30 Ocak 2011 Pazar

ÇOCUK VE GENÇLER

ÇOCUK VE GENÇLER
30 OCAK 2011 PAZAR - 26 SAFER 1432

Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı ve farzları ve haramları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlaksız arkadaşlardan korumakla olur. Tahrîm sûresinde altıncı âyet-i kerîmede meâlen, (Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!) buyuruluyor.

Çocuklarına imanı, İslâmı öğretmeyen analar babalar, çocuklarını Müslüman olmaktan mahrum etmiş, kâfir olmalarına sebep olmuş olurlar. Çocukları ile birlikte, kendileri de Cehennemde bunun cezasını, azabını çekerler. Her Müslümanın, çocuğuna Âmentü’yü ezberletmesi ve manasını öğretmesi lâzımdır. Müslüman ana babanın çocuğu akıl bâlig olduğu zaman, yalnız, Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demekle Müslüman olmaz. İmanı ve İslâmı bilmesi, anlatması da lâzımdır. İmanı anlatmak demek; inanılacak 6 şeyi anlamak ve sorunca söylemek demektir. İslâmı bilmek demek, Allahü Teâlâ'nın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabul etmektir.

İslâm dinine inanmayanlar, gençleri aldatmak için; “Dinleri insanlar çıkarmış, önce totem, sonra çok tanrı, en son tek tanrı fikri çıkmış. Dinler; fenne, medeniyete mani olmuş.” diyorlar. İslâmiyete iftira ediyor, alçakça yalan söylüyorlar. Fen bilgilerini, akıl bilgilerini İslâmiyetin içinden ayırıyorlar. İslâmiyeti akıl bilgilerinden ayrı, bunlara karşı imiş gibi gösteriyorlar. Akıl, fen bilgilerini öğrenmek için; “İslâmiyeti bırakmalı.” imiş düşüncesini yaymaya çalışıyorlar. İlmihâl kitaplarını okuyarak İslâmiyetin akıl bilgilerine, fenne verdiği ehemmiyeti anlayan uyanık kimseler, bu yalanlara elbette aldanmaz.

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

Kaynak: Türkiye Takvimi / 21 Aralık 2010 Salı - 15 Muharrem 1432

29 Ocak 2011 Cumartesi

ÇİFTÇİ'NİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRECEK 16 DESTEK

ÇİFTÇİ'NİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRECEK 16 DESTEK
29 OCAK 2011 CUMARTESİ
TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı Vahit Kirişçi, önümüzdeki hafta açıklanması planlanan destekleme primleri ile ilgili çiftçiye müje verdi. Kirişçi, kırsal kalkınma desteğinin yeniden başlatılacağını bildirdi

Kirişçi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hükümetleri döneminde yapılan tarımsal desteklerin önceki dönemlerle kıyaslanmayacak boyutta olduğunu, çiftçinin yüzünün 2011'de de gülmeye devam edeceğini, bu kapsamdaki tüm çalışmaların tamamlandığını söyledi.

Çiftçinin bu günlerdeki en önemli beklentisini destekleme primlerinin oluşturduğunu belirten Kirişçi, bu primler sayesinde Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu alandaki üretimin artırılırken, ithalatın azaldığını, yabancı çiftçi yerine Türk çiftçisinin kazanmasının sağlandığını vurguladı.

Kirişçi, geçen yıl ürün bazında verilen tarımsal desteklerin yeni yıl öncesinde açıklandığını anımsatarak, ''Bu yıl, geçen yıla göre yaklaşık bir ay gecikmeli de olsa çiftçinin yüzünü güldürecek bir çalışma yapıldı. Bu kapsamda, 16 ürün için verilen tarımsal destekler önümüzdeki hafta Bakanlar Kuruluna getirilerek açıklanacak. Ürün bazlı prim desteklerinin bir bölümü enflasyonun çok üzerinde artırılacak, bir bölümü de geçen yılki seviyesini koruyacak'' dedi.

Gübre ve mazot desteğinin yüzde 15 artırılacağını, yüzde 50'si hibe olmak üzere kırsal kalkınma desteğinin yeniden başlatılacağını ifade eden Kirişçi, şunları kaydetti:

''Geçen yıl çiftçiye 5 milyar 881 milyon TL tarımsal destek sağlandı. Geçen yıl üretim miktarına bakılmaksızın 'alan esaslı' dediğimiz destekler kapsamında 1 milyar 859 milyon TL ödeme yapıldı. Prim ödemesi destekleri 2 milyar 71 milyon lira oldu. Üçüncü bir önemli desteğimiz de bilindiği gibi hayvancılıkta gerçekleşti. Bu kapsamda yetiştiricilere 1 milyar 193 bin TL destek sağlandı.''

Kirişçi, şunları kaydetti:

''Tarım sigortası kapsamındaki destekler ise yaklaşık 81 milyon TL'ye ulaştı. Üretici bilindiği gibi ürününü sigorta ettirirken priminin yüzde 50'sini devlet karşıladı. Bugüne kadar çiçeklenme dönemindeki don olayından kaynaklı zararı daha önce Tarım sigortaları kapsamıyordu. Bu yüzden, geçen yıl don nedeniyle zarar gören çiftçiye 128 milyon TL destek verildi. Yapılan düzenleme ile bundan böyle çiçeklenme dönemindeki bu zararlar da sigorta kapsamına alındı. Risk ne kadar yüksek olursa, prim de o kadar yükseldiğinden, bu kapsamdaki sigorta bedelinin yüzde 67'sini devlet karşılayacak. Bu da üretici için büyük bir rahatlama olacak.''

-ÇUKUROVA ÇİFTÇİSİ ANKARA'DAN MUTLU DÖNDÜ-

Bu arada, Adana Çiftçiler Birliği 2. Başkanı Mutlu Doğru, Çukurovalı çiftçinin beklentilerini bakanlık düzeyinde dile getirmek üzere Ankara'da yaptıkları görüşmelerden Adana'ya mutlu döndüklerini bildirdi.

Doğru, birlik başkanı Behçet Homurlu ve yönetim kurulu üyeleri ile ziyaret ettikleri yetkililerden çiftçi için müjdeli haberler aldıklarını belirterek, şöyle devam etti:

''Bizi en çok sevindiren gelişme, öncelikle ürün bazlı destekleme primlerinin tespiti oldu. Türkiye'nin yağ açığını dikkate alan hükümet, destekleme kapsamında bulunan ve yağ oranı en yüksek bitkiler olan kanola, aspir ve soyaya daha fazla destek sağlayacak. Pamuktaki destekleme geçen yıl olduğu gibi 42 kuruş olacak ancak, soya üretim maliyetinin yüzde 50'sini devlet prim olarak karşılayacak.''

Doğru, görüşmelerinde buğday fiyatları konusunda piyasada spekülasyonların da olduğunu gündeme getirdiklerini belirterek, ''Bu konuda da TMO'ya ithalat yetkisi verildiğini öğrendik. Bu sayede, TMO piyasayı regüle edecek. Mısır temini konusunda piyasada sıkıntı olmadığı için bu konuda ithalat yapılmamasının doğru olacağı konusundaki görüşlerimizi de dile getirdik.''

Kaynak: AA

İMÂM-I GAZÂLİ HAZRETLERİ

İMÂM-I GAZÂLİ HAZRETLERİ
29 OCAK 2011 CUMARTESİ - 25 SAFER 1432

İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Ömrünü İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek ve öğretmekle geçiren İmâm-ı Gazâlî hazretleri 1058 yılında, İran’ın Meşhed şehrinin Gazâl köyünde doğdu. 1111 senesi Cemazil-evvel ayının 14. Pazartesi günü, orada vefât etti.

Odasında namaz kılarken, her zamankinden fazla kalınca, yakınları meraklandı. İçeri girince İmâm-ı Gazâlî hazretlerini, kefeni giyip, yüzünü kıbleye dönüp, rûhunu teslim etmiş gördüler. Başı ucunda da şu beytler vardı:

Sakın sanmayınız ki, ölüm, hep yok olmaktır,
O gerçek bir hayattır ve yüce bir maksattır.

Sanmayın ölüm, azap, şiddet, elem çekmektir,
O, sadece bir evden, başka eve geçmektir.

Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız,
Biz gittik, biliniz ki, sırada siz varsınız.

Son sözüm olsun size “Aleyküm selâm” dostlar,
Allah selâmet versin, diyecek başka ne var?

İmâm-ı Gazâlî hazretleri, müctehid idi. Çok kitap yazdı. O kadar çok kitap yazdı ki, ömrüne bölününce bir güne 18 sayfa düşmektedir. Bağdat’ta Nizâmiyye Üniversitesinde müderris, yani profesör idi. Daha sonra, Şam’da ve Nişapur’da müderrislik yaptı. İhyâ ve Kimyâ-i Seâdet kitapları çok kıymetlidir.

Kaynak: Türkiye Takvimi / 18 Aralık 2010 Cumartesi - 12 Muharrem 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Ömrü uzun ve ibâdetleri çok olana müjdeler olsun."
Kaynak: Hadîs-i Şerîf
************************************************************************************

SAKINCASI YOKSA

SAKINCASI YOKSA (F) ;)


Canimin ici biricik Askimm, seninle bulustugumuzda
Sakıncası yoksa eger, sana birkaç tatlı söz edeceğim,
Gözlerin kadar olmasa da belki biraz etkileyici
Hayalimde ki ‘biz’ kadar gerçekçi
Ve gülüşün kadar yakmasa da sanırım ısıtır içini

Sakıncası yoksa sana sarılacağım Canım,
Kusuruma bakmayasın,
Belki o an dudağından öpeceğim
Küçük ve bir o kadar da masum
Lütfen korkmayasın sevdiginden,
Gelirken şehveti evde bırakacagım.

Sakıncası yoksa sana haykıracağım Birtanem,
‘Seni herseyden cookkkk Seviyorummmm’ diye…
Sana, çevrene ve sana ait herşeye…
Hatta aldığın her nefese.
Gözlerimi işleyeceğim baktığın her yere.

Sakıncası yoksa nefesimi gezdireceğim Aşkım,
Al yanaklarında ve kiraz dudaklarında…
Ve fısıltılar dolaşacak kulaklarında…
Yalanlara daha kaba davranacağım
Kusuruma bakmayasın…

Sakıncası yoksa elinden tutacağım Sevgilim,
Parmaklarına sarılacağım, avuçlarım terleyecek
Avuçlarını ıslatacağım ve utanacağım.
Acaba ‘öpsem ne der’ diye düşünürken
Kollarımla sarıp belinden kavrayacağım,
Kusuruma bakmayasın… hayallerimi süsleyen Prensesim...

Hayallerimi süsleyen güzel Aşkım,
Cünki seni herseyden cokkk Seviyorummm melegim... (F)(L) ;)

28 Ocak 2011 Cuma

2010'DA TÜRKİYE'NİN NÜFUS ARTIŞI

2010'DA TÜRKİYE'NİN NÜFUS ARTIŞI
28 OCAK 2011 CUMA


Türkiye'nin 2010 yılı nüfusu açıklandı. 2010 yılındaki nüfus verilerine göre ülke nüfusu, 2010 sonu itibariyle 73 milyon 722 bin 988 kişiye ulaştı. Ülke nüfusu, 1 milyon 161 bin 676 kişi arttı.

2009 yılı itibariyle 72 milyon 561 bin 312 kişi olan ülke nüfusu, 1 milyon 161 bin 676 kişilik artışla, 2010 sonunda 73 milyon 722 bin 988 kişiye ulaştı.

Türkiye'nin yıllık nüfus artış hızı binde 15,88 oldu. 2009 sonunda nüfus, 72 milyon 561 bin 312 düzeyindeydi. Nüfus son bir yılda 1 milyon 161 bin 676 kişi arttı.

Türkiye nüfusu 2010 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla oranla binde 15,88 artarak, 73 milyon 722 bin 988 kişiye yükseldi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ''Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Nüfus Sayımı Sonuçları''nı açıkladı.

2010 yılında 81 ilden 53'ünün nüfusu bir önceki yıla göre arttı, 28 ilin nüfusu ise azaldı.

Nüfus artış oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla, Bilecik, Isparta ve Erzincan, en düşük olduğu iller ise Tunceli, Çankırı ve Ardahan oldu.

TÜİK verilerine göre, toplam nüfusun yüzde 18'i (13 milyon 255 bin 685 kişi) İstanbul'da ikamet ediyor. Bu ili sırasıyla yüzde 6,5 ile (4 milyon 771 bin 716 kişi) Ankara, yüzde 5,4 ile (3 milyon 948 bin 848 kişi) İzmir, yüzde 3,5 ile (2 milyon 605 bin 495 kişi) Bursa, yüzde 2,8 ile de (2 milyon 85 bin 225 kişi) Adana illeri takip etti.

Ülkede en az nüfusa sahip il ise 74 bin 412 kişi ile Bayburt oldu.

İSTANBUL'UN NÜFUSU 13 MİLYONU AŞTI. HER 6 KİŞİDEN 1'İ İSTANBUL'DA YAŞIYOR

Türkiye nüfusu, 2010 yılı sonu itibariyle 73 milyon 722 bin 988 kişiye ulaştı. Ülke nüfusunun yarısını 29,2 yaşından küçükler oluşturuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Nüfus Sayımı Sonuçlarına göre, nüfusun yüzde 50,2'sini (37 milyon 43 bin 182 kişi) erkekler, yüzde 49,8'ini (36 milyon 679 bin 806 kişi) ise kadınlar oluşturdu.

Türkiye'nin yıllık nüfus artış hızı 2010 yılında binde 15,88 olarak gerçekleşti. 81 ilden 53'ünün nüfusu bir önceki yıla göre arttı, 28 ilin nüfusu ise azalış gösterdi. 2009 yılında nüfusu azalan il sayısı 14 idi.

Nüfus artış oranı en yüksek ilk üç il, Bilecik, Isparta ve Erzincan, en düşük kaldığı ilk üç il ise Tunceli, Çankırı ve Ardahan oldu.

-NÜFUSUN YÜZDE 76,3'Ü İL VE İLÇE MERKEZLERİNDE YAŞIYOR-

Toplam nüfusun yüzde 76,3'ü (56 milyon 222 bin 356 kişi) il ve ilçe merkezlerinde, yüzde 23,7'si (17 milyon 500 bin 632 kişi) belde ve köylerde ikamet ediyor.

İl ve ilçe merkezlerinde yaşayan nüfus oranının en yüksek olduğu il yüzde 99 ile İstanbul, en düşük il ise yüzde 32 ile Ardahan olarak belirlendi.

Ülke nüfusunun yüzde 18'i İstanbul'da yaşıyor. Buna göre her 6 kişiden 1'i İstanbul'da yaşamını sürdürüyor. 2009'da 12 milyon 915 bin 158 kişinin yaşadığı İstanbul'da nüfus, 2010'da 13 milyon 255 bin 685 kişiye ulaştı.

İstanbul'u 4 milyon 771 bin 716 kişi ile (yüzde 6,5) Ankara, 3 milyon 948 bin 848 kişi ile (yüzde 5,4) İzmir, 2 milyon 605 bin 495 kişi ile (yüzde 3,5) Bursa, 2 milyon 85 bin 225 kişi ile (yüzde 2,8) Adana takip etti.

En az nüfusa sahip il ise 74 bin 412 kişi ile Bayburt oldu. Bayburt'un nüfusu 2009'da 74 bin 710 kişi idi.

-NÜFUSUN YÜZDE 67,2'Sİ ÇALIŞMA ÇAĞINDA-

Türkiye'de, ortanca yaş 29,2 olarak hesaplandı. 2009 yılında bu rakam, 28,8 olarak belirlenmişti.

Ortanca yaş erkeklerde 2010 yılında 28,7, kadınlarda 29,8 oldu. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin ortanca yaşı 29,1, belde ve köylerde yaşayanların ortanca yaşı ise 29,8 olarak tespit edildi.

Ülkede 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun yüzde 67,2'sini oluşturdu. Nüfusun yüzde 25,6'sı 0-14 yaş grubunda, yüzde 7,2'si de 65 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldı.

-KİLOMETRE KAREYE 96 KİŞİ DÜŞÜYOR-

Nüfus yoğunluğu olarak kabul edilen ''bir kilometre kareye düşen kişi sayısı'', Türkiye genelinde 96 kişi olarak hesaplandı. Söz konusu rakam, 2009'da 94 kişi düzeyindeydi. Bu sayı illerde 10 ile 2 bin 551 kişi arasında değişiyor.

İstanbul 2 bin 551 kişi ile nüfus yoğunluğu en fazla il olarak belirlendi. İstanbul'u sırasıyla 432 kişi ile Kocaeli, 329 kişi ile İzmir, 254 kişi ile Hatay ve 250 kişi ile Bursa izledi. Tunceli, 10 kişi ile nüfus yoğunluğunda en az il olarak yer aldı.

Yüz ölçümü büyüklüğüne göre ilk sırada yer alan Konya'nın nüfus yoğunluğu 52, yüz ölçümü en küçük olan Yalova'nın nüfus yoğunluğu 241 oldu.

Kaynak: AA

2010 İTHALAT - İHRACAT RAKAMLARI

2010 İTHALAT - İHRACAT RAKAMLARI
28 OCAK 2011 CUMA

Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye'nin 2010 yılı ihracatının bir önceki yıla göre yüzde 11,5 artarak 113 milyar 930 milyon dolar, ithalatının ise yüzde 31,6 artarak 185 milyar 493 milyon dolar seviyelerinde olduğunu açıkladı.

Türkiye'nin 2010 yılında ihracatı 113,9 milyar dolar, ithalatı 185,9 milyar dolara ulaştı. İthalatın ihracattan fazla yükselmesi nedeniyle dış ticaret açığındaki artış, yüzde 84,5'i buldu. Dış ticaret dengesindeki açık, 71,6 milyar dolar olarak hesaplandı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 Aralık ve Aralık-Ocak dönemine ilişkin dış ticaret verilerini açıkladı.

Verilere göre, 2009'da 102 milyar 143 milyon dolar olan ihracat, yüzde 11,5 artarak, 113 milyar 930 milyon dolara yükseldi. İthalattaki artış ise yüzde 31,6'yı buldu. Tutar, 140 milyar 928 milyon dolardan 185 milyar 493 milyon dolara çıktı.

Dış ticaret açığı ise söz konusu dönemde 38 milyar 786 milyon dolardan 71 milyar 563 milyon dolara ulaştı.

İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 72,5'ten yüzde 61,4'e geriledi.

Yılın son ayında da ihracat 11 milyar 872 milyon dolar, ithalat 20 milyar 554 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Aralık ayındaki dış ticaret açığı 8 milyar 681 milyon dolar olarak hesaplandı. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise 2010 Aralık ayında, Kasım ayına göre ihracat yüzde 10,5 arttı, ithalat yüzde 6,4 azalış gösterdi.

TÜİK verilerine göre, Türkiye'nin dış ticaretinde 2009 ve 2010 yılı itibariyle meydana gelen değişim şöyle:

. 2009 2010 değişim

(bin dolar) (bin dolar) (yüzde)

----------- ----------- --------

İHRACAT 102.165 113.930 11,5

İTHALAT 140.928 185.493 31,6

DIŞ TİC. AÇIĞI -38.786 -71.563 84,5

İHRACATIN İTHALATI

KARŞILAMA ORANI (yüzde) 72,5 61,4 -

Türkiye, geçen yıl dış ticarette Orta Vadeli Programda (OVP) ortaya konulan öngörüleri aştı.

Programda 111,7 milyar dolar öngörülen ihracat, 113,9 milyar dolar, 177,5 milyar öngörülen ithalat da 185,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Buna paralel dış ticaret açığında da 5,8 milyar dolar sapma gözlendi. Dış ticaret açığı programda 65,8 milyar dolar olarak yer almıştı, gerçekleşme 71,6 düzeyinde oldu.

-İTHALAT-

TÜİK'in dış ticaret verilerine göre, 2010 yılında ithalatın değer olarak yüzde 70,8'ini ara (hammadde) malları oluşturdu. Hammadde ithalatı bir önceki yıla göre de yüzde 32 artışla 131,4 milyar dolar oldu.

Sermaye (yatırım) malları da toplam ithalatın 15,5'ini, tüketim malları yüzde 13,3'ünü meydana getirdi.

Yatırım malı ithalatı bir önceki yıla göre yüzde 34,3 artışla 28,8 milyar dolar, tüketim malı ithalatı da yüzde 28,2 artışla 24,7 milyar dolara yükseldi.

Diğer kaleminde meydana gelen ithalat da 545,7 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti.

Ekonomik faaliyetlere göre ithalata bakıldığında; imalat sektöründe ithalat, yüzde 30,9 artışla 145,3 milyar dolar oldu.

Tarım ve ormancılıkta ithalat yüzde 40,6 artarak 6,5 milyar dolar, madencilik ve taşocakçılığında ithalat yüzde 25,7 artarak 25,9 milyar dolar, balıkçılıkta da yüzde 6,7 artışla 33,3 milyon dolara çıktı.

-İHRACAT-

Ekonomik faaliyetlere göre ihracata bakıldığında da geçen yıl Türkiye imalat sektöründe 105,5 milyar dolarlık ihracat yaptı. Böylece, 113,9 milyar dolarlık toplam ihracatın, yüzde 92,6'sını imalat sektörü oluşturdu.

İmalat sektöründe ihracat, bir önceki yıla göre yüzde 10,5 artış gösterdi. 2009'da bu sektörde yapılan ihracat 95,4 milyar dolar düzeyindeydi.

Diğer sektörlerden tarım ve ormancılıkta 4,9 milyar dolar, balıkçılıkta 156 milyon dolar, madencilik ve taşocakçılığında 2,7 milyar dolar ihracat gerçekleştirildi.

Bir önceki yılla karşılaştırıldığında madencilik ve taşocakçılığı sektöründeki yüzde 59'luk artış dikkati çekti. Tarım ve ormancılık sektöründe yüzde 13,6 artış, balıkçılıkta ise yüzde 17,5 düşüş gözlendi.

-EN FAZLA İTHALAT YAPILAN FASILLAR-

En fazla ithalat yapılan alan; mineral yakıtlar-mineral yağlar oldu. Bu kalemde, bir önceki yıla göre yüzde 28,7 artışla, 38,5 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi.

''Kazanlar, makina ve cihazlar, aletler'' faslında ithalat, yüzde 24 artarak 21,2 milyar dolara ulaştı.

Motorlu kara taşıtları, traktör, bisiklet, motosiklet alanındaki ithalat ise yüzde 49,5 artış gösterdi ve 13,4 milyar dolara çıktı.

Demir ve çelikteki ithalat artışı da yüzde 42'yı buldu ve 16,1 milyar dolar olarak hesaplandı.

Hava taşıtları, uzay araçları, aksam ve parçalarının ithalatındaki artış, yüzde 200,7 ile dikkati çekti. Bu alandaki ithalat, 3,2 milyar dolara yaklaştı.

-EN FAZLA İHRACAT YAPILAN FASILLAR-

''Motorlu kara taşıtları, traktör, bisiklet, motosiklet'' ihracatı, ithalatın 393,6 milyon dolar üstünde 13,8 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu kalemde ihracat artışı, yüzde 12,8'yi buldu.

''Kazanlar, makina ve cihazlar, aletler ve bunların aksam-parçaları''nda ihracat yüzde 14,8 artışla 9,3 milyar dolar, ''demir ve çelik''te ihracat da yine aynı oranda artarak 8,8 milyar dolara ulaştı.

''Elektrikli makina ve cihazlar, aksam ve parçaları''nda ihracat yüzde 13,7 yükselerek, 7,5 milyar dolar, örme giyim eşyası ve aksesuarları da yüzde 11,8 yükselerek, 7,7 milyar dolar oldu.

''Mineral yakıtlar-mineral yağlar, müstahsalları ve mumlar''da 4,5 milyar dolar, demir veya çelikten eşyada 4,8 milyar dolar, örülmemiş giyim eşyası ve aksesuarında 4,6 milyar dolar ihracat gerçekleştirildi.

DIŞ TİCARET AÇIĞINDA REKOR KIRILDI!

TÜİK verilerinden yaptığı derlemeye göre, 2010 yılında dış ticaret açığı Orta Vadeli Programda yer alan 65,8 milyar dolar hedefini aşarak, 71 milyar 563 milyon 245 bin dolara ulaştı. Bu tutar, 2008'de meydana gelen 69,9 milyar dolarlık zirveyi aşarak, yeni bir rekor oluşturdu.

2009'da ekonomik krizin etkisiyle daralan dış ticaret hacmi nedeniyle açık, 38 milyar 785 milyon 809 bin dolar düzeyine gerilemişti. Baz etkisinin de yarattığı farkla 2010'da dış ticaret dengesindeki açık, yüzde 84,5 artış gösterdi.

2010'da ihracat yüzde 11,5 artışla 113 milyar 929 milyon 614 bin dolara, ithalat ise yüzde 31,6 artışla 185 milyar 492 milyon 859 bin dolara çıktı.

Kaynak: AA

PEYGAMBERLERİN MÎRASI: İLİM

PEYGAMBERLERİN MÎRASI: İLİM
28 OCAK 2011 CUMA - 24 SAFER 1432


Medîne'den bir adam yola cıkıp Şam'da bulunan Ebu'd-Derdâ'ya (r.a.) geldi.

Ebu'd-Derdâ Hazretleri, "Ey kardeşim, seni buraya getiren sebep nedir?" diye sordu.

"Senin Resûlullâh'tan rivâyet ettigini duyduğum bir hadîs-i şerîftir." diye cevap verdi.

Ebu'd-Derdâ (r.a.), "Yani, sen bir ihtiyac icin gelmedin mi?" diy tekrar sorunca "hayır" dedi.

"Peki ticâret icin gelmedin mi?" diye sorunca, "Hayır, ben sâdece bu hadîsi öğrenmek icin geldim:" dedi.

Ebu'd-Derdâ (r.a.) dedi ki: "Ben Resûlullâh'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:

"Kim (Allâh rızâsı icin) ilim öğrenmek üzere bir yola girerse, Hz. Allâh ona, cennete götürecek bir yolu kolaylaştırır. Melekler, ilim tahsil eden icin -memnûniyetleri ve tevâzûları sebebiyle- kanatlarını yere sererler. Göklerde ve yerde olan her şey, hattâ sudaki balıklar bile, âlim icin istiğfâr eder. Âlimin, ibâdet eden (câhil)e karşı fazîleti, dolunayın yıldız karşısındaki fazîleti gibidir. (Kâmil) Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir."

İmâm-ı Taberânî, hadîs âlimlerinden İbn-i Yahyâ'dan şu ibret verici hadiseyi nakleder: "Hadîs âlimlerinden birinin meclisine gitmek üzere Basra sokaklarında yürüyorduk. Bir ara süratli yürümeye başladık. Yanımızda hayâsız ve dinî hususlarda lâubâlî biri vardı. Biz süratlenince, -Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in (yukarıdaki) hadîsiyle alay ederek 'Ayaklarınızı meleklerin kanadı üzerinden kaldırın, meleklerin kanatlarını kırmayın.' dedi. Böyle dediği anda ayakları kurudu ve yere düştü."

Kaynak: Fazilet Takvimi / 13 Ocak 2011 Persembe - 9 Safer 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Kim din ilmini, âlimlere karşı övünmek için veyâ câhillerle münâkaşa etmek için veyâ insanların yüzlerini kendisine çevirmeleri ve iltifat etmeleri için öğrenirse Allâhü Teâlâ onu cehenneme sokar."
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Dârimî
************************************************************************************

ALLÂHÜ TEÂLÂ'YA VE SIFATLARINA ÎMÂN

ALLÂHÜ TEÂLÂ'YA VE SIFATLARINA ÎMÂN
28 OCAK 2011 CUMA - 24 SAFER 1432

Îmânın altı şartından birincisi Allâhü Teâlâ'ya îmân etmektir; Allâhü Teâlâ vardır; bütün kemâl sıfatlar onundur, bütün noksan sıfatlardan berîdir, münezzehtir.

Allâhü Teâlâ'nın zâtî sıfatları:

Vücûd; var olmak; Allâhü Teâlâ vardır.

Kıdem; evveli olmamak, ezelî olmak. Allâhü Teâlâ ezelîdir.

Bekâ: sonu olmamak, ebedî olmak. Allâhü Teâlâ ebedîdir.

Vahdaniyet; birlik. Allâhü Teâlâ birdir.

Muhalefetün lilhavâdis; sonradan olanlara hiç benzememek. Allâhü Teâlâ yaradılmışlara benzemez.

Kıyam binefsihi; vücûdu (var olması)nda gayre muhtaç olmamak. Allâhü Teâlâ varlığında hic bir şeye muhtaç değildir.


Kaynak: Fazilet Takvimi / 12 Ocak 2011 Carsamba - 8 Safer 1432

27 Ocak 2011 Perşembe

DÜNYA'NIN MÜSLÜMAN NÜFUSU ARTIYOR

DÜNYA'NIN MÜSLÜMAN NÜFUSU ARTIYOR
27 OCAK 2011 PERSEMBE - 23 SAFER 1432


Dünyadaki Müslüman nüfusu gelecek 20 yılda yüzde 35 civarında artacak. Geçen yıl 1.6 milyar olan Müslüman nüfus, 2030 yılında 2.2 milyara çıkacak. Müslüman nüfusun artış oranı Müslüman olmayan nüfusun iki katı düzeyinde...

''Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği'' raporuna göre, dünyada en fazla Müslüman nüfusa sahip 8. ülke olan Türkiye'nin, Müslüman nüfusu 2020 yılında 82 milyon 715 bine, 2030 yılında da 89 milyon 127 bine çıkacak.

Pew Araştırma Merkezi Din ve Kamu Kamu Hayatı Forumu tarafından hazırlanan ''Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği: 2030 Öngörüsü'' raporunda, dünyadaki Müslüman nüfusun gelecek 20 yılda yüzde 35 civarında artacağı öngörülüyor.

Rapora göre, geçen yıl 1.6 milyar olan Müslüman nüfus, 2030 yılında 2.2 milyara çıkacak. Dünya nüfusunun 2030'da toplamda 8.3 milyar olacağı tahmini hesaba katıldığında, Müslümanlar 2030 yılında dünya nüfusunun yüzde 26.4'ünü oluşturacak. Bu oran geçen yıl yüzde 23.4 idi.

Rapora göre, Müslüman nüfusun yıllık ortalama artış oranı Müslüman olmayan nüfusun iki katı düzeyinde. Bu yıllık ortalama artış oranı Müslüman nüfusta yüzde 1.5 iken, Müslüman olmayan nüfusta yüzde 0.7. Ancak geçen 20 yıla bakıldığında, aslında Müslüman nüfusun büyüme hızı gelecek 20 yılda yavaşlayacak. Çünkü, 1990-2010 yılları arasında Müslüman nüfusun yıllık ortalama artış hızı yüzde 2.2 idi.

Müslümanların nüfusunun, Müslüman olmayanlara göre daha fazla artmasının nedenleri arasında doğum oranının yüksek olması, erken yaşta anne olunması, artan sağlık ve ekonomik koşulların bebek ölümlerini azaltması, ortalama yaşam süresinin artması olarak gösteriliyor.

Doğum hızının önümüzdeki yıllarda düşmesi ise yaşam kalitesinin ve kadınların eğitim seviyesinin artması gibi nedenlere bağlanıyor.

ASYA'DA 2030'DA HER 10 KİŞİDEN 3'Ü MÜSLÜMAN...

Raporun ayrıntılarına bakıldığında, Müslümanların bugün 72 ülkede milyonlara varan varlığı, 2030 yılında 79 ülkeye çıkacak.

Dünyadaki Müslümanların yüzde 62'si en fazla Asya-Pasifik bölgesinde yaşıyor. Bu bölgede geçen yıl 1 milyar 5 milyon 507 bin Müslüman nüfus bulunurken, bu rakam 2030 yılında 1 milyar 295 milyon 625 bine çıkarak, bölgedeki her 10 kişiden 3'ü Müslüman olacak.

İkinci olarak en fazla Müslüman çoğunluklu ülkenin bulunduğu Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde, 2010 yılında 321 milyon 869 bin olan Müslüman nüfus, 2030'da 439 milyon 453 bine ulaşacak. Bu rakamla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi dünya Müslümanlarının yüzde 20'sine ev sahipliği yapacak.

Sahraaltı Afrikası'ndaki Müslüman nüfusu ise 2030 yılında, 2010'daki 242 milyon 544 binden, 385 milyon 939 bin nüfus yoğunluğuna çıkacak.

AVRUPA'DA NÜFUSUN YÜZDE 8'İNİ OLUŞTURACAK

Avrupa'da, şu anda 44 milyon 138 bin Müslüman yaşıyor. Bu rakam 2030'da 58 milyon 209 bine ulaşacak ve kıta nüfusunun yüzde 8'ini oluşturacak. Ayrıca, bu rakamla Avrupa kıtası şu anda olduğu gibi dünyadaki Müslümanların yüzde 2.7'sini barındıracak.

Göçlerden dolayı Müslüman nüfusun en fazla artışı batı ve kuzey Avrupa'da görülecek. Örneğin İngiltere'de bugün ülke nüfusunun yüzde 4.2'sini oluşturan Müslüman oranı, 2030 yılında yüzde 8.2'ye çıkacak.

Avusturya, İsveç, Belçika, Fransa gibi ülkeler de Müslüman nüfusun önemli oranda artmasının öngörüldüğü ülkeler arasında. 2030 yılında Müslüman nüfus oranının ülke nüfusunun yüzde 10'unu geçeceği Avrupa ülkeleri şöyle:

Kosova (yüzde 93.5), Arnavutluk (yüzde 83.2), Bosna-Hersek (yüzde 42.7), Makedonya (yüzde 40.3), Karadağ (yüzde 21.5), Bulgaristan (yüzde 15.7), Rusya (yüzde 14.4), Gürcistan (yüzde 11.5), Fransa (yüzde 10.3) ve Belçika (yüzde 10.2).

ABD'DE MÜSLÜMAN NÜFUS 2.5 KAT ARTACAK

Müslüman nüfusun en fazla artış oranı ise Amerika kıtasında... Kıta genelinde, 20 yılda Müslüman nüfusu 2 kat artacak. 2010 yılında 5 milyon 256 bin olan Müslüman nüfus, 2030'da 10 milyon 927 bine çıkacak. Ancak kıta genelindeki Müslüman nüfusun dünya geneline oranı ise yüzde 0.5 gibi düşük bir oranda kalmaya devam edecek.

11 Eylül saldırılarından sonra 'İslamofobi''nin yaşandığı ve Müslümanlara yönelik bazı tehdit algılarının bulunduğu ABD'de ise Müslüman nüfus, göç ve ortalama doğum oranlarının yüksekliği nedeniyle neredeyse 2,5 kat artacak.

ABD'de geçen yıl 2.6 milyon Müslüman varken, bu sayı 2030 yılında 6.2 milyon olacak. Bu rakamla ülkede, Müslümanların sayısı, kabaca Yahudilerle eşit düzeye gelecek.

Kanada'da ise önümüzdeki 20 yıl içinde Müslümanların nüfusunun neredeyse 3'e katlanması bekleniyor. Bu nüfus geçen yılki 940 binlik seviyeden 2030'da 2.7 milyona çıkacak.

Amerika kıtasında en fazla Müslümanın olduğu üçüncü ülke ise Arjantin olacak.

TÜRKİYE DÜNYADA MÜSLÜMAN ÇOĞUNLUKLU 8. ÜLKE

Asya Pasifik bölgesi içinde yer verilen Türkiye'de ise 2010 yılında nüfusun yüzde 98.6'sını Müslümanların oluşturduğu belirtiliyor.

Buna göre, geçen yıl Türkiye'deki Müslüman nüfus 74 milyon 660 bin idi. Bu rakam 2020 yılında 82 milyon 715 bine, 2030 yılında da 89 milyon 127 bine yükselecek ve yine nüfusun yüzde 98.6'sını oluşturacak.

2010 yılında dünyadaki Müslüman nüfusun yüzde 4.6'sının yaşadığı Türkiye'de bu oran diğer ülkelerdeki Müslüman nüfusun artması nedeniyle, 2020 yılında yüzde 4.3'e, 2030 yılında da yüzde 4.1'e düşecek.

Bunun yanında geçen yıl dünyada, en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkeler sıralamasında, Türkiye'ye 8. sırada yer verildi. Bu tabloda, birinci sırayı Endonezya, ikinci sırayı Pakistan, üçüncülüğü de Hindistan alıyor.

Türkiye, 2030 yılında da bu kategorideki sırasını korumaya devam edecek. Ancak, Pakistan 256 milyon 117 bin Müslüman nüfusla birinciliği Endonezya'dan alacak.

TÜRKİYE'DE DOĞUM ORANLARI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE DÜŞECEK

Türkiye, önümüzdeki yıllarda doğum oranının önemli ölçüde düşeceği Müslüman çoğunluklu ülkeler arasında gösteriliyor. Türkiye'de kadınların çocuk sahibi olma rakamları 2010-2015 yılları arasında 2.1, 2030-2035 yılları arasında da 1.9 olarak tahmin ediliyor.

Türkiye'de 2010 yılında nüfusun 9.7'sini oluşturan 60 yaş ve üzeri kesimin, 2030 yılında 16.8'e çıkması bekleniyor. Bu kategorideki oranıyla Türkiye, Müslüman çoğunluklu ülkeler arasında 6. sırada yer alıyor.

Öte yandan, Türkiye'den ABD'ye göç edenlerin rakamları 2010 yılında 3 bin iken, rakam 2020 ve 2030 yıllarında bu rakam 4'er bine çıkacak.

Kaynak: AA

26 Ocak 2011 Çarşamba

ALLÂHÜ TEÂLÂ'NIN "VÜCÛD" SIFATI

ALLÂHÜ TEÂLÂ'NIN "VÜCÛD" SIFATI
26 OCAK 2011 CARSAMBA - 22 SAFER 1432

Vücûd, Allâhü Teâlâ'nın varlığı demektir. Allâhü Teâlâ vardır ve onun varlığı her şeyden daha açıktır.

Biz biliyoruz ki, bu âlemdeki hiçbir şey kendi kendine var olacak bir mahiyette değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyiş ile hiçbir şey, kendi kendine yokluktan varlığa gelemez, varlıktan yokluğa gidemez. Ve bir mahlûk ne bir zerreyi var edebilir, ne de bir zerreyi yok edebilir.

Hâlbuki içinde yaşadığımız bu dünyâ ile berâber nihâyetsiz âlemler vücûda gelmiş, biribiri ardınca vücûda gelmektedir. Nice şeyler de var iken yok olmuştur. Binâenaleyh bütün bunları var eden, yok eden kuvvet ve hikmet sâhibi bir Hâlikın, yaratcıcının varlığından aslâ şüphe edilmez.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 12 Ocak 2011 Carsamba - 8 Safer 1432

25 Ocak 2011 Salı

MECLİSLERDE KONUŞMA ÂDÂBI

MECLİSLERDE KONUŞMA ÂDÂBI
25 OCAK 2011 SALI - 21 SAFER 1432

Birkaç kişi bir arada konuşurken yeri olmadikça, araya girmemelidir. "Ey akıl sâhibi, sözün başı ve sonu vardır, söz ortasında söz söyleme." hikmetli sözüne uygun hareket edilmelidir.

Meclislerde -yanındakilerden gizleyerek- bir başkası ile konuşmamalıdır.

Söyleyeceklerini normal tonda söylemelidir. Ne dinleyeni soru sormak mecbûriyetinde bırakacak şekilde hafif, ne de muhâtabı incitecek biçimde yüksek sesli olmalıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur (meâlen): "Yürüyüsünde mûtedil (dengeli) ol, sesini alçalt." (Lokman sûresi, âyet 19) Yüksesk ses, bilhassa âlimler ve büyükler huzûrunda son derece çirkindir.

Bedevî Araplardan bir kabîlenin ileri gelenleri, Resûlullah (s.a.v.) Efendimize geldiler. Bedevîler kaba tabîatlı olup, büyüklerle beraber bulunuldugu zaman nasıl hareket edilecegini ve büyüklere karşı nasıl konuşulacagını bilmediklerinden Peygamber (s.a.v.) Efendimizin hücre-i saadetlerinden çıkmalarını beklemege sabretmeyip yüksek sesle: "Dışarı çık ey Muhammed!" diye seslendiler.

Kâinâtın Efendisi (s.a.v.), sonsuz fâzilet ve kemâli sebebiyle, incelik gösterip dışarı çıktılar ve onlarla konuştular.

Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu (meâlen): "Ey îmân edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksesk çıkarmayın. Ona sözle birbirinize bagırdıgınız gibi bagırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir... Hücrelerin (odaların) ardından sana bagıranlar (var ya) onların çogunun akılları ermez." (Hucurât sûresi, âyet 2-4)

Bu âyet-i kerîmenin nazil olmasından sonra Ashâb-ı Kirâm'ın ileri gelenleri, Peygamber Efendimize (s.a.v.) konuştukları zaman hafif sesle söylemege gayret ederlerdi.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 11 Ocak 2011 Sali - 7 Safer 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Allah'ım! Bedenime sağlık ver, gözüme sağlık ver, sağlığı benim varisim kıl (son nefesime kadar beni sağlıklı eyle). Halîm ve kerîm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Ulu arşın sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."
Ravi: Tirmizî, "Deavât", 66
************************************************************************************

MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ

MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ
25 OCAK 2011 SALI - 21 SAFER 1432

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerindendir. 1207’de Belh şehrinde doğup, 1273’te Konya’da vefât etti. Babası Behâeddin-i Veled de, büyük âlim ve velî idi. Oğlu ile birlikte, Hicaz’a, sonra Şam’a, oradan da Konya’ya geldi. Önce Hoca Hüsâmeddin’den feyz aldı. Sonra, Şemseddin-i Tebrizî gelip onu irşad eyledi.

Oğlu, Behâeddîn Ahmed Sultan Veled’tir. Torunlarına Çelebi denir. Vefâtından sonra yerine Hüsâmeddin Çelebi, sonra oğlu Sultan Muhammed Burhâneddin Veled Çelebi halîfe oldu.

Celâleddin-i Rûmî, ney ve dümbelek çalmadı, dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen câhiller uydurdu. Divanında 30 bin, Mesnevisinde 47 bin beyit vardır.

Mesnevisini nazım şeklinde yazarak, düşmanların değiştirmesine imkân bırakmamıştır. Pek çok menkıbesi vardır. Birisi şöyledir:

Konya'da Tâceddîn adında evliyâyı ve hâllerini inkâr eden biri vardı. Mevlânâ hazretlerinin de aleyhinde bulunurdu. Bu kişi bir gece rüyâsında, kendisini nasılsa Cehennem kapısında durmuş gördü. Orada bir adamı eli ayağı bağlı olduğu hâlde, bir Cehennem'den çıkarıp, öteki Cehennem'e sokuyorlardı. Dört kişi de orada durmuş; "Ey tâlihsiz kişi! Kurtulman için velîlerin sözlerini oku!" diyorlardı. Tâceddîn efendi orada donup kalmıştı. Sonra da; "Bana Allahü teâlânın rızâsı için birkaç kelime öğretiniz!" diye ricâ etti. Ona Mevlânâ hazretlerinin Mesnevî'sinden birkaç beyit öğrettiler. O da bu beyitleri okudu. Okur okumaz bütün zincirleri ve bağları üzerinden çözüldü. Sonra da Cennet tarafına yönelip gitti.

Tâceddîn efendi, uykudan uyanır uyanmaz Mevlânâ'nın medresesine koştu. Yolda Mevlânâ hazretleri ile karşılaştı. Mevlânâ hazretleri ona; "Ey Tâceddîn! Bir yerde sâdece velîlerin sözleri insanın böyle imdâdına yetişir ve yardım isteyenlere yardım ederse, artık onların sohbetinin neler yapacağını ve onlara karşı beslenen sevginin bereketinin insanı nerelere ulaştıracağını düşün." buyurdu. Gördüğü rüyâya Mevlânâ hazretlerinin vâkıf olduğunu anlayan Tâceddîn, ellerini öpüp sâdık talebelerinden biri oldu.

Kaynak: Türkiye Takvimi / 17 Aralik 2010 Cuma - 11 Muharrem 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Allah'ım! Bedenime sağlık ver, gözüme sağlık ver, sağlığı benim varisim kıl (son nefesime kadar beni sağlıklı eyle). Halîm ve kerîm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Ulu arşın sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."
Ravi: Tirmizî, "Deavât", 66
************************************************************************************

23 Ocak 2011 Pazar

TEFEKKÜR VE MARİFET

TEFEKKÜR VE MARİFET
23 OCAK 2011 PAZAR - 19 SAFER 1432

Benim öyle bir vaktim var ki, Rabbimden başkası oraya sığmaz.

Fikr kökünden gelen tefekkür, fikretme, düşünme, asıl gerçeğe doğru gedik açma diye anlaşılabilir. Asıl gerçeğe, yani içkin olana, varlığın yüreğine… Mütefekkir bu anlamda, varlığın kalbine doğru sızan ve oradan konuşandır. Tefekkür’ün, ‘modern’ anlamda ‘düşünce’ olduğuna ilişkin imaları da yedekte tutarak diyebiliriz ki, Heideggeryen anlamda, ‘düşünme’ olarak kullanılan ve daha çok ‘hadsi bilgi’yi, sezgici ruha sahip insanın sezgisel/duygusal zekâsını, muhakemesini kullanarak ulaştığı bilgiyi işaret eden tefekkür, eylem hâlindeki akl’ın ürünüdür.

İnsan, varlığa, varlık âlemine gelir ve kendini bir anda muazzam bir hayret denizinde bulur.

Hayret’i, ‘şaşma, şaşırma, şaşakalma, ne yapacağını bilememe’yi de içerir biçimde hatta Heidegger’in, Nedir Bu Felsefe?’deki kastını da içine alarak; daha çok, Yaratıcı’nın varlığı karşısında dimağın kamaşması olarak kullanıyorum.

Dimağdan kastım ise, ortaçağda ‘akıl’ı, ama kalbî akıl’ı karşılayan intellectus kavramının ima ettiği tefekkür aracıdır.

Böylece hayret bir iç-duyum hâline dönüşüyor.

Yani, bir nesne, varolan hatta varlık karşısında insanın gözündeki perdelerin ortadan kalkmasına yol açan bir hâl.

Yunus’un, sonunda ‘ballar balını bulduğu’ yolculuğunu anlatırken söylediği, ‘Hak bir gönül verdi bana/Ha demeden hayran olur’daki hal.

Bu hâlin, bir şaşırma, şaşakalma olduğu kesin. Ama sadece şaşırma olmadığı da...

İnsan, daha önce hiç görmediğini gördüğünde, duymadığını duyduğunda, tahayyül etmediğini ettiğinde şaşırmadan öte bir şey yaşar.

Burada hayret, hem hayreti gerektiren hâlin ateşleyicisidir hem de sonuçlarındandır.

Ateşleyicisidir, çünkü bir nesneye, olguya, varolana veya varlığa, ‘hayret’le bakıldığında tefekkür edilebilir ve ondaki gizli yüz görünebilir. Sonucudur, çünkü insan hayret ederek hayran olabilir ve baktığında yeni bir veçhe görebilir.

Böylece hayret, hem bir tür düşüncedir hem de dönüşümdür.

Sadece düşünce değildir, çünkü hakikat düşüncelerde değildir.

Hakikatin görünümleri ancak, bir deneyim sonucu düşüncede gerçekleşen değişiklikle belirebilir. Yani bir ‘gerçek’, insanın elinden tutarak, onu bir başka ‘gerçeğe’ götürebiliyorsa geçerlidir ve dolayısıyla gerçektir.

Belki bu yüzden, Wittgenstein, kelimelerin sadece hayatın akışı içinde anlamlı olduğunu söyler.

Varlığın sesine kulak kesilen ve onu duymağa çalışmayı felsefi etkinlik yani düşünme olarak gören Heidegger’den de bir kez daha öğreniyoruz ki, insanın körlüğü gözlerinde değildir. Asıl körlük, göğsümüzdeki tahttadır.

Hayret etmeyi, tefekkürün arkhesi olarak önümüze getiren Heidegger şöyle der: ‘İnsanlar, hayretin içinden geçerek hem şimdi, hem de ilk olarak düşünmenin egemen başlangıcına vardılar.’

Hikmetin kurucu ögesi hayrettir.

Hikmet, varlığın içyüzünü okumaktır.

Peki, neler oluyor burada?

Bilgelere göre, ‘hayret sırasında kendimize tutunuruz. Varolanın karşısında, onun varolması ve nasılsa öyle ve başka türlü olmaması karşısında geri adım atarız. Hayret etme, varolanın varlığı karşısında geri adım atmayla son bulmaz. Aksine o, bu geri adım ve kendine tutunma olarak aynı zamanda karşısında geri adım attığı şey tarafından ona doğru çekilir ve tutsak alınır.’

Varlığa uygun olarak konuşmayı sağlayan hayret, insanı, kendini yok eden benliğin sınırlarından kurtarır ve zihnini genişletir. Zihin darlığı, insanın temel zaafıdır.

Fazlurrahman’dan öğrendiğimize göre, tüm Arap dilbilimcileri, bize, ‘zulüm’ sözcüğünün yaygın anlamının, ‘bir şeyi uygun olmadığı yere koymak’ olduğunu söylüyorlar.

Öyleyse yanlışın, yanlış yönelimin, yanlışa yönelmenin ve yanlışta ısrarın her türlüsü zulümdür.

Bunu irtikap etmeninse, göğüsteki gözün, yani iç gözün kalın gaflet perdeleriyle örtülü olmaktan ileri geldiği apaçıktır.

Görüşü keskinleştirmenin bir adı tefekkürdür ve bu içduyum hâliyle insan, gerçeği sürekli tecrübe eder ve deneyimleri, onu hayranlık vadisinde tutar.

Bu varlığın içinde olmaktır.

Bir metin olarak kâinat dendiğinde, bir sözcük olarak insan, bir harf olarak ağaç, bir cümle olarak güneş, bir deyiş olarak deniz, bir manzume olarak yıldız demiş oluyoruz ve baktığımız her şeye yeni baktığımızın bilincine varıyoruz.

Öyleyse, kâinatı bir metin olarak okumanın ve çözmenin bir yolu olmalıdır.

Gerçeği deneyimlerimizle farkettiğimize göre, varolandan varlığa geçerken, kendimizi özne olarak da görmüyor, eleştirinin, ‘kritik bir durum’ olmadığını, yani eserle eleştiricinin nesne-özne ilişkisinden öte bir düzey veya düzlemde karşılaştığını varsayıyoruz.

Hayret nasıl şaşırmadan öte bir şeyse, ‘tefekkür’ de, tümüyle modern bir durum/kavram olan düşünce’den başka bir şeydir.

Arapçadaki fikir veya Farsçadaki endişe hatta Fransızcadaki pensee daha çok, dikey bir ‘düşünme tarzı’nı ima eder. Fikr’in, Fars dilinde ‘endişe’yle anlamdaş olduğunu da biliyoruz. Endişe, dilimizde, gündelik sözlüğümüzde, kaygı, tasa gibi anlamlar kazanmış ve bir tür anlam kaymasına uğramıştır.

Sırası gelmişken, tefekkür’e yol açan hayret’in bir aşamasında, ‘temaşa’yı içerdiğini de hatırlamalı.

Kalbin, aklın anlayamadığı akılları vardır diyen, bunu derken, bir müşahade’sini aktarıyor.

O, kalbindeki akıllardan biriyle temaşa etmiştir varlığı ve gördüğü resim, salt beşeri bir zihinsel etkinlikle görülebilen bir resim değildir.

Şeyh Bedreddin, Varidat’ında, tefekkürün, varolan hakkında olabileceğini söyler.

Gerçekte düşünce, Yaratıcı’nın Zat’ı hakkında hayret etmek olan huşuya aykırıdır. Hakikat yolcusunun, nesnelerden Yaratıcı’ya ulaştığında düşünmesi hayret’e dönüşür.

Bu yüzden, hayret, tefekkürün ürünüdür. Ve yolcu, buna bir kez eriştiğinde, ne bundan ayrılmalı, ne de onu daha aşağı bir şeyle değişmelidir. Aksine, hayret’i yeterli olmayabilir. Bu yüzden Elçi, ‘Rabbim, hakkındaki hayretimi artır’ diye yakarmıştır.

Tefekkür, yolcu seyr hâlindeyken kendisinden istenilendir. Gayba dalmıştır. Fakat amaç, Zat’ıyla belirdiğinde tefekkür hayrete dönüşür.

Sufiler bu durumu, ‘Benim öyle bir vaktim var ki, Rabbimden başkası oraya sığmaz.’ diye ifade eder.

Tefekkürün açtığı yol-ki ona marifet diyoruz-nesneleri itibari değerinde bırakmaz, ya onları yok eder veya Yaratıcı’nın vechinin görünüşleri olarak ortaya çıkarır.

Kierkegaard, ‘etik ile estetik birdir’ derken, modernlerin indirgemeci olarak nitelediği, ama gerçekte, varlığa ilişkin soru soran ve bunu ‘hayret’te kalarak arayan ve bulan tefekküre gönderme yapar.

İnsanın Yaratıcı’sıyla dolaysız biçimde ilişki kurabilme yeteneğine inanan herkes, estetik olanın aynı zamanda ahlaki olduğunu deneyebilir.

Tam da burada karşımıza, Guenon çıkar.

Şehadet âleminden varlığın yüreğine, gayba doğru yolculuğunda insan zihninin imkanlarını yöneten yasalarla ilgilenen geleneksel öğretide, sanatla varlığın dilinin uyumundan söz edilmektedir. Nasr, modern zamanlarda, aynı zamanda kozmosu da yöneten insan diliyle, ruhunun etkinliğinin yollarının ayrıldığını saptar: ‘Şiirin geleneksel öğretisi, daha başka açıklamalara ihtiyaç duyar. Çünkü niceliksel doğa çalışmalarına ve dilbilimsel analizlere, kozmos çalışmalarından ve şiirsel terkiplerden daha fazla değer verildiği bir çağda, kevni hakikatlerle diller arasındaki uyum kaybolmuştur. Geleneksel öğretiye göre içsel göz, algının aracı olduğu için, deruni göze ya da kalbi keşfe kendini açan, kozmosun batıni hakikati, kendisini cismani alan üzerinde tanzim eden bir uyuma dayanır. Üstelik bu uyum, kendisini bizzat hem insan ruhunun ve hem de varlığın yansıması olan dilin dünyasında yansıtır. Dil alanında harici dünyanın maddi varlığının yerine geçen ve kozmik uyumun zihne yerleşmesini sağlayan kelimedir. Kalbi akıl tarafından uygun olarak tetkik edilen âlemin kendisi uyum ile kelimenin birleşmesinin sonucudur. Makrokosmozda âlem’in uyumu, hakikatin daha yüce düzeylerinde daha çok tezahür eder. Ve kosmozun daha aşağı uçlarına inildikçe donuklaşır. Daha az belirgin olur. Bu uyum, aynı zamanda geleneksel sanatların merkezini oluşturur. Ve geleneksel sanat ile maddi formlarla ilgili diğer sanatların esasıdır. Uyum her zaman vardır fakat, kelime ya da dilin özü üzerinde tabb edilmesi hayli belirgin ve derin olunca şiir oluşur. Şiir, nesnelerin temel uyumunu yeniden yankılaması aracılığıyla, insanın, varoluşun ve bilinçliliğin daha yüce makamlarına dönmesine yardım etmeye muktedirdir.’

Sadık Yalsızuçanlar

Kaynak: Diyanet Aylık Dergi / Ocak 2011

UYUMANIN ÂDÂBI

UYUMANIN ÂDÂBI
23 OCAK 2011 PAZAR - 19 SAFER 1432

Yatarken abdest alıp temiz olarak uyumak, yatsıdan sonra abdestini yenilemek, gece kalkıp ibâdet etmeĝe yardımcı olur. Resûlullah (s.a.v.) "Kim abdestli uyursa ibâdet ediyormuş gibi uyur. Rûhu göğe çıkarılır, rüyası sâdık olur. Eger abdestsiz uyursa bunlar olmaz." buyurdular.

Yatacağı zaman, zulüm, cînâyet, kin ve hased gibi günahlardan tevbe eder. Her gece -üc âyet de olsa- Kur'ân-ı Kerîm'den okur.

Yatarken ve uyandığı zaman misvak kullanır.

Sağ yanı üzere, kıbleye dönerek sağ avucunu sağ yanağının altına koyar ve uyuyuncaya kadar, Allâhü Teâlâ'yı zikreder.

Uyku gözlerini bürüyünceye kadar, tesbîh (Sübhanallah), tehlîl (Lâ ilâhe illallâh), tahmîdde (elhamdülillâh) eksiklik etmemelidir. Çünkü ölen kul, öldüğü gibi; yatan kul da yattığı gibi kalkar.

Yatmadan önce İhlâs ve Muavvizeteyni (Felâk ve Nâs sûrelerini) okur. Ellerinin içine üfleyip ellerini yüzüne, başına ve bedenin diğer azalarına sürer.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

"Yatacağı zaman Âyetü'l-Kürsî'yi sonuna kadar okuyana, Allah tarafından bir koruyucu (melek) gönderilir ve sabaha kadar ona şeytan yaklaşamaz..."

"Gece, Bakara Sûresi'nin son iki âyetini 'Âmenerrasûlü...' okuyana, bu iki âyet her şey için kâfidir."

Kaynak: Fazilet Takvimi / 10 Ocak 2011 Pazartesi - 6 Safer 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Allah'ım! Bedenime sağlık ver, gözüme sağlık ver, sağlığı benim varisim kıl (son nefesime kadar beni sağlıklı eyle). Halîm ve kerîm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Ulu arşın sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."
Ravi: Tirmizî, "Deavât", 66
************************************************************************************

22 Ocak 2011 Cumartesi

SAĞLIKLI OLDUĞU KANITLANAN 14 YİYECEK

SAĞLIKLI OLDUĞU KANITLANAN 14 YİYECEK
22 OCAK 2011 CUMARTESİ - 18 SAFER 1432

Gıda Teknisyenleri Enstitüsü tarafından yayınlanan "Gıda Teknolojisi" dergisinde yer alan haberde 14 yararlı yiyecek, "tam tahıllılar", "Sert kabuklu yemişler" ve "Meyve ve sebzeler" olarak üç kategoriye ayrıldı.

TAM TAHILLILAR

1. Arpa: Yaklaşık 20 yılı kapsayan 11 klinik deney, arpa tüketimini artırmanın toplam ve kötü kolesterolünüzü düşürdüğünü gösterdi.

2. Kinoa ve kara buğday: Araştırma kinoa ve kara buğday tohumlarının ve filizlerinin polifenol bakımından zengin olduğunu ve glutensiz ekmekler gibi yiyeceklerin besin değerini artırdığını belirtiyor.

3. Kahverengi pirinç: Beyaz pirincin yerine kullanacağınız kahverengi pirinç, tip 2 şeker hastalığı riskini düşürüyor.

4. Çavdar: Çavdardan yapılan ekmek kahvaltıda yenilirse, öğle yemeği öncesinde ve sonrasında açlığı azaltıyor.

SERT KABUKLU YEMİŞLER

5. Badem: 2007 yılında yapılan bir araştırmada, her gün 300 kalori olarak alınan bademin kilo aldırmadığı ve kardiyovasküler risk faktörleri üzerinde faydalı etkileri olduğu belirlendi. Bademdeki lifin de yağların bazısını engellediği tespit edildi.

6. Fındık: Özellikle taze fındığın kabuğunda bulunan antioksidanlar nedeniyle bol bol fındık tüketmelisiniz.

7. Pekan cevizi: 2010 yılında yapılan araştırmada, Pekan cevizinde bulunan E vitamini nöron dejenerasyonunun gelişimini erteleyerek nörolojik koruma sağlıyor.

8. Antep fıstığı: Son yapılan araştırmalara göre, Antep fıstığının anti-inflamatuar özellikleri bulunuyor.

9. Ceviz: Ceviz bakımından zengin beslenme tip 2 şeker hastalarında kardiyovasküler hastalık riskini azaltıyor.

MEYVE VE SEBZELER

10. Siyah ahududu: 2010 yılında yapılan çalışmada, siyah ahududunun farelerde bağırsakla ilgili tümör gelişimini önlemede çok etkili olduğu kaydedildi.

11. Yaban mersini: Yaban mersiniyle yapılan içeceklerin obezlerde, şeker hastası olmayanlarda ve insülin hassasiyetini azaltıyor.

12. Brokoli ve karnabahar: Bol bol bu sebzelerden tüketirseniz, saldırgan prostat kanseri riskiniz azalır.

13. Nar: Ön çalışma nar suyunun diyalize giren böbrek hastalarında bir dizi komplikasyonu önlemeye yardımcı olduğunu gösterdi.

14. Domates: 6 haftalık çalışmada, günde 2 porsiyon konserve domates ürünü tüketen yüksek tansiyon hastalarının kan basıncında önemli derecede düşüş olduğu gözlendi.

21 Ocak 2011 Cuma

PEYGAMBERİMİZİN KANAATİ

PEYGAMBERİMİZİN KANAATİ
21 OCAK 2011 CUMA - 17 SAFER 1432

Resûl-i ekrem efendimiz, sade bir hayat yaşar, dünya nimetlerinden çok aza kanaat ederdi. Evlerinde günlerce sıcak yemek pişmediği olurdu. Peygamber aleyhisselâma 10 sene hizmet eden Enes radıyallahü anh şöyle anlatır:

“Resûlullahın mübarek hanelerinde et ile ekmek bir arada bulunmazdı. Bir arada bulunduğu zaman da yemekte bulunanlar çok olurdu.”

Abdurrahman bin Avf hazretleri, bir gün misafirlerine et ve ekmek bulunan bir sofra getirdi. Bu arada ağlamaya başladı. Sebebi sorulunca buyurdu ki:

“Peygamber efendimiz ve ailesi, dünyadan arpa ekmeğini bile doyuncaya kadar yiyemeden ayrıldılar. Biz şimdi et ile ekmeği bir arada yer olduk...”
Şemâil-i şerîf 2/289

Kaynak: Türkiye Takvimi / 14 ARALIK 2010 SALI - 8 MUHARREM 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah’a isyan etmiştir.
Kaynak: (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 482)

************************************************************************************

BİR ŞİİR - ETME

BİR ŞİİR - ETME
21 OCAK 2011 CUMA - 17 SAFER 1432
Vatan sevmek imandan, ona hıyanet etme!
Gaye sahibi ol sen, hedefini yok etme!
Emanete sahip ol, sakın ihânet etme!
Varı boşa harcamak, haramdır, israf etme!

Tevekkül kıl daima, hâlden şikâyet etme!
Doğru yoldan ayrılıp, haddi tecavüz etme!
Vazifeni kendin yap, naehile devretme!
Göz nuru devlet sana, haram şeyi seyretme!

Kötü vesvese verir, şeytanı dostun etme!
Kötülükten uzak dur, iyiliği nehy etme!
Edep başa altın taç, büyüğüne emretme!
Adın ahmağa çıkar, boş şeyde ısrar etme!

Câhil zaten bilmez ki, sakın meşveret etme!
Kara günde ararsın, dostlarını terketme!
Kalbini kırar senin, nadanla sohbet etme!
Leş yemekle müsavi, kimseyi gıybet etme!

Sayılı nefesini, sakın boşa tüketme!
En büyük sermayendir, ömrü yoka sarfetme!
Sen sana düşman olup, hayatını mahvetme!
Temizlik imandandır, etrafını kirletme!

Yersizse sana döner, kimseye lânet etme!
Elbette müminim de, imanda şüphe etme!
Canı veren Yaradan, insanları katletme!
Memleketin ziyneti, ormanları yok etme!

Onların da canı var, hayvanlara zulmetme!
Malı kaybetsen kaybet, şerefini kaybetme!
Ağzını hayırla aç, asla beddua etme!
Uçuruma düşersin, doğru yoldan çark etme!

Sonu felâket olan, kötü işi huy etme!
Atalardan yadigâr, vatanını terketme!
Asaletini sakla, kötülüğe meyletme!
Yaltaklanma kimseye, yüze karşı methetme!

Lâzım olur ararsın, malı boşa sarfetme!
Zulüm payidar olmaz, hiç kimseye zulmetme!
Sana zarar getirir, sırrını ifşa etme!
Küfür yollara sapıp, imanını yok etme!

Kervancıoğlu Mustafa Kıbrıslı

20 Ocak 2011 Perşembe

DÜNYA MÜ'MİNİN ZİNDANIDIR

DÜNYÂ MÜ'MİNİN ZİNDANIDIR
20 OCAK 2011 PERSEMBE - 16 SAFER 1432

Fıkıh, hadîs ve târih âlimi olan İbn-i Hacer (rh.) Hicrî 773 (M.1371-1372) yılında Mısır'da dogmuş ve 852 (M.1448-1449) yılında vefât etmiştir.

İbn-i Hacer baş Kâdı iken birgün carşıya ugramış. Kıyâfeti gâyet güzel, binegi gâyet gösterişliymiş. Elbisesi gayet eski ve üstü başı yaglı, bezir yagı satan bir Yahudi, İbn-i Hacer'in bineginin yularini tutmuş ve ey Şeyhu'l-İslâm! Peygamberinizin 'Dünyâ mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir.' dedigini söylüyorsun. (Kendi halini kastederek) Senin icinde bulundugun zindan nerede, benim icinde bulundugum cennet nerede? demiş.

İbn-i Hacer yahûdiye "Ben Allâhü Teâlâ'nın âhirette benim icin hazırladıgı nîmetlere göre şu anda sanki zindandayım. Sen de Allâhü Teâlâ'nın âhirette senin icin hazırladıgı şiddetli azâba göre şu anda sanki sen cennettesin." diye cevap vermiş. Bunun üzerine yahûdi müslüman olmuştur.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 9 OCAK 2011 PAZAR - 5 SAFER 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
(Din) Kardeşi kendisine bir şey anlattığı zaman diğer kardeşin sükût etmesi (dinlemesi) mürüvvetten, insâniyettendir.
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl
************************************************************************************

19 Ocak 2011 Çarşamba

İSLÂM'DA TEMİZLİK

İSLÂM'DA TEMİZLİK
19 OCAK 2011 CARSAMBA - 15 SAFER 1432

Müslümanlıkta herhangi bir sebeple kirlenen bir vücûdu, bir elbiseyi, bir yeri vesâireyi su ile temizlemek esastir. Bu temizlik bâzan farz, bâzan sünnet veyâ müstehap olabilir.

Müslümanların namaz kılabilmek icin abdest almaları ve icâb edince gusl etmeleri farzdır.

Müslümanlar icin yüzde, kulakta, burunda, tırnaklarda, saclarında bulunan kirleri gidermek, sacları taramak, insanların nefretine meydan vermemek icin temizlenmek sünnettir.

Her müslüman icin haftada bir kere olsun vücûdunu yıkamak müstehabdır. efdal olan, cuma gününde yıkanmaktır. Cünkü cuma, müslümanların bir bayramıdır.

Müslümanların uzayan tırnaklarını ve fazla uzayan bıyıklarını kesmeleri müstehabdır.

Kol altındaki ve kasıklardaki tüyleri temizlemek müstehabdır. Bunlar haftada veyâ on bes günde bir temizlenmelidir. Kırk gün kadar ihmâl etmek tahrîmen (harama yakın) mekruhtur.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 9 OCAK 2011 PAZAR - 5 SAFER 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
(Din) Kardeşi kendisine bir şey anlattığı zaman diğer kardeşin sükût etmesi (dinlemesi) mürüvvetten, insâniyettendir.”
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Kenzü'l-Ummâl
************************************************************************************

PASTÖRİZASYON VE UHT SÜTLERİ

PASTÖRİZASYON VE UHT SÜTLERİ
19 OCAK 2011 CARSAMBA - 15 SAFER 1432

Pastörizasyon; sütün Yüksek Sıcaklıkta Kısa Süre (HTST) denilen bir yöntem kullanılarak ya yaklaşık 70-75°C ısıda 15 saniye, yahut yaklaşık 90°C ısıda 1 saniye bekletilmesi usulü ile uygulanan bir işlemdir. Kutu sütlerde ise çok daha yüksek ısı (UHT= Ultra High Temperature) kullanılır. UHT'li sütler 135-150 derece sıcaklıkta 2-4 saniye ısıtılır. Klasik kaynatmada ise çıkılan sıcaklık yavaş yavaş 95-100 derecedir. Genellikle bir taşım kaynatılır. UHT'li süt 4 ay dayanırken, pastörize süt 3 gün dayanır; kaynatılan sütün ise dayanıklılık süresi daha azdır. Pastörizasyonun başarılı olabilmesi için sütteki bütün enzimlerin tahrip olması şartı aranmaktadır! Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor. Tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. Bütün ısıl işlemler sütteki faydalı bakterileri tahrip ettikleri gibi bunların ürettikleri enzimleri ve vitaminleri de tahrip ederler. Amaç sütün kesilmesini engellemek ve raf ömrünü artırmaktır.

Doğal, yani çiğ sütteki C vitamininin yarısına yakını pastörizasyon işlemleri esnasında yok olur. Pastörizasyon diğer suda çözülen vitaminlerin neredeyse %80'ini ve B12 vitamininin ise tamamını ortadan kaldırır. Bir araştırmada; annelerinden alınan sütlerin pastörize edilmesi suretiyle beslenen buzağılar ilk 6 hafta içerisinde ölmüşlerdir.

Isıl işlem görmüş ısıtılmış, pastörize ve UHT'li sütler açıldıktan sonra mutlaka buzdolabında saklanmalıdır. Bunun sebebi, sütün bozulmasına sebep olan bakterilerle savaşacak faydalı bakterilerin (laktik asit bakterisi-laktobasilus-bfidobakter) ısıl işlemlerle tamamen yok edilmiş olmasıdır.

Başka bir araştırmada da, süt sağılır sağılmaz örnekler alınarak bir laboratuvara götürülmüş ve testlere tabi tutulmuştur. Öyle ki; her örneğe belli oranlarda antijen ve mikrop (Salmonella ve E. Coli gibi) karıştıran uzmanlar, ertesi gün aynı örneklerde bu mikropların izine rastlayamamışlardır! Yani, sütteki faydalı bakteriler o mikropları öldürmüştür.

Prof. Dr. Ahmet Aydın
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Bşk.

Kaynak: Türkiye Takvimi / 7 ARALIK 2010 SALI - 1 MUHARREM 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
Dünyâ, mü'minin (âhiretteki ebedî nimetlere göre) zindanı, kâfirin de (âhiretteki azâbına göre) cennetidir.
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim
************************************************************************************

ALLAH KİMLERİ SEVER ? -ÂYET VE HADİSLERLE-

ALLAH KİMLERİ SEVER ? [- ÂYET VE HADİSLERLE -]
19 OCAK 2011 CARSAMBA - 15 SAFER 1432


"Allah muhsinleri (dürüstleri, güzel davrananları, ihsan ve ikram ehlini) sever." (Bakara,195)

"Şüphesiz ki Allah, çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever." (Bakara,222)

"Allah, sabredenleri sever." (Âl-i İmran,146)

"Muhakkak ki Allah, kendine dayanıp güvenenleri sever." (Âl-i İmran,159)

"Allah, âdil davrananları sever." (Hucurât,9)

"Muhakkak ki Allah, muttakîleri sever." (Tevbe,4)

"Allah, kendi yolunda bünyân-ı marsûs (parçaları kurşunla kenetlenerek yekpâre hâle gelmiş sağlam bir binâ) gibi saf bağlayarak çarpışanları (cihad edenleri) sever." (Saff,4)

"Allah, takva sahibi, gönlü zengin ve kendisini ibadete vererek şan ve şöhretten uzak duran, nefsinin ıslahı ile meşgul olan kulunu sever." (Müslim; Zühd,11)

"Allah Teâlâ, gençliğini Allah'ın tâatinde geçiren genci sever." (Suyûtî; Câmiu's-Sağîr,I,65)

"Allah, bakıma muhtaç ehl-ü ıyâl sâhibi olup dilencilik ve haram kazançtan kaçınan fakir mü'min kulunu sever." (İbn-i Mâce; Zühd,5)

"Allah -azze ve celle-, bir iş yaptığında sağlam ve güzel yapan kişiyi sever." (Deylemî; Müsned,I,157)

KAYNAK: ERKAM TAKVİMİ / 07 OCAK 2011 - 3 SAFER 1432

18 Ocak 2011 Salı

HASAN-I BASRİ HAZRETLERİ (M.642-729)

HASAN-I BASRİ HAZRETLERİ (M.642-729)
18 OCAK 2011 SALI - 14 SAFER 1432

Tâbiînin büyüklerinden Hasan-ı Basrî'nin (r.a.) annesi, Ümmü'l-Mü'min'in Hz. Ümmü Seleme'nin (r.anhâ) câriyesi Hayre, babası da sahabeden Zeyd İbn-i Sâbit'in (r.a) âzâdlısı idi. Hasan-ı Basrî (r.a.), çocuklugunda Ümmü Seleme'nin (r.anhâ) yanında bulunmuş, onun duâsına, feyzine mazhar olmuş, bu cihetle kendisinde büyük bir fazîlet, büyük bir fesâhat ve belâgat tecelli etmiştir. Sahâbe-i Kirâm'dan yüz otuz zât ile görüşmüş, Ebû Mûsâ ve İbn-i Abbas hazretlerinden hadîs-i şerîf almıştır.

Hadîste ve fıkıhta pek büyük âlim idi.

Hasan-ı Basrî'nin (r.a.) büyük bir âlim, îtimâd edilen, âbid, güzel sözlü ve güzel yüzlü, tam kâmil bir zât idi. Bir aralık Mekke-i Mükerreme'ye gelmişti. Kendisine bir kürsü kurdular. İnsanlar toplanmıştı. Hasan-ı Basrî'nin (r.a.) onlara hadîs-i şerîf rivâyet etti. Atâ, Mücâhid, Amr İbn-i Şuayb gibi fazîlet sâhibi insanlar hep orada idiler ve onun bir misli daha görülmemiş yüksek bir fakîh, bir din âlimi oldugunu îtirâf ettiler.

Resûlullah (s.a.v.)'ın devr-i saadetine yakınlıgı sebebiyle kendisinden sonra gelen bütün müctehidler ve fakîhlerin en fazîletlisi oldugunda âlimler ittifâk ettiler. Kendileri mutlak müctehid ve mezheb sâhibidirler. Vefâtından sonra mezhebi devâm etmemiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in dâmâdı Alî bin Ebû Tâlib hazretleri zamanına yetişmiştir.

Kaynak: Fazilet Takvimi / 8 OCAK 2011 SALI - 4 SAFER 1432

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
"Her kim geceleyin Bakara Sûresi'nden (son) iki âyeti (Âmenerrasûlü...) okursa ona (o gece âfetlerden ve şeytanın şerlerinden emîn olmak üzere) kifâyet eder (yeter)."
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî
************************************************************************************

17 Ocak 2011 Pazartesi

VÜCUDUMUZ - BUNLARI BİLİYOR MUYUZ ?

VÜCUDUMUZ - BUNLARI BİLİYOR MUYUZ ?
17 OCAK 2011 PAZARTESİ - 13 SAFER 1432

Howstuffworks adlı internet sitesinde yer alan habere göre, vücudumuz hakkında bazılarını bilmediğimiz 16 gerçek:

01. Dil izi: Parmak izine benzer şekilde, herkes benzersiz bir dil izine sahip.

02. Döküntü: İnsan her saat yaklaşık 600 bin deri partikülü döker. Bu; yılda yaklaşık 680 gram, 70 yaşına kadar yaklaşık 48 kg deri dökmüş olur.

03. Kemik sayısı: 350 kemiğe sahip olarak doğuyoruz. Gelişme boyunca kemikler eriyip birbiriyle kaynaşıyor ve yetişkinlikte 206 kemiğimiz kalıyor.

04. Yeni mide: Mide mukozasının dış tabakası 3-4 günde yenileniyor. Yenilenmeseydi, yiyecekleri hazmetmek için salgılanan güçlü asitler, mideye de zarar verirdi.

05. Koku: Burnumuz 50 000 farklı kokuyu ayırabilir.

06. Bağırsaklar: İnce bağırsağın uzunluğu, yetişkin insanın boyunun 4 katı kadardır.

07. Bakteri: Cildin her santimetre karesinde yaklaşık 32 milyon bakteri yaşıyor. Bunların çoğunluğu zararsızdır.

08. Vücut kokusunun kaynağı: Kokunun kaynağı terdir. Bir çift ayak 50 000 ter bezine sahiptir ve günde yarım litre kadar ter çıkarabilir.

09. Hapşırma hızı: Hapşırık saatte 161 km hızla gidebiliyor.

10. Kan ve damar: İnsan vücudunda yaklaşık 96 500 km kan damarı bulunur. Kalp günde damarların içine 7 500 litre kan pompalar.

11. Tükürük: İnsan; ömründe 25 000 litre tükürük üretir.

12. Horlama: 60'lı yaşlarda; erkeklerin %60'ı ve kadınların %40'ı horlar.

13. Saç rengi ve sayısı: Ortalama; sarışınlar 146 000, siyahlar 110 000, kahverengiler 100 000, kızıl saçlılar 86 000 saç kılına sahiptir.

14. Tırnak gelişimi: El tırnağı kesilmezse, yılda 2,5-3 santim uzar. Ayak tırnaklarının hızı bunun 4’te biri kadar.

15. Baş uzunluğu: Doğduğumuzda başın uzunluğu vücut uzunluğunun 4’te biri kadardır. Yetişkinlerde ise bu oran, 8'de birdir.

16. Uyku ihtiyacı: Haftalarca bir şey yemeden ölünmez, fakat 11 günden sonra uykusuzluğa dayanılmaz.

Kaynak: Türkiye Takvimi / 29 KASIM 2010 PAZARTESi - 23 ZİLHİCCE 1431

************************************************************************************
BİR HADİS-İ ŞERİF
Dünyâ, mü'minin (âhiretteki ebedî nimetlere göre) zindanı, kâfirin de (âhiretteki azâbına göre) cennetidir.
Kaynak: Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim
************************************************************************************

16 Ocak 2011 Pazar

Almanya'da 3 Türk yanarak öldü

Almanya'da 3 Türk yanarak öldü
16 Ocak 2011 Pazar

Almanya'nın Wuppertal kentinde dört katlı bir binanın çatı katında çıkan yangında 23 yaşındaki genç anne ve 2 küçük kızı hayatını kaybetti.. Cenazeler Kütahya'ya gönderilecek.

Almanya'nın Wuppertal kentinde dört katlı bir binanın çatı katında çıkan yangında, Hatice Gür (23) ve kızları Elif (2) ile Esra Gür (5) yanarak yaşamını yitirdi.

Wuppertal polisi, sabah 8.30 sularında çıkan yangın yerine kurtarma ve itfaiye ekiplerinin çok kısa sürede ulaşmasına rağmen anne ve iki kızının kurtarılamadığını açıkladı.

Eyüp Gür'ün ise çıkan yangından ağır yaralı olarak kurtarıldığını ve helikopterle Dortmund kentindeki bir hastaneye kaldırıldığını bildiren polis sözcüsü, yangının neden ve nasıl çıktığının araştırıldığını söyledi.

Olay yerine giden Türkiye'nin Düsseldorf Başkonsolosu Fırat Sunel, Belediye Başkanı Peter Jung, itfaiye müdürü ve diğer yetkililerden bilgi aldı.

Başkonsolos Sunel, AA muhabirine yaptığı açıklamada olayın kundaklama olmadığı bilgisini aldığını ve yangının evin içinden çıktığını tahmin edildiğini, gerçek nedenin yapılacak incelemelerden sonra gün yüzüne çıkacağını ümit ettiğini ifade etti.

Adli tıbba kaldırılan cenazelerin, birkaç gün içinde Kütahya'ya gönderileceği belirtildi. Anahtar Kelimeler: Almanya - Wuppertal - yangın - yangin - Hatice Gür - Esra Gür - Elif Gür - Kütahya
Kaynak: AA

HAKAN TAŞIYAN - YA SEN YA HİÇ

HAKAN TAŞIYAN - YA SEN YA HİÇ
16 OCAK 2011 PAZAR



Sen olmazsan inan alamam nefes
Sana olan bu sevgim değil bir heves

Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz olamam ya sen ya hiç
Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz yapamam ya sen ya hiç

İstemem güneşi güneşim sensin
İstemem bir şeyi herşeyim sensin
İzin ver kalbime seni sevsin

Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz olamam ya sen ya hiç
Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz yapamam ya sen ya hiç
Ya sen ya hiç

Vazgeçmem aşkından bırakmam seni
Dolduramaz hiç kimse senin yerini

Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz olamam ya sen ya hiç
Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz yapamam ya sen ya hiç

İstemem güneşi güneşim sensin
İstemem bir şeyi herşeyim sensin
İzin ver kalbime seni sevsin

Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz olamam ya sen ya hiç
Ben sensiz ölürüm ya sen ya hiç
Ben sensiz yapamam ya sen ya hiç

Ya sen ya hiç
Ya sen ya hiç