEM GARİP DERTLİ BAŞIMI
HEP ÖZÜNLE SEVERDİN SEN İNDİRMEDİN KAŞINI
SENSİZ BULAMAM BEN ANAM CENNETİN YOLLARINI
AÇIVER ANNECİĞİM O ŞEFKATLİ KOLLARINI

ÖKSÜZ KALDIM BAŞKASINA ANNECİĞİM DİYEMEM
RIZAN OLMAYINCA ANAM CİHANLARDA GÜLEMEM
BİN YIL SIRTIMDA TAŞISAM HAKKINI YİNE ÖDEYEMEM
SENSİZ BULAMAM BEN ANAM CENNETİN YOLLARINI
AÇIVER ANNECİĞİM O ŞEFKATLİ KOLLARINI

BİR KİŞİNİN BAHTI AÇIK OLURSA

BİR KİŞİNİN BAHTI AÇIK OLURSA
31 ARALIK 2010 CUMA - 25 MUHARREM 1432

Kânûnî Sultan Süleyman merhum, tek kızı Mihrimâh Sultan'ı Rüstem Paşa'ya vermek istedi. Paşa'yı çekemeyen bazı akranı "Onda cüzzam hastalığı vardır." dedikodusu ile fesat çıkardılar. Padişah bu hususu başhekiminden sor­muş, o da bu hastalığın olmadığının alâmeti sahibinde bit olmasıdır, demişti. O sırada Rüstem Paşa Diyarbekir valisi idi. Araştırmak üzere husûsî hekimlerinden birisi Rüstem Paşa'ya sadrazamlık ve padişah damatlığı verildiğini bil­diren bir yazı ile Diyarbekir'e gönderildi. Doktor tam emin olmadıkça bu sırrı ifşa etmeyecek, şayet elbiselerinde bit bulunur ve cüzzam olmadığı anlaşılırsa damatlık ve büyük vezirlik müjdesini bildiren hatt-ı hümâyûnu tebliğ edecekti.

Doktor, Rüstem Paşa'nın evinde Paşa'nın hazinedarı ile elbiselerini araştırırken hazinedarın eline bir bit tesa­düf eder. Paşa mahcup olmasın diye hazinedar onu giz­lemeye çalışırken, doktor onun telâşından bit bulduğunu anlayıp göstermesini emir ve ısrar edince hazinedar korku ve tereddütten sonra biti gösterir. Doktor biti gör­dükten sonra müjde yazısını Paşa'ya verir. Son derece sevince sebep olduğu için Paşa doktora pek çok ikramda bulunur. Bunun üzerine bir şâir şu beyti söylemiştir:


Olıcak bir kişinin bahtı kavî, tâlii yâr
Kehlesi dahi mahallinde onun işe yarar.


Yani bir kişi, bahtı açık ve talihli olunca onun biti dahi yerinde işe yarar.


************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF

Dünyada zahidlik, helal olanı haram etmek veya malı ziyan etmekle olmaz. Gerçek zahidlik, Allah'ın elinde olana, kendi elinde olandan daha çok güvenmen ve bir müsibete düştüğün zaman getireceği sevabı sebebiyle, onun devamına rağbet göstermendir." [Rezin şunu ilave etti: "Zira Allah Teala Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir" (Hadid 23)].
Ravi: Tirmizi, Zühd 29, (2341); İbnu Mace, Zühd 1, (4100)
************************************************************************************

Kaynak: Fazilet Takvimi / 26 Aralık 2010 Cuma - 20 Muharrem 1432

30 Aralık 2010 Perşembe

İHLAS SURESİNİN FAZİLETİ

İHLAS SURESİNİN FAZİLETİ
30 ARALIK 2010 PERSEMBE - 24 MUHARREM 1432


Resûlullâh Efendimiz bir A'râbî'ye ihlâs sûresini öğretmiş­ti. O "Yâ Resûlallah (s.a.v.), ben bu (ihlâs sûresi)nden mâ­nâsı daha anlaşılır, güzel ve veciz kelâm işitmedim!.." dedi.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Muhakkak bu Kuran, âlem­lerin Rabb'inin kelâmıdır,*şiir de değildir. Sen "Kul hüvallâhü ehad"ı bir defa okuduğunda Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birini okumuş olursun, iki defa okursan üçte ikisini, üç defa okur­san tamamını hatmetmiş, okumuş olursun." buyurdular.

Bunun üzerine A'râbî "Muhakkak bizim Rabb'imiz az şeyi kabul edip çok şeyle mükâfatlandırmaktadır." dedi.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 26 Aralık 2010 Pazar - 20 Muharrem 1432

BİR ŞİİR - AF İSTİYORUM

BİR ŞİİR - AF İSTİYORUM
30 ARALIK 2010 PERŞEMBE

HER SABAHIN SEHERİNDEN
GÖNÜL DÖNER SEFERİNDEN
ŞU AZAMIN HER YERİNDEN
GÜNAHIM SİLİNSİN İSTİYORUM YA RAB !

ELİM AÇIK SEMALARA
GÖZÜM DÖNER PINARLARA
ŞU OKUDUĞUM DUALARA
SENDEN KABUL İSTİYORUM YA RAB !

HAYAT VEREN RUHLAR GİBİ
AYDINLATAN NURLAR GİBİ
DOSTUN OLAN KULLAR GİBİ
KULUN OLMAK İSTİYORUM YA RAB !

GÜNAHIMI BİLEN SENSİN
FERYADIMI DUYAN SENSIN
UMUDUM VAR AF EDERSİN
AMAN AFFINA SIGINIYORUM YA RAB !

29 Aralık 2010 Çarşamba

2011 YILINDAKİ RESMİ TATİL GÜNLERİ

2011 YILINDAKİ RESMİ TATİL GÜNLERİ
29 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA

2011 yılında 14.5 gün resmi tatilin 6 günü hafta sonuna denk geliyor. Ancak Ramazan Bayramı arefesinin pazartesi olması nedeniyle Ramazan Bayramı'nda 9 günlük tatil beklentisi var. Kurban Bayramının arefesi ise cumartesi gününe denk geliyor.

2011 yılı resmi tatil günleri şöyle:

Yılbaşı 1 gün 1 Ocak Cumartesi

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 1 gün 23 Nisan Cumartesi

Emek ve Dayanışma Günü 1 gün 1 Mayıs Pazar

Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı 1 gün 19 Mayıs Perşembe

Zafer Bayramı 1 gün 30 Ağustos Salı

Ramazan Bayramı Arefesi 1/2 gün 29 Ağustos Salı

Ramazan Bayramı 1. gün 30 Ağustos Salı

Ramazan Bayramı 2. gün 31 Ağustos Çarşamba

Ramazan Bayramı 3. gün 1 Eylül Perşembe

Cumhuriyet Bayramı 1,5 gün 28-29 Ekim Cuma-Cumartesi

Kurban Bayramı Arefesi 1/2 gün 5 Kasım Cumartesi

Kurban Bayramı 1. gün 6 Kasım Pazar

Kurban Bayramı 2. gün 7 Kasım Pazartesi

Kurban Bayramı 3. gün 8 Kasım Salı

Kurban Bayramı 4. gün 9 Kasım Çarşamba


RAMAZAN BAYRAMI DOKUZ GÜN OLABİLİR

2011 yılının Ramazan Bayramı'nın haftasonu tatilinin hemen ertesinde, 29 Ağustos 2011 Pazartesi gününün arife, 30 Ağustos 2011 Salı, 31 Ağustos 2011 Çarşamba ve 1 Eylül 2011 Perşembe günlerinin de bayram günleri olması nedeniyle çalışma günü olan cuma gününün de 2008 yılında olduğu gibi Bakanlar Kurulu kararıyla 9 günlük tatil takvimi belirlenebileceği tahmin ediliyor.

En uzun tatil dönemi olan Kurban Bayramı, arifesi ise 5 Kasım 2011 Cumartesi'ye denk geliyor. Onu takip eden dört gün resmi tatil olarak belirlenirken, çalışma günleri olarak görünen perşembe ve cuma günlerinin de genellikle 9 güne uzatılan Kurban Bayramı için haftasonu ile birleştirilmesi olasılıklar içinde bulunuyor.

28 Aralık 2010 Salı

"RESÛLULLÂH (S.A.V.) KAVURUCU SICAKTA HARBE GİDERKEN..."

"RESÛLULLÂH (S.A.V.) KAVURUCU SICAKTA HARBE GİDERKEN..."
28 ARALIK 2010 SALI - 22 MUHARREM 1432

Ebû Hayseme (r.a.), Müslümanlığına ve doğruluğuna dil uzatılamayacak kişilerden idi. Dîninde hiçbir şüphesi ol­madığı halde, Tebük Seferi'nde Peygamberimiz'den (sa.v.) geri kalmıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'den Tebük'e doğru hareket ettikten günlerce sonra Ebu Hayseme, çok sıcak bir günde ev halkının yanına dönmüş, iki hanımını bostanındaki serin iki çardak içinde bulmuştu. Hanımları, çardaklarını su serpip serinletmiş, kendisi için su soğutmuş ve yemek hazırlamış bulunuyorlardı.

Ebû Hayseme, bostana girip çadırların kapısı önüne dikilip hanımlarına ve onların kendisi için hazırladıkları şeylere baktı da şöyle dedi: Resûlullâh (s.a.v.), yakıcı gü­neşin, rüzgâr ve sıcakta silâhını boynunda taşısın da, Ebu Hayseme serin gölgede yemeği hazırlanmış, iki hanımının yanında, mülkünün içinde oturup dursun, insaf mı bu?

"Vallahi, Resûlullah'a (s.a.v.) gidip kavuşmadıkça, hiç­birinizin çardağına girmeyeceğim! Hemen azığımı hazır­layın!" dedi. Azığını hazırladılar ve devesini yanına getir­diler. Ebu Hayseme devesine bindi. Peygamberimiz'i (s.a.v.) bulmak üzere yola çıktı. Yolda Umeyr b. Vehb el-Cumahî'ye yetişti. O da Peygamberimiz'i (s.a.v.) bulmak istiyordu. İkisi, yoldaş oldular. Tebük'e yaklaşınca Ebû Hayseme, Umeyr b. Vehb'e: "Ey Umeyr, ben günahkârım. Senin benden geri kalmanda bir mahzur yok! Ben Resûlullah'ın (s.a.v.) yanına senden önce varayım!" dedi. Umeyr de geri durdu.

Ebû Hayseme hayvanını hızlı sürüp gitti. Peygambe­rimiz (s.a.v.), o sırada Tebük'te konaklamış bulunuyordu. Ebû Hayseme Tebük'e yaklaştığı zaman Müslümanlar: "İşte, bakınız! yolda bir binitli geliyor!" dediler. Peygambe­rimiz (s.a.v.), "Dilerim ki; Ebu Hayseme olsun!" buyurdu. Müslümanlar: "Yâ Resûlallah! Vallahi o, Ebû Hayseme!" dediler. Ebû Hayseme, devesinden indi, Peygamberimiz'in (s.a.v.) yanına gelip selâm verdi. Peygamberimiz (s.a.v.), "Ey Ebû Hayseme! Sen helâka yaklaşmış gitmiş­tin!" buyurdu. Ebu Hayseme olup bitenleri haber verince, Peygamberimiz (s.a.v.) ona hayırla duâ etti.

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF

İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip razı olanlar duyar.
Ravi: Müslim, İman 56, (34); Tirmizi, İman 10, (2625)
************************************************************************************

Kaynak: Fazilet Takvimi / 25 Aralık 2010 Cuma - 19 Muharrem 1432

Gurbetçi aileye Susurluk mezar oldu

Gurbetçi aileye Susurluk mezar oldu
28 Aralık 2010 SALI


Balıkesir Susurluk'ta Almanya plakalı Mercedes marka özel otomobil yoldan çıkıp şarampole uçtu. Defalarca takla atarak yuvarlanan otomobilde bulunan aynı aileden 2 kişi öldü, 1 kişi ise ağır yaralandı.

Edinilen bilgiye göre, kaza pazar günü öğle saatlerinde meydana geldi. Balıkesir-Bursa Karayolu'nun 25. kilometresindeki kazada Nebi Koç'un (69) kullandığı SIG - GS 254 plakalı Mercedes marka lüks otomobil, Susurluk Outlet mevkiine yaklaşık 1 km. kala düzenleme çalışmalarının da devam ettiği döner kavşakta kaza yaptı. Trafik ışığı olmayan kavşaktaki bombeli ve virajlı yoldan geçiş esnasında havanın da yağışlı olması sebebiyle kayganlaşan zeminde sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu takla atan araç, yolun sağındaki şarampole uçtu.

Jandarma ve bölge trafik ekiplerinin müdahale ettiği kazada kısa sürede olay yerine sevk edilen sağlık ekipleri araç içerisindeki yaralı kadınlara müdahale edip ambulansla Balıkesir Devlet Hastanesi'ne kaldırdı. Aracın sürücüsü Nebi Koç'un olay yerinde hayatını kaybettiği trafik kazasında hastaneye kaldırılan yaralılardan Hava Koç (70) yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamazken, Melahat Koç (60) isimli bayan ise yoğun bakım servisinde tedavi altına alındı. Koç ailesinin İzmir yönünden geldikleri ve memleketleri Kocaeli'ne gittikleri öğrenildi.

Öte yandan, kazanın meydana geldiği bölge yolun sürücüler için büyük tehlike oluşturduğu belirtildi. Özellikle araçlarıyla buradan transit geçiş yapan sürücüler, döner kavşağın konumu sebebiyle her an bir kazaya davetiye çıkardığını belirterek, trafik ışığı veya çeşitli ikaz yöntemleriyle önlem alınması gerektiğini belirttiler. Susurluk İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin müdahale ettiği kazayla alakalı savcılık soruşturması ise devam ediyor. Anahtar Kelimeler: Nebi Koc (69) - Hava Koc (70) - Melahat Koc (60) - SIG - GS 254 - Havva Koc - Almanya - Almanya'li - Almanya'dan - trafik kazasi - kaza -Unfall -
KAYNAK: İHLAS HABER AJANSI

"KİM BİR KAVME BENZERSE ONLARDANDIR"

"KİM BİR KAVME BENZERSE ONLARDANDIR"
28 ARALIK 2010 SALI - 22 MUHARREM 1432

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Bir kim­se müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet gü­nü onlarla beraber diriltilir."


İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Hazretle­ri buyuruyorlar ki:

"İki dîni tasdîk eden kişi şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden de müşriktir. Hâlbuki küfürden teberrî etmek (uzaklaşmak) İslâm'ın şartıdır. Şirk şaibesinden sa­kınmak tevhiddir..."

Hindûların büyük bildikleri günlere hürmet etmek, Yahûdîlerce bilinen âdetlere uymak küfrü îcâp ettirir. Nite­kim ehl-i İslâm'ın câhilleri, bilhassa kadınlar, küffârın belli günlerindeki küfür merasimini icra etmektedirler. Bunları, kendileri için de bayram kabul edip, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar... Böylelikle o merasime tam mânâsı ile îtinâ ve îtibâr ederler." İslâmda bunların hepsi şirk ve küfürdür. (Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, 3/41)


Yine Mektûbât-ı Şerîfe'nin 1. cildinin 266. mektubun­da şöyle buyuruyorlar:

"Bir defasında, bir hastanın ziyaretine gitmiştim. Ölü­mü yaklaşmıştı. Hâline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki kalbi şiddetli zulmet içinde... Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh ettiysem de kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfür sıfatındandır. Bu sıkıntıların sebebi kü­für ehli ile dost geçinmesindendir. Bana ma'lûm oldu ki bu zulmetlerin defi için teveccüh, yerinde bir iş değildir. Zîrâ onun bu zulmetlerden temizlenmesi, küfrün cezası olan cehennem azabına bağlıdır.- Ve bana malum oldu ki, onda îmândan bir zerre miktarı mevcuttur ve bunun bereketiyle cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacaktır."

***********************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF

Allah'ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim. Allah'ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevgili kıl.
Ravi: Tirmizî, "Deavât", 73
***********************************************************************************

Kaynak: Fazilet Takvimi / 24 Aralık 2010 Cuma - 18 Muharrem 1432

MEKRUH OLAN VE OLMAYAN KIRAATLER

MEKRUH OLAN VE OLMAYAN KIRAATLER
28 ARALIK 2010 SALI - 22 MUHARREM 1432

Namazın bir rekâtında bir sûre, diğer rekâtında da ara­da iki veya daha ziyâde bulunmak üzere aşağıya doğru başka bir sûre okunması mekruh değildir. Fakat arada yal­nız bir sûrenin bulunması mekruhtur. Meselâ, Fîl (elemtera...) Sûresinden sonra Kureyş (li îlâfi...) Sûresini bırakıp Mâûn (eraeytellezî...) Sûresini okumak mekruhtur.

Bir namazda bir ayet-i kerime tekrar edilse, meselâ; bir sûre bir rek'âtta iki defa okunsa veya bir sûre her iki rekâtta da okunsa bakılır: Eğer kılınan nafile bir namaz ise mekruh olmaz. Fakat farz namaz ise, unutmak veya başka bir sûre bilmemek gibi bir özürden dolayı olma­yınca mekruh olur.

Birinci rekâtta Nâs sûresi (Kul eûzü bi rabbinnas...) okunsa, ikinci rekâtta da bu sûrenin okunması münâsip olur. Çünkü tekrar etmek, geriye dönüp okumaktan eh­vendir. Ancak hatim ile namaz kılan bir kimse, birinci rekâtta "Muavvızeteyn" (Felak-Nâs) sûrelerini okumuş ise, ikinci rek'âtta Fatiha'dan sonra Bakara Sûresi'nden bir miktar okur.

İkinci rekâtta, birinci rek'âtta okunan sûrenin üstün­deki sûreyi -kasden olmasa bile okumak-, mekruhtur. Meselâ birinci rek'âtte İhlâs (kulhüvallahü ehad...) Sûre­sini, ikinci rek'âtte de Tebbet Sûresini okumak mekruh­tur. Bununla beraber okunmaya başlanmış ise terk edilmemelidir. Bunun nafile namazlarda mekruh olmaya­cağını söyleyenler de vardır.

Ayakta okunan âyetleri rükûya giderken bitirmek mek­ruhtur. Okunan âyetleri ve sûreleri namaz içinde par­makla saymak da İmam-ı A'zâm'a göre mekruhtur. İmâmeyne göre bunda bir beis yoktur.

Farz ve nafile namazlarda, ikinci rekâtları birinci rek'âtlardan uzun yapmak mekruhtur. Fakat nafilelerde üçüncü rek'âtlarda okunan âyetleri birinci ve ikinci rek'âtlardan uzun tutmakta kerahet yoktur. Çünkü nafilelerde her iki rek'ât müstakil bir kısım sayılır.

***********************************************************************************
HADİS-İ ŞERİF

Biriniz bir meclise gelince selam versin. Kalkmak isteyince de selam versin. Birinci selam sonuncudan evla değildir (İkisi de aynı ölçüde ehemmiyetlidir).
Ravi: Tirmizi, İsti'zan 16, (2707); Ebu Davud, Edeb 150, (5208)
***********************************************************************************
Kaynak: Fazilet Takvimi / 23 Aralık 2010 Persembe - 17 Muharrem 1432

27 Aralık 2010 Pazartesi

NAMAZDA TÂDİL-İ ERKÂNIN EHEMMİYETİ

NAMAZDA TÂDİL-İ ERKÂNIN EHEMMİYETİ
27 ARALIK 2010 PAZARTESi - 21 MUHARREM 1432

...Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Hırsızların en kötü­sü namazından çalan kimsedir." buyurmuştur. Ashâb-ı Kiram "Yâ Resûlallâh! Kişi namazından nasıl çalar?" de­diler. Peygamberimiz (s.a.v.) "Rükûunu ve secdesini tam yapmaz." buyurdu. Yine Peygamberimiz (s.a.v.) "Allâhü Teâlâ rükûu ile secdesi arasında belini doğrultmayan kimsenin namazına bakmaz." buyurmuştur.

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), rükûunu ve secdesini tam yapmadan namaz kılan bir adam görmüş ve "Bu şekilde ölmüş olsan Muhammed'in dîninin dışında olarak ölmek­ten korkmuyor musun?" buyurmuştur. Yine aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselam efendimiz "Sizden birinizin kıldığı namaz, rükû yaptıktan sonra tam kalkıp belinizi doğrultup uzuvlarınız yerli yerine oturmadıkça, tamam olmaz." ve "İki secde arasında oturup, belini doğrultarak sâbitleştirmedikçe kişinin namazı tamam olmaz." buyurdular.

Resûlullâh (s.a.v.) namaz kılan bir kimseye uğramış ve onun namazın hükümlerini, rükünlerini, kavmesini (rükûdan kalkıp doğrulmak), celsesini (iki secde arasın­daki oturuş) tam olarak yapmadığını görmüş ve "Eğer sen bu hal üzere ölmüş olsan, kıyamet gününde sana ümmet-i Muhammed'dendir denmez." buyurmuştur. Ebû Hureyre (r.a.) "Bir kimse altmış sene namaz kılar, fakat hiçbir namazı kabul olunmaz. Bu, rükû ve secdesini tam olarak yapmayan kişinin namazıdır." buyurmuştur.

Zeyd b. Vehb (r.h.), rükû ve secdesini tam olarak yap­mayan bir adam gördü. Namazdan sonra adamı çağırdı ve "Kaç senedir bu şekilde namaz kılıyorsun?" diye sor­du. Adam "Kırk senedir..." deyince Zeyd (r.h.) "Sen bu kırk senede namaz kılmamışsın. Eğer ölmüş olsan Mu­hammed'in sünneti üzere ölmemiş olursun." demiştir.

Nakledildiğine göre, "Bir m'ümin, namazını güzelce kılar, rükû ve secdesini tam olarak yaparsa, namazı beşâşetli (güler yüzlü) ve nûrânî olur. Melekler o namazı semâya yükseltirler. Namaz, o mümin için duâ eder ve "Sen beni nasıl muhafaza ettiysen Allah da seni mu­hafaza etsin" der...(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî 2/69)

Kaynak: Fazilet Takvimi / 22 Aralık 2010 Sali - 16 Muharrem 1432

KİM SABREDEN VE ŞÜKREDEN YAZILIR

KİM SABREDEN VE ŞÜKREDEN YAZILIR
27 ARALIK 2010 PAZARTESi - 21 MUHARREM 1432

"Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurdu:

"İki haslet kendisinde olan kimseyi Allâhü Teâlâ şükre­den ve sabreden (diye) yazar. Bu iki haslet kendisinde olmayan kimseyi de şükreden ve sabreden yazmaz:

Dînî hususlarda (sâlih amellerde) kendinden yuka­rıda olanlara bakıp onlara uyan ile dünya işlerinde kendisinden aşağıdakine bakıp da kendisini onun üzerine faziletli kılan Allâhü Teâlâ'ya hamd eden kim­seyi nimetlere şükreden ve belâlara sabreden yazar.

Kim de dînî hususlarda kendisinden aşağıda olanlara bakar (da kibirlenir), dünya işlerinde de ken­disinden yukarıda olanlara bakar ve onda olanlar kendisinde olmadığı için üzülürse Allâhü Teâlâ o kimseyi şükreden ve sabreden yazmaz."

Belâya uğramış birini gören kimse 'Elhamdü lillâhillezî âfânî mimmebtelâke bihî ve faddalenî alâ kesîrin m i m men haleka tefdîlâ' derse ne olursa olsun ona, bu belâdan afiyet verilir." (Mânâsı: Seni mübtela kıldığı bela­dan bana afiyet veren ve beni yarattıklarının birçoğundan faziletli kılan Allah'a hamdolsun).

Kaynak: Fazilet Takvimi / 21 Aralık 2010 Sali - 15 Muharrem 1432

İNSAN NE ZAMAN ÂLİM OLUR ?

İNSAN NE ZAMAN ÂLİM OLUR ?
27 ARALIK 2010 PAZARTESi - 21 MUHARREM 1432


Bir gün İmam Şafiî Hazretlerine;

"İnsan ne vakit âlim olur?" diye sordular.

'Bir ilmi öğrendikçe kusurunu daha ziyâde an­ladığı vakit olur.' cevâbını verdiler.


Bazı sözlerinden:

Ömrümde ne doğru ne de yalan yere yemin ettim.

İlim öğrenmek nafile namaz kılmakdan efdâldir.

İlim, tahsili edilip hafızada duran meseleler ilim değil­dir. İlim menfaat (fayda) verendir.

Sâdık dost, arkadaşının ayıbını görünce ona gizli­ce hatırlatır, ortaya çıkarıp yaymaz. Arkadaşının ayı­bını gizlice söylersen kendisine nasihat etmiş olur­sun, alenen söyler isen ayıbını îlân etmiş olursun. (Rahmetullahi aleyh)

Kaynak: Fazilet Takvimi / 21 Aralık 2010 Sali - 15 Muharrem 1432

25 Aralık 2010 Cumartesi

İMÂM ŞAFİÎ HAZRETLERİ (RH.)

İMÂM ŞAFİÎ HAZRETLERİ (RH.)
25 ARALIK 2010 CUMARTESi - 19 MUHARREM 1432

Ehl-i sünnetin amelde dört büyük mezhep imamından biri olan İmâm Şafiî'nin (rahimehullah) ismi Muhammed b. İdris ve künyeleri Abdullah'dır. İmâm Şafiî (r.h.), As-kalan'da (veya Yemen'de) hicrî 150 (m. 767) târihinde doğmuş, hicrî 204 (m. 819) senesinde Mısır'da vefat etmişlerdir. Mübarek kabirleri Kâhire'dedir.

Başlıca eserleri şunlardır: Ahkâmü'l-Kur'ân, es-Sü-nen, Ihtilâfü'l-hadîs, er-Risâle fi'l-Usul, el-Mevâris, Kitâ-bü'l-Ümm, Müsnedü'ş-Şâfiî, Edebü'l-Kâdî, el-Eşribe, Fezâil-i Kureyş, es-Sebku ve'r-Remy.

İmam Şafiî, tıpta, şiir ve edebiyatta, atıcılık sanatında mahir idi. Attığı okların onda dokuzu, belki de tamamı isabet ederdi.

Ömründe hiç kimseyi incitmemiştir. O derecede cö­mert idi ki bir gün kamçısı yere düştü, yerden alıp da verene -hakkı kalmasın diye- elli altın vermiştir.

İlim öğrenmek için çok seyahat etmiştir.

Bağdat'ta meşhurlardan bir zât abdest alıyordu. Şafiî Hazretleri o zâta hitaben "Abdesti güzel eyle.", deyince o zât Hz. İmam'a dönerek "Bildiğin ilimden bana öğret." dedi. İmam Şafiî, "Sadâkat eden necat bulur. Dîn(in emir ve yasaklarına) riâyet eden, her belâdan emindir. Ma'rûf'u emretmekten ve münkeri nehyetmekten geri kalma." buyurdular.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 20 Aralık 2010 - 14 Muharrem 1432

ALLAH ÇOK TEVBE EDENLERİ SEVER

ALLAH ÇOK TEVBE EDENLERİ SEVER
25 ARALIK 2010 CUMARTESİ - 19 MUHARREM 1432

Allâhü Teâlâ buyuruyor ki: "Ey îmân edenler! Allah'a nasûh (gayet ciddî, samîmî) bir tevbe ile tevbe edin. Umulur ki Rabb'iniz kabahatlerinizi örter de sizleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar..." (Tâhrim sûresi, 8. âyet)

Tevbe, dinin çirkin gördüğü ve yasakladığı şeyleri terk etmek, övdüğü ve izin verdiği şeylere dönmektir. Gü­nahlar ve isyanlar, helak eder, Allah'tan ve cennetlerin­den uzaklaştırır. Onları terk etmek de Allah'a ve cen­netlerine yaklaştırır.

Nasûh tevbe: Bir kulun, işlediği günahlardan -sırf Allah'ın rızâsına aykırı olduğu için- pişmanlık duyarak vazgeçmesi, bir daha yapmamağa azmetmesi ve nefsini buna alıştırıp günaha dönmemeye karar vermesidir. (

Muâz b. Cebel (r.a.) Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) "Yâ Resûlallâh, Nasûh Tevbe nasıl olur?" diye sordu. Resulü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de şöyle buyurdular: "Kul, yapmış olduğu günaha öyle pişman olmalı ve Allah'a öyle tevbe etmelidir ki, süt nasıl memeye geri dönmezse o da, o günaha bir daha dönmemelidir."

Allahü Teâlâ, günahlarından tevbe eden ve zâtından uzaklaştırıcı günahlardan temizlenen kullarını sever. Bakara Sûresi'nin 222. âyet'inde -meâlen- "Şüphe yok ki Allah hasbelbeşeriye vâki olacak kusurlardan dolayı çok çok teybe edenleri sever ve tertemiz olmağa çalışanları, fuhşiyâttan ve pislikten sıyrılıp pampâk olanları sever." buyurulmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuş­lardır: Allâhü Teâlâ mü'min kulunun tevbesine; ölüm korkusu olan çorak bir yerde yiyeceği ve içeceği deve­sinin üzerindeyken uyuyan, uyandığında deveyi gitmiş bulan ve onu aramağa giden, nihayet susayan, sonra 'Yerime döneyim de ölünceye kadar yatayım.' diyen ve başını ölmek için dirseğinin üzerine koyan, sonra uyan­dığında devesini, üzerindeki azığı, yiyeceği ve içeceği ile yanında bulan bir adamdan; evet, Allâhü Teâlâ mü'min kulunun tevbesine bu adamın devesi ile azığına (kavuş­tuğuna) sevinmesinden daha çok sevinir.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 19 Aralık 2010 Pazar - 13 Muharrem 1432

24 Aralık 2010 Cuma

FAYDALI İLİM NEDİR ?

FAYDALI İLİM NEDİR ?
24 ARALIK 2010 CUMA - 18 MUHARREM 1432

İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyurdu:

Ey oğul, Allâhü Teâlâ'ya karşı muamelen, seni kızdır­mayan, canını sıkmayan ve hareketinden memnun kal­dığın kölenin muamelesi gibi olsun. Kölenin, senin için yapmasına razı olmadığın bir işi, gerçek efendin olan Allah'a karşı yapma.

İnsanlara, onların sana yapmalarını arzu ettiğin gibi muamele et. Zira kendisi için sevdiğini başkaları için de sevmedikçe kişinin îmânı kemâle ermez.

Lâyık olan, okuduğun ilimler kalbini düzeltip ahlâkını güzelleştiren ilimlerden olmalıdır. Meselâ ömründen an­cak bir hafta kaldığını bilsen böyle olmayan ilimleri terk eder; hemen kalbini yoklar, kendini kötü huylardan temiz­ler, Allâhü Teâlâ'ya kulluk ile meşgul olur, güzel huylarla bezenmeğe gayret edersin. Halbuki insanın her girdiği gün veya gece ölmesi mümkündür. Buna göre seçtiğin ilimler de maneviyâtını düzelten ilimlerden olmalıdır.

Evlâdım, sana başka bir sözüm daha var, selâmetin için şu öğüdümü dinle ve tut:

Eğer sultanın seni ziyaret edeceğini öğrenşen, iyi bili­rim ki, her şeyi bırakır ve hemen sultanın gözüne ilişecek her şeyin temizliğiyle uğraşırsın. İşte işaret ettiğim şeyi iyi düşün. Çünkü sen anlayışlısın; akıllı kimseye bir söz yeter. Peygamber Efendimiz, "Doğrusu Allâhü Teâlâ sizin dış görünüşünüze ve amellerinize bakmaz, an­cak kalplerinize ve niyetlerinize bakar." buyurmuştur.

Kalp ilmi, farz-ı ayındır. Diğer bilgiler ise -Allâhü Tealâ'nın farz kıldıklarını yapacak kadarı hâriç- farz-ı kifâyedir. Yâni bâzı kimselerin bunları bilmesi yeter. Allah seni faydalı ilim öğrenmeye muvaffak kılsın.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 18 Aralık 2010 Cumartesi - 12 Muharrem 1432

23 Aralık 2010 Perşembe

"KURTULUŞUN YOLU"

"KURTULUŞUN YOLU"
23 ARALIK 2010 PERSEMBE - 17 MUHARREM 1432

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Muâz bin Cebel'e (r.a.) buyurdular: "Yâ Muâz, muhakkak Allâhü Teâlâ yerleri ve gökleri yaratmazdan evvel yedi melek yarattı. Bu yedi melekten her birini gök kapılarının birine bekçi kıldı... Bu melekler, içinde gıybet, öğünme, kibir, kendini beğenmek, hased, süm'a (işittirme) ve riya (gösteriş) bulunan amelin, merhametsizin amelinin ve ihlâs ile; (yani Allah rızâsı için) işlenmemiş olan amelin Allâhü Tealâ'nın huzuruna çıkma­sına müsâade etmezler. Sonra bunlardan biri ile bozul­mamış olan bir amel getirilir, arz olunur da Allâhü Teâlâ "Ben kulumu sizden iyi bilirim o amelini benim için işle­memiştir." buyurur ve kabul etmez.

Muâz bin Cebel (r.a.) pek çok ağladı. Sonra "Yâ Resûlallâh, sen Allah'ın Resûlü'sün, günahtan masun (korun­muşsunuz. Ben ise Muâz'ım, günahtan masun değilim. Benim için kurtuluş nasıl olur?" dedi.

Resûlullâh Efendimiz buyurdular: "Yâ Muâz, amelin nok­san olsa da dâima bana -benim sünnetime- uyarsın. Di­lini husûsiyle Kur'ân ehlinden (ve diğer insanları gıybet­ten) tutarsın. Günahlarının tamamını kendinden bilir, dîn kardeşlerinden bilmezsin. Onları kötüleyerek kendini tezkiye etmez (kendini temize çıkarmaz), kibirlenip onları kendinden alçak görmezsin. Dini ilimlerin tahsîli gibi âhiret ameline dün­ya menfaati, arzusu karıştırmazsın. Riya karışmaması için amelini (nafile ibâdetlerini), gizli işlersin. Kardeşlerinle bir araya geldiğinde dîne ve edebe aykırı söz etme ki bunlar kötü ahlâktandır. Arkadaşınla aranızda gizli olan bir hususu yanında başka bir kimse varken söyleme. Katiyen kendini -ilmin yahut malın ile- insanlardan büyük görme, yoksa dünya ve âhiret hayırları senden kesilir. İnsanları gıybet ederek yahut kötüleyerek yaralama, yoksa seni de kıyamet günü cehennemde canavarlar parçalar..."

Hz. Muâz (r.a.) sordu: "Yâ Resûlallâh, bu hasletleri yerine getirmeğe ve bu azaptan kurtulmağa kimin gücü yeter?" Resûlullâh Efendimiz "Yâ Muâz, Allâhü Tealâ'nın kendisine kolaylaştırdığı kimseye bu hususlar pek kolaydır. Sana şunu bilhassa tavsiye ederim ki bunu yaparsan kurtulursun: Ken­di nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, kendin için hoş görmediğini insanlara da lâyık görme."

Kaynak: Fazilet Takvimi / 17 Aralık 2010 Cuma - 11 Muharrem 1432

NÛH ALEYHİSSELÂM VE TÛFÂN

NÛH ALEYHİSSELÂM VE TÛFÂN
23 ARALIK 2010 PERSEMBE - 17 MUHARREM 1432

Hz. İdrîs (a.s.) göğe çekildikten sonra Âdemoğulları, doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmağa başladılar. Cenâb-ı Hakk onlara Nûh aleyhisselâmı gönderdi.

Hz. Nûh (a.s.) nice yıllar kavmini tevhîde, Allah'ın birli­ğine davet etti. Yalnız oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ile ha­nımları ve diğer pek az kimseler îmân edip diğerleri kulak asmadılar. Hattâ Yâm adındaki oğlu dahi îmâna gelmedi.

Hz. Nûh aleyhisselâm, kavmine nasihat ettikçe onlar, ona zulüm ve ezâ eder; hakaret ve alay ile karşılık ve­rirlerdi. Nihayet onların îmâna gelmesinden ümidi kal­madı ve onlara beddua etti. Bu duası kabul oldu. Allah tarafından ona "Gemi yap!.." diye vahiy geldi.

Hz. Nûh, kırda ve sudan uzak bir yerde gemi yapma­ğa başladı. Kavmi oradan geçerken onunla eğlenirler ve "Peygamber idin, marangoz oldun!" derlerdi. O da onlara "Yakında biz de sizinle eğleniriz." derdi.

Gemi bitince tûfân alâmetleri zuhur etti. Hz. Nûh mü­minlerle gemiye bindi. Ayrıca hayvanların her türlüsün­den birer çift aldı.

Sonra her taraftan, gökten ve yerden su yürüdü. Hz. Nûh, oğlu Yâm'ı da gemiye çağırdı. Oğlu, "Ben dağa çı­kar, kurtulurum." diyerek gemiye binmedi. Hz. Nûh "Bu­gün Allah'ın merhametinden başka sığınacak yer yoktur!" diye nasîhat ederken araya bir dalga girdi, Yâm boğuldu.

Babalık bu ya, Hz. Nûh üzüldü. Ne çare ki Cenâb-ı Hakk bütün müşriklerin helakini irâde buyurmuştu. Yâm da müşrik olduğu için onlarla beraber helak oldu.

Derken, tufan her tarafı kapladı. Su, dağları aştı. Yer­yüzündeki insanlar ve hayvanların hepsi telef oldu.

O sırada Hz. Nûh aleyhisselâmın gemisi, dağlar gibi büyük dalgalar arasında yüzerdi. İşte böylece tufan altı ay kadar sürdü. Sonra Allah'ın emriyle yağmurların ar­kası kesildi ve sular çekildi.

Gemi, Âşûra günü Cûdî dağının üzerine oturdu. Gemidekiler selâmet buldu. Âlem bir başka âlem oldu.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 16 Aralık 2010 Pazartesi - 10 Muharrem 1432

18 Aralık 2010 Cumartesi

ZERRE MİKTARI DA OLSA HAYIR MAKBULDÜR

ZERRE MİKTARI DA OLSA HAYIR MAKBULDÜR
18 ARALIK 2010 CUMA - 12 MUHARREM 1432

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: "Kim ki helâl kazancından bir hurma değerinde bir şey sadaka verirse -ki Allah, helâl maldan verilen sadakadan başka hiçbir sa­dakayı kabul etmez- işte bu helâl sadakayı kabul eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı dağ gibi oluncaya ka­dar, -sizin biriniz erkek küheylân tayını büyüttüğü- gibi sahibi için büyütür, hattâ o bir hurma, dağ kadar olur."

Bir adam Resûlullâh Efendimiz'e (s.a.v.) geldi ve bir şeyler istedi. Resûlullâh Efendimiz ona bir hurma ver­diler. İsteyici "Sübhânallâh, Allah'ın peygamberi bir nebî sâdece bir hurma mı sadaka ediyor?" dedi. Peygam­ber Efendimiz "Sen bilmez misin ki onun içinde pek çok ağırlıkta zerreler vardır." buyurdu.

Sonra başka bir isteyici geldi. Rasûlullâh ona da bir hurma verdi. Adam "Allah'ın nebîlerinden bir nebînin hurmasıdır. Ben bunu bundan sonra asla kaybetmem ve ömrüm oldukça onun bereketini beklerim." dedi. Re­sûlullâh Efendimiz ona dînin emirlerinden öğretti.

Sa'd bin Ebî Vakkâs (r.a.) bir isteyiciye iki hurma ver­mişti. İsteyici onun elini tutunca, ona "Ey kişi, muhakkak Allâhü Teâlâ bizden zerre ağırlığınca olan şeyi kabul eder." buyurdu.

Hz. Âişe validemiz, -elinde verecek hiçbir şeyi olma­yınca Resûlullâh Efendimiz'in "Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz." emrine uydular ve- bir üzüm tanesini sadaka olarak verdiler.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 13 Aralık 2010 Pazartesi - 7 Muharrem 1432

17 Aralık 2010 Cuma

HASTANIN ALLAH'A HAMDİ

HASTANIN ALLAH'A HAMDİ
17 ARALIK 2010 CUMA - 11 MUHARREM 1432

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: "Bir kul hasta olduğu zaman Allâhü Teâlâ ona iki melek gönderir ve şöy­le buyurur: "Kendini ziyarete gelenlere ne diyecek, bakın bakalım." Birisi ziyaretine geldiğinde, Allah'a hamd ve se­na ederse melekler bu hâli her şeyi en iyi bilen Allâhü Teâlâ'ya arz ederler. Allâhü Teâlâ da şöyle buyurur: "Ku­lumu vefat ettirirsem onu cennete koyarım, ona şifâ verir­sem etinden daha hayırlı et, kanından daha hayırlı kan veririm. Hastalıktan dolayı da günahlarını affederim."

Kaynak: Fazilet Takvimi / 13 Aralık 2010 Pazartesi - 7 Muharrem 1432

MÜT'A NİKÂHI HARAMDIR

MüT'A NİKÂHI HARAMDIR
17 ARALIK 2010 CUMA - 11 MUHARREM 1432

Müt'a nikâhı, erkeğin muayyen bir menfaat veya mal karşılığında anlaşıp kadını bir müddet için kiralamasıdır. Müt'a'da şahit yoktur ve "Temettü edeyim (seninle menfaatlanayım, faydalanayım)" gibi kelimeler kullanılarak yapılır. Dînimizin meşru kıldığı nikâhdaki hiçbir faydayı temin etmeyen müt'a nikâhı, sadece şehevi bir arzuyu tatmin için kadının kiralanmasından ibarettir. Bu ise ka­dının haysiyetini zedeler, ciddî bir yuva kurma ve sıhhatli bir nesil yetiştirme arzusunu azaltır, nesiller karışır, veled-i zina çoğalır. Câhiliyye zamanında işlenen pek çok çirkin fiiller gibi mut'a nikâhı da İslâm'ın gelişi ile ebe­diyen haram kılınmıştır. Müt'a nikâhı kitap, sünnet ve icmâ-i ümmet ile kıyamete kadar haramdır.

Âyet-i Kerîme'de (meâlen): "O müminler avret mahalle­rini zinadan muhafaza ederler. Ancak Allâhü Teâlâ'nın helâl kıldığı hanımları ve mülkü olan cariyeleri müstesna. Kim ki bu hududu tecâvüz ederse onlar haddi aşanlardır." buyurulmaktadır. Bu âyet-i celîle açıkça göstermektedir ki, erkeğin kadınla meşru beraberliğinin tek yolu nikâhtır. Müt'a ise nikâh değildir. Zira meşru nikâhta bulunan talâk, zıhâr, veraset, iddet, nesebin sübûtu gibi hükümlerin hiç birisi onda yoktur. Öyle ise zinadır ve haramdır. Hz. Âişe validemiz de böyle buyurdular.

Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey insanlar! Ben müt'a nika­hıyla kadınlardan faydalanmanız için size izin vermiştim. Şüphe yok ki Allâhü Teâlâ (c.c), kıyamet gününe kadar bunu muhakkak haram kılmıştır. Kimin yanında bunlar­dan bir kadın varsa hemen onun yolunu açsın, bıraksın." buyurdular.

Hz. Alî (k.v.): "Resûlullâh Efendimiz Hayber günü müt'a nikâhını haram kıldı." ve "Bana getirilen müt'a nikâhı et­miş kimseyi recmederim." (yani ona zina edenin cezasını tatbik ederim) buyurdu.

Abdullah bin Abbâs (r.a.), müt'a nikâhının ölü eti, kan ve hınzır eti yemek gibi haram kılındığını söylemiştir.

Ashâb-ı Kiram ve dört hak mezhep' âlimlerinin hepsi müt'a nikâhının zina gibi haram olduğunda icmâ' (ve ittifak) etmişlerdir.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 12 Aralık 2010 Pazar - 6 Muharrem 1432

NASIL MÜSLÜMAN OLDU ?

NASIL MÜSLÜMAN OLDU ?
17 ARALIK 2010 CUMA - 11 MUHARREM 1432



Abbasî halifesi Me'mûn'un halkı huzuruna kabul ettiği günlerin birinde, kılık kıyafeti düzgün bir Yahûdî, halkın arasına karışarak gelip, meclise girdi. Söz söyledi; gü­zel ve düzgün konuştu.

Meclis dağıldıktan sonra, Me'mûn onu huzuruna ge­tirtti ve "Yahûdî misin?" dedi. Adam "Evet..." deyince, Me'mûn ona çok şey vaad etti ve: "Müslüman olursan sana çok ihsan ederim" dedi. Adam "Atalarımın dinini terk etmem" dedi.

Sonraki sene yine bir arz günü aynı adam müslüman olarak meclise geldi. Fıkha dâir konuştu ve pek güzel şeyler söyledi.

Halk dağıldıktan sonra sultan onu çağırttı ve "Biz se­ninle daha evvel görüşmüş idik. Sen o vakit yahûdi idin. Nasıl müslüman oldun?" diye sordu.

Adam: "Senin yanından çıktığımda bu dînleri araştır­mak istedim. Yazım pek güzeldir. Kimisi eksik kimisi faz­la üç nüsha Tevrat yazdım ve havraya götürüp onlara sattım. Sonra kimisi noksan kimisi fazla üç nüsha İncil yazdım ve kiliseye götürdüm. Onlar da satın aldılar. Son­ra üç nüsha Kur'ân-ı Kerîm yazdım ve sahhâflara götür­düm. Onlar noksan ve ziyâdeliklerini gördüler ve onu al­mayıp imha ettiler. Anladım ki bu mukaddes kitap muha­faza olunmaktadır. Bu sebepten müslüman oldum." dedi.

Yahya bin Eksem (r.h.), bu hâdiseyi Süfyân bin Uyeyne'ye (r.h.) anlatınca o; "Bunun haberi Kur'ân-ı Kerîm'de şöyledir." dedi. "Nisa sûresi'nin 44. âyet-i celîlesinde Incîl ve Tevrat'ın muhafazası o dînin âlimlerine havale kılındığı, onların bunu zayi ettikleri beyan buyuruldu. Halbuki bizim kitabımızın muhafazasını, 'Şüphe yok, o zikri; (Kur'ân-ı Kerîm'i) biz indirdik, biz. Her halde biz onu muhafaza da edeceğiz' mealindeki (Hıcr-9.) âyet-i celîle ile Allâhü Teâlâ bizzat üzerine almıştır ki o asla zayi olmaz." buyurdu.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 11 Aralık 2010 Cumartesi - 5 Muharrem 1432

13 Aralık 2010 Pazartesi

Almanya - Willkommen in Deutschland (Trailer)

Almanya - Willkommen in Deutschland (Trailer)
[- Tercümesi: Almanya - Almanya'ya Hoş geldiniz (Fragman) -]

11 Aralık 2010 Cumartesi

ÇOCUK TERBİYESİ - ALTIN ÖĞÜTLER

ÇOCUK TERBİYESİ - ALTIN ÖĞÜTLER
11 ARALIK 2010 CUMARTESİ

İyi bir anne-baba dendiği zaman, çocukları ile ilgilenen ve onları terbiyeli olarak yetiştiren kişiler hatıra gelir. Şunları hiç unutmamalıdır:

- Sakın küçük demeyin, terbiye beşikten başlar.

- Kararlı olmak, çocuğu kötü hareketten önler.

- Çocukla arkadaş gibi olup, ona değer verilir.

- Aile içindeki geçimsizlik, çocuğu çok sarsar.

- Her kötü hareketine, hep göz yumulmaz.

- Hata, kızarak değil, öğreterek düzeltilir.

- Hiçbir zaman onlara yalan söylenmez.

- Aynı harekete bir iyi, bir kötü denilmez.

- Düşünceler, inandırılarak benimsettirilir.

- Çok sertlik gibi, çok şefkat de zararlıdır.

- Sözünden çok, yaptığına değer verilir.

- Onun yanında başkaları çekiştirilmez.

- Terbiyeden anne ve baba mesuldür.

- Çocuklar hiçbir zaman kötülenmez.

- Onlar yalancılıkla asla suçlanmaz.

- Çocuğa verilen sözden dönülmez.

- Sırlar onların yanında açıklanmaz.

- Samimi olduğunuza inandırılır.

- Konuşmaktan ziyade yaşatılır.

- Kibirlenmesine göz yumulmaz.

- Başkalarına yardıma alıştırılır.

- Hayatın zorluğu öğretilir.

- Sabırlı olması öğretilir.

- Her istediği yapılmaz.

Cem Yilmaz - Hayde Türküsü (Av Mevsimi filminden)

Cem Yılmaz - Hayde Türküsü
(Av Mevsimi filminden)

Cem Yılmaz'ın Av Mevsimi filminden bir kesit.... Şener Şen'le başrolleri paylaştığı Av Mevsimi adlı filmde Kazım Koyuncu'nun söylediği 'Hayde' türküsünü seslendiren Cem Yılmaz ve o sahne...



Hayde gidelum hayde.... Dağa karayemişe.... Elun nişanlisina.... Ben nasil deyim hayde.... Çiktum çami budadum.... Endurdum yarisina.... Boyle sevdami olur.... Girsun yerun dibina... Kizilağaç fidani.... Tepeden budanur mi.... İnsan sevduği yardan.... Bu kadar utanur mi.... Endum dere duzina.... Aşlamayi aşladum.... Sevdaluk eyi şeydur.... Ben da yeni başladum.
Anahtar Kelimeler: Cem Yılmaz - Şener Şen - Av Mevsimi - 2011 - Sinema - Film - Cem Yilmaz - Sener Sen - Kazım Koyuncu - Hayde - türküsü - türkü - gidelum hayde daga karayemise elun nisanlisina ben nasil deyim hayde - youtube - video - videyo - klip

10 Aralık 2010 Cuma

ŞEKER FAYDALI MI ZARARLI MI ?

ŞEKER FAYDALI MI ZARARLI MI ?
10 ARALIK 2010 CUMA

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde görevli olan cerrah, Prof. Dr. Kenan Demirkol, özetle diyor ki:

... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!

ABD’de; 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65’i şişman, 64 milyonu koroner kalp hastası, 11 milyon şeker hastası, 37 milyonunda kolesterol yüksekliği var. Ülkemizde kalp hastalığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısı 4 milyonu aştı.

Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa’da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım.” demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına ihtiyaç yoktur. Dolasıyla, sağlıklı beslenmede de şekerin hiç yeri yok. Normal olarak şekeri meyvelerden zaten alıyoruz.

Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli. Fazla yenen şeker, insülin aracılığı ile kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülür ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, çünkü hiç boş durmuyoruz. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla yediğimiz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar.

Son olarak; Prof. Dr. Kenan Demirkol, tereyağıyla beslenen dedesinin 117 yaşında, margarinle beslenen babasının ise, 59 yaşında öldüğüne de dikkat çekiyor. Anahtar Kelimeler: ŞEKER - Seker faydali mi yoksa zararli mi ? - Sekerin zararlari - Seker sagliga yararli mi ? Seker'in sagliga katkisi var mi ?
Kaynak: Türkiye Takvimi / 30 Kasım 2010 Salı

MAHREMİYETE RİÂYET

MAHREMİYETE RİÂYET
10 Aralık 2010 Cuma - 4 Muharrem 1432

Zina, dünya ve âhirette hüsranı icâp "eden ve bütün dinlerde çirkin kabul edilen, caiz olmayan kötü bir fiildir. Ebû Huzeyfe (r.a.)'ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Re­sûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Zinadan sakınınız, zîrâ zinada üçü dünyâda üçü âhirette olmak üzere altı kötülük vardır. Dünyâdaki üç kötülükten birin­cisi; zina insanın bahâsını (güzellik ve zerâfetini), nûrâniyetini, safiyetini giderir. İkincisi, fakirlik meydana getirir. Üçüncüsü, ömürde noksanlık meydana getirir. Ahiretteki üç kötülük ise; birincisi, Allah'ın gazabıdır. İkincisi, hesa­bın kötü olmasıdır. Üçüncüsü, kabir azabıdır".

Bilmelisin ki Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gö­zün zinası, yabancı kadınlara bakmaktır. Ellerin zinası, ya­bancı kadınlara dokunmaktır. Ayakların zinası, yabancı ka­dınlara gitmektir." Allâhü Teâlâ şöyle buyurmaktadır (meâlen): "Mü'min erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzla­rını (avret mahallerini) muhafaza etsinler, bu kendileri için daha temizdir. Her halde, Allah ne yaparlarsa haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler." (Nûr Sûresi, âyet 30-31)

Bilinmelidir ki kalp, göze tâbidir, göz haramlara kapatılma­dıkça kalbi muhafaza etmek zordur. Kalp meşgul oldukça da avret mahallini (iffeti) muhafaza etmek zordur. Bu sebeple avret mahallini haramlardan muhafaza etmek için gözü haramlara kapatmak zarurîdir. Kur'an-ı Kerîm'de kadınların, kalplerinde hastalık olanların tama' edip de kötülük yapmaya yeltenmemeleri için, yabancı erkeklerle günahkâr kadınlar gibi, yumuşak bir şekilde, kırıtarak konuşmaları men edil­miştir. Bunun yerine vehimden, arzu(ya sebep olmak)tan, yapmacıklıktan uzak, vakar ve ciddiyetle dosdoğru sözler söylemeleri emredilmiştir. Aynı şekilde, erkeklerin arzularına sebep olmaması için kadınların onların yanında zînetlerini göstermeleri de yasaklanmıştır. Keza, kadınların yürürken zînetlerini ortaya çıkarmak için ayaklarını yere vurmaları da yasaklanmıştır. Zîrâ bu, erkeklerin kadınlara meyletmesine sebep olur. Hülâsa, günaha sevk eden her şey çirkindir ve yasaklanmıstır.
(Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî-3/41)

Kaynak: Fazilet Takvimi / 10 Aralık 2010 Cuma - 4 Muharrem 1432

9 Aralık 2010 Perşembe

ALLAH'A VE RESULÜNE OLAN SEVGİ

ALLAH'A VE RESULÜNE OLAN SEVGİ
9 ARALIK 2010 PERSEMBE

Hz. Mus'ab b. Umeyr, Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden, ilk müslüman olanlardan ve İslâm'a çok büyük hizmet­lerde bulunan Kur'ân muallimi bir zâttır.

Mus'ab b. Umeyr (r.a.), zengin, hali vakti yerinde olan bir aileye mensuptu. Mekkeli gençler arasında en yakı­şıklı olan ve en güzel elbiseler giyen idi. Ana ve babası onu çok severlerdi.

Resûlullâh'ın (s.a.v.) İslâm'a davet ettiğini duyunca, he­men huzuruna vardı ve müslüman oldu. Annesinden ve akrabalarından korktuğu için, Müslüman olduğunu gizliyor, Resûlullâh'ı gizlice ziyaret ediyor, namazlarını gizlice kılı­yordu. Bir gün namazını kılarken İbn-i Talha görüp annesine ve akrabalarına haber verdi. Mus'ab'ı (r.a.) yakalayıp hapsettiler, îmânından dönmesi için ona işkence yaptılar. Bu işkence ve eziyetler birinci Habeşistan hicretine kadar devam etti. Habeşistan'dan döndüğünde artık annesi ona eziyet etmekten vazgeçmişti.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün ashâbıyla oturur­larken Mus'ab (r.a.), huzuruna geldi. Üzerinde yamalı bir elbise vardı. Ashâb-ı Kiram, onun bu halini görünce acıdıklarından başlarını aşağıya eğdiler, yanlarında ona ve­rebilecekleri bir şeyleri de yoktu.

Resûlullâh da (s.a.v.) onun daha önce içinde bulunduğu imkânlar ile şimdiki hâlini düşünerek gözyaşlarını tutama­dı. Mus'ab (r.a.) selâm verdi, Resûlullâh (s.a.v.) da selâ­mını aldı. Sonra Resûlullâh Ashabına şöyle buyurdu: "Siz­den biriniz sabahleyin bir elbise, akşamleyin başka bir elbise giydiği, önüne bir tabağın konulup öbürünün kal­dırıldığı ve Kabe'nin örtüldüğü gibi evleriniz de sizi örttüğü zaman ne yapardınız? Ashâb, "Ya Resûlallah! O günkü hâlimiz bu günkünden daha iyi olurdu. Geçim sıkıntımız olmaz ve biz de kendimizi ibâdete verirdik." dediler. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hayır, siz bu­gün o günkünden daha hayırlısınız."

Resûlullâh (s.a.v.) Mus'ab'a övgüde bulundu, onu medhetti ve şöyle buyurdu: "Allah'a hamdolsun. Ben Mus'ab'ı görmüştüm. Kureyş'ten hiçbir genç ana-babasının yanında onun kadar imkâna ve nimete sahip değildi. Fakat Allah'a ve Resûlü'ne olan sevgisi ona bu imkânları terk ettirdi."

Kaynak: Fazilet Takvimi / 8 Aralık 2010 - 2 Muharrem 1432

7 Aralık 2010 Salı

KIYAMET GÜNÜNDE İNSANOĞLU

KIYAMET GÜNÜNDE İNSANOĞLU
7 Aralık 2010 Salı - 1 Muharrem 1432

Hz. Enes'den (r.a.) rivayet edilmiştir; Resûlullâh Efen­dimiz (s.a.v.) buyurdu ki:

"Kıyamet günü insanoğlu adetâ bir kuzu gibi getirilip Allâhü Teâlâ'nın huzurunda durdurulacak. Allâhü Teâlâ, 'Sana (hayat ve afiyet) verdim, mal ve hizmetçi verdim ve sana (peygamber gönderip kitap indirerek) ihsanda bulundum; sen ne yaptın?' buyuracak. Kul şöyle cevap verecek: 'Onları biriktirdim, artırdım ve olduğundan da­ha fazla olarak (dünyâda) bıraktım. Beni (dünyâya) gön­der de onların hepsini sana getireyim.'

Allâhü Teâla (tekrar) '(Âhiret için hayırdan) Takdim ettiklerini bana göster!' buyuracak. İnsanoğlu diyecek ki: 'Ey Rabb'im! Onları biriktirdim, artırdım ye olduğun­dan daha fazla olarak bıraktım. Beni (dünyâya) gönder de hepsini sana getireyim.'

Bir de görülür ki kul, hayır namına bir şey takdim et­memiş, getirmemiştir. Sonra cehenneme götürülür.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 7 Aralık 2010 Salı - 1 Muharrem 1432

6 Aralık 2010 Pazartesi

HASTA ZİYARETİ VE TA'ZİYE

HASTA ZİYARETİ VE TA'ZİYE
6 ARALIK 2010 PAZARTESİ - 30 Zilhicce 1431

Hastaları görüp hal ve hatırlarını sormak ve onları ziyaret etmek, cenazelerinde bulunup kabre kadar gö­türmek, birbirimize karşılıklı haklarımızdandır.

Bu vazifeleri yapanlara büyük sevaplar vardır. Hadîs-i şeriflerde;

"Hastaları ziyaret eden rahmet deryasına dalar. İslam kardeşliği hakkını ödemek maksadıyla cena­zeye gidenlere de Uhud dağı gibi ecirler verilir." buyurulmuştur.

Cenaze defnedildikten sonra akrabasına; 'Hüküm, takdir, Allâhü Teâlâ'nındır. Mevlâ sabr-ı cemîl (metanet, bol sabır), ecr-i cezîl (çok sevap) ihsan buyursun.' gibi teskîn ve teselli sözleri ile ta'ziye edilir.

Taziye sadece cenazelere mahsûs değildir. Bir be­lâya, bir musibete uğrayan Müslüman'a taziyede bulun­mak da sünnettir.

Ölüm veya bir felâket ânında, hattâ ayağımıza bir di­ken batsa "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" (Biz Allah içiniz ve biz nihayet ona döneceğiz.) demek sünnettir.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 10 Ağustos 2010 Sali - 29 Şaban 1431

5 Aralık 2010 Pazar

ZEKÂT NEDİR ?

ZEKÂT NEDİR ?
5 ARALIK 2010 PAZAR
Yazı tipi boyutu

Zekât, lügatte bereket, nema, temizlik ve sâf olmak mânâlarına gelir.

Senelik mâlî bir ibâdettir ki Cenâb-ı Hakk'ın emrine itaat için, Müslümanların zenginlerinin seneden seneye mallarından kırkta birini; Allâhü Teâlâ'nın tâyîn ettiği sekiz sınıftan birine vermelerinden ibarettir.

Âyet-i kerîmede "Sadakalar, ancak fakirlere, miskin­lere, onun üzerine (zekâtın tahsiline) memur olanlara, müellefe-i kulûba, âzad edilecek kölelere ve borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara..." (Tevbe-60) buyrularak bu sekiz sınıf bildirilmiştir.

Zekât İslâm'ın beş şartından birisidir. Hür, akıllı ve baliğ (ergin) ve nisâb miktarı mala mâlik olan müslümâ-nın zekât vermesi farzdır.

Zekâtta nisab: Aslî ihtiyâçlarından ve borçlarından başka, 20 miskal (80,18 gr) altın veya bu değerde nakit para ve ticâret malı; otlayan hayvanlarda ise devede beş, sığırda otuz ve koyunda kırk adettir.

Zekâtın edasının farz olması için nisaba kavuştuktan sonra malın üzerinden bir yıl geçmelidir.

Aslî ihtiyaçlar: Ev ve ev için lüzumlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba) ve bir aylık -sahih görülen diğer bir kavle göre bir senelik- erzaktır. Borç karşılığı para da aslî ihtiyaçlardandır.

Nisâb miktarının sene içinde eksilmesi, zekât verme­ye manî değildir.

Nisâb miktarının senenin başında ve sonunda mev­cut olması yeterlidir.

Zekât verirken veya vermek üzere ayırırken kalben zekâta niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemek lâzım gelmez.

Zekât niyeti ile verirken hediye veya borç olarak ver­diğini söylemekte bile bir mahzur yoktur.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 7 Ağustos 2010 - 26 Şaban 1431

3 Aralık 2010 Cuma

HAYATI KABUSA DÖNEN AİLE

HAYATI KABUSA DÖNEN AİLE
3 ARALIK 2010 CUMA - 27 ZİLHİCCE 1431


Şanlıurfa’da, 4 çocuklu Taş ailesinin yaşadığı tek odalı evde son 3 ayda 30 kez küçük çaplı yangın çıktı.

Bilinmeyen nedenlerden dolayı günün değişik saatlerinde çıkan yangınlar, Taş ailesi ve komşularının yardımı ile söndürülüyor. Yangınlar küçük çaplı olduğu için bu güne kadar itfaiyeden yardım istenmedi.

Mahalle halkını korkutan yangınlar, 3 ay önce Şıh Maksut Mahallesi’nde Taş ailesinin evinde başladı. Bir gün kendiliğinden çıkan yangında halı ve bazı eşyaları yanan Taş ailesi, kendi imkanları ile söndürdü. Ancak, anlam veremedikleri yangın bir süre sonra peş peşe çıkıp, evdeki eşyalara zarar verdi. Nedensiz çıkan yangınlar, evde yaşayan Taş ailesi ile mahalle halkını endişelendirdi. Yaşananların ardından halk arasında ‘Cinler ev yakıyor’ söylentisi çıkarken, komşuları, çocuklarının yaşları 6 ile 14 arasında değişen Taş ailesinin fertlerini evlerine kabul etmemeye başladı.

3 ay içerisinde 30 kez evleri yanan 4 kişilik Taş ailesinin fertlerinin, kıyafetleri ve yatakları küle döndü. Komşularının verdiği elbiseleri giyip, eski eşyaları kullanarak hayatlarını sürdürmeye başladıklarını söyleyen 35 yaşındaki Belkıs Taş, “Bu yangınlar yüzünden adeta şaşkına döndük. Durduk yere yangın çıkıyor ve eşyalar gözümüzün önünde yanmaya başlıyor. Komşularımızın yardımı ile yangını söndürüyoruz. Odada soba, elektronik bir malzeme olmamasına rağmen yatak ve elbiselerimiz gözümüzün önünde tutuşarak yanıyor. Mahalle halkı da bizim gibi korkuyor ve bizi kimse evine misafir olarak bile almıyor” dedi.

42 yaşındaki tarım işçisi Faruk Taş’ın evinde çıkan yangın mahallelinin korkulu rüyası haline geldi. Komşularının verdiği birçok eşyasının küle döndüğü yangınlar yüzünden bazı komşular Taş, ailesinin yanına ve evlerine yaklaşmak istemiyor. Faruk Taş, “Esrarengiz yangınlar bizi çok korkutuyor. Çoğu zaman, gece yangın çıkar başımıza bir şey gelir diye geceleri uyuyamıyor, nöbet tutuyorum. Cinlerin evi yaktığı söylentileri üzerine, hocalara gidip muskalar yaptırıp, evin dört köşesine yerleştirdik, fakat çözüm olmadı. En sonunda derdimizi anlatmak için Şanlıurfa Valiliğine müracaata bulundum. Ben yaşadığım olayı devlet büyüklerime anlattığım zaman, deli olduğumu düşünerek bana psikiyatri bölümüne gitmemi önerdiler. Perişan durumdayız ve bu yangına su serpecek bir çözüm istiyoruz” diye konuştu.

RÖPORTAJ SIRASINDA YANGIN

3 aydır Taş ailesinin hayatını kabusa çeviren olayı haber yapmaya giden gazeteciler, aile fertler ile avluda röportaj yaptıkları sırada, odada yangın çıktı. Yangında odada bulunan halı ve üzerindeki eşyalar tutuşup alev aldı. Yangına, mahalle halkı hortum ile müdahale ederken, alevleri gören komşusu Halil Çiftçi ise ‘Allah’ diyerek sinir krizi geçirdi. Sinir krizi geçiren kişi sakinleştirilmeye çalışılırken, yaşananları gören kadın ve çocuklar ise gözyaşına boğuldu.

2 Aralık 2010 Perşembe

KUR'ÂN-I KERÎM HATMİ

KUR'ÂN-I KERÎM HATMİ
02 ARALIK 2010 PERSEMBE - 26 ZİL-HİCCE 1431

Allahü Teâlâ tarafından bir mucize olarak Peygamber Efendimiz'e indirilen Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar okumaya hatim denir. Kur'ân-ı Kerîm'i hatmet­mek sünnettir.

Cebrail (a.s.) her yıl Ramazan ayında, her gece gelir, Ramazan'ın sonuna kadar Kur'ân-ı Kerîm'i Peygamber Efendimizle (s.a.v.) mukabele eder; yani o okur. Peygam­berimiz dinler, Peygamberimiz okur, Cebrail (a.s.) dinlerdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dünyâdan âhirete. irtihal buyurdukları sene, bu mukabele iki kere yapılmıştı İmâm-ı Âzam (r.h.) "Bir kimse senede iki defa Kur'ân-ı Ke­rîm'i hatmederse hakkını vermiş olur." buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm'i hatmederken, Vedduhâ Sûresi'nin sonunda "Allâhü Ekber! Lâ ilahe illâllâhü vallâhü ekber" diyerek tekbîr getirmeye başlamak ve sonuna kadar her sûrenin sonunda da tekbîri tekrarlamak sünnettir.

İhlâs Sûresi'ni üç kere okuduktan sonra Felak ve Nas Sûreleri okunur. İhlâs Sûresi Kur'ân-ı Kerîm'in üçte biri­ne denk olduğu için, üç defa okunduğu zaman bir Kur'ân sevabına nail olunur.

Hatimden sonra hemen diğer hatme başlamak da sün­nettir. Übeyy ibni Ka'b (r.a.) "Peygamberimiz (Kul eûzü bi Rabbinnâs) sûresini okuyunca, Fâtiha'dan başlar ve Bakara sûresinin (Ve ülâike hümü'l-müflihûn) âyetine kadar ilk beş âyetini okuduktan sonra hatim duasını yapardı." demiştir.

Bir kimse "Yâ Resûlallâh! Hangi amel Allah'a daha sev­gilidir?" diye sormuştu. Peygamberimiz "Konup göçenin ameli!" buyurdu. "Konup göçen ne demektir?" diye sordu. Peygamberimiz "Kur'ân-ı başından sonuna kadar okuyan kimsedir ki, ne zaman sonuna kadar okusa, hemen baş tarafına geçip yeniden okumağa başlar." buyurdu.

Hatimden sonra duâ etmek de sünnettir. Peygamber Efendimiz "Kuranı hatmeden kimsenin duası kabul olunur." buyurmuştur. Enes b. Mâlik de (r.a.) Kur'ân'ı hat­mettiği zaman ailesini (ve dostlarını) toplar ve duâ ederdi.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 5 Ağustos 2010 Persembe - 24 Şaban 1431

1 Aralık 2010 Çarşamba

BİR ANNENİN KIZINA TAVSİYELERİ

BİR ANNENİN KIZINA TAVSİYELERİ
01 ARALIK 2010 CARSAMBA - 26 ZİL-HİCCE 1431

Yavrum! Şimdi sana 40 yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı nasihatlerde bulunacağım. Bu nasihatlerime uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, ahirette de ebedî saadete ulaşırsın! Ama bunların zamanı geçti, bu devirde olmaz dersen, şimdiden kaybedersin.

01 - Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek herşeyi memnuniyetle kabul et! Çünkü, kanaat, kalbi huzura kavuşturur.

02 - Söylenenleri daima iyi dinle ve kocanın meşru emirlerine itaat et!

03 - Evin ve her şeyin her zaman, temiz, muntazam ve düzenli olsun!

04 - Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin! Açlık insanı huysuz eder, uykusuzluk ise, öfkelendirir.

05 - Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru! Yaptığın işleri, iyilikleri başa kakma! İyiliğe karşı iyilik çabuk unutulur, fakat kötülüğe karşı yapılan iyilik unutulmaz.

06 - Eşinin yakınlarına güzel muamelede bulun! Kocanın hatalarını, yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!

07 - Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme! Karı-koca arasındaki sırlar kabre beraberlerinde gömülmelidir.

08 - Eşinin üzüntüsünü ve neşesini paylaş! Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı ol! İyi bil ki yalan, yuvayı içten içe yıkan bir kurttur.

09 - Aranızdaki meseleleri kendiniz halledin! Sakın bunları, bize ve başkasına taşıma! Kimseden medet umma!

10 - Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!

11 - Kadının güzel huylusu, eşine Cennet nimetidir. Sen kocana Cennet nimeti ol! Azap çektirme!

Bunları yapabilmen, ancak, onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir. Hep kendi istek ve arzularını ön plâna çıkartırsan, bu nasihatleri tutman mümkün olmaz.

Kaynak: Türkiye Takvimi / 19 KASIM 2010 Cuma - 13 ZİL-HİCCE 1431