31 Ocak 2012 Salı

TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK

TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK
31 OCAK 2012 SALI


Türklerin Müslüman oluşu, Müslümanlara çok fayda sağladığı gibi; kendileri de İslâmiyetten pek istifade etti. Sultan Alparslan'a izafe edilen şu kadirşinas söz bu hakikati ifade eder:

"Biz Türkler temiz Müslümanlarız. Bidat nedir bilmeyiz. Onun için Allah bizi aziz kıldı."

XI. asır içinde Türkler Orta Asya'dan üç büyük dalga hâlinde, üç istikamette yayıldı:

Birincisi: Gazne hükümdarları emrinde, Kalaç ve diğer Türk boylarının, Hindistan'a yayılmalarıdır. Buraya Müslüman olarak gittiler ve buralara İslâm dini ve medeniyetini de götürdüler. Bugün Hindistan ve havâlisinde 500 milyona yakın Müslüman topluluğunun varlığı, bu fetih hareketinin neticesidir.

İkincisi: Oğuz Türklerinin, İran'dan geçerek Anadolu'ya yayılmasıdır. Oğuzlar buraya Müslüman olarak gelmişti. Şimdi o sayede bu topraklarda oturmaktadırlar.

Üçüncüsü: Bu istilâ hareketi, Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlara doğrudur. Peçenek, Bulgar, Kuman ve Avarlar Balkan yarımadasına yerleşti. Avrupa içlerine kadar akarak asırlarca halkı titrettiler. Ne çare ki bunlar Müslümanlığa girmeden buraya gelmişti. Etraflarını saran Hıristiyan devletlerin tazyiki ile kısa zamanda dinlerini, dillerini ve benliklerini unuttular; geleneklerini kaybettiler. Bunlar arasında eriyip yok oldular.

Görülüyor ki; İslâmiyet, Türk devletlerini ve milletlerini, ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet olmuştur. Macaristan, Güney Almanya, Polonya, Romanya, Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan'da binlerce Türk kabilesi eriyip gitti. Bugün bile buradaki Hıristiyan halk %50 ilâ %80 nisbetinde Türk kanı taşır.

Türkler esasen cengâver bir milletti. İslâmiyet yardımıyla birlik ve beraberliklerini korudular. Bu dinin alevlendirdiği cihad ruhu sayesinde sağlam, büyük ve uzun ömürlü devletler kurdular. Orta Asya'da yaşayan ve Müslüman olmayan Moğollar ise, dünyayı işgal ettikleri hâlde, medeniyet bakımından geri ve maddeten fakir kaldılar.

Kaynak: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci (TÜRKİYE / 04.05.2011)

ABD'DEN HARAÇ ALIYORDUK

ABD'DEN HARAÇ ALIYORDUK
31 OCAK 2012 SALI


ABD bandralı ilk geminin Cezayir açıklarında Osmanlı donanması tarafından ele geçirilmesinden sonra, yabancı dilde imzalamaya mecbur kaldığı ve haraç ödediği tek anlaşma Yale Üniversitesi arşivindedir.

ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde yabancı dille imzalanan tek belge olma özelliği taşıyor.

Yıl 1783... Avrupa standartlarına göre mütevazı da olsa yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başlar. Daha 25 Temmuz 1785'te, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi, Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirilir. Bu gemi, Boston Limanı'na bağlı, Kaptan Isaak Stevens'ın idaresindeki Maria'dır. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçer...

ABD Kongresi, Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemileri inşa edilmesi veya satın alınması için Başkana 700 bin altına yakın harcama yetkisi verir. Böylece ABD, Osmanlı tehdidi karşısında donanmasının temellerini atmış olur. 5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmayı kabul eder. Anlaşmaya göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642 bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını (216 bin dolar) ödemeyi kabul eder. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden meydana gelen anlaşmaya, Başkan George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koyar.

Bu belgenin ortaya koyduğu önemli bir husus da ABD Başkanı George Washington'ın, dönemin Sultanı III. Selim Hân tarafından muhatap görülmemiş olmasıdır.

SOHBET - ÇOĞUNLUĞA UYMAK

SOHBET - ÇOĞUNLUĞA UYMAK (1)
31 OCAK 2012 SALI

SUÂL: Her işte, her zaman çoğunluğa uymak yanlış değil midir? Mesela deniyor ki:

๏ Çoğu, bir dine inanmadığı için, ben de inanmıyorum.
๏ Çoğu, namaz kılmadığı için, ben de kılmıyorum.
๏ Çoğu, açık gezdiği için, ben de açık geziyorum.
๏ Çoğu, çalgı dinlediği için, ben de çalgı dinliyorum.
๏ Çoğu, müzikli ilâhi dinlediği için, ben de dinliyorum.
๏ Çoğu, kiliseye gittiği için, ben de âyinlere katılıyorum.
๏ Çoğu, gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söylediği için, ben de öyle inanıyorum.
๏ Çok kimse, mezhepler sonradan çıktı dediği için, ben de mezhebi kabul etmiyorum.
๏ Hıristiyanlar, Müslümanlardan çok olduğu için, Hıristiyanlığın hak olduğu doğrudur.
๏ Budistler, Hıristiyanlardan daha çok olduğu için Budizm haktır.
๏ Dünyada dine inanmayan çoğaldığı için, ben de ateistim.
๏ Kültürlü ve rütbeli insanlar mason olduğu için, masonluk doğru yolda olmaktır.
๏ Bütün dünya ibadete hoparlör karıştırıyor. Bu kadar insan bidat işleyecek değil ya.
๏ Hanefi'de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır, ama dolgu dişi olan sayısız insan var. Bunlar cünüp gezmiyor ya...
๏ Dünyada islâm halifesi olmadığı hâlde, halkı Müslüman olan ülkelerin dar-ül-islâm olduğu çok kimsece kabul ediliyor. Çoğunluğun yanılması mümkün müdür?

CEVAP: Yukarıdaki yanlış örneklerde olduğu gibi, çoğunluk örnek gösterilerek, (Herkes böyle yapıyor, ben de yapsam ne çıkar?) demek caiz olmaz.

Sui misal emsal olmaz. Yani kötü şey, yanlış şey örnek gösterilemez. Kötü şeyleri, yanlışları herkes yapsa bile, o şey kötü olmaktan, yanlış olmaktan çıkmaz. iyilik, doğruluk, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz.

Kur'ân-ı kerîmde birçok hususta çoğunluğun, insanların çoğu veya onların çoğu ifadesi kullanılarak yanlış yolda olduğu bildiriliyor. Bu örnekleri yarın bildiriyoruz.


SOHBET - ÇOĞUNLUĞA UYMAK (2)

Çoğunluğa uymanın zararlarını bildiren âyet-i kerîme meallerinden bazıları:

๏ İnsanların çoğuna uyan sapıtır. (Enam 116)
๏ Allahın mucize yaratabileceğini çoğu bilmez. (Enam 37)
๏ Rızkı Allahın verdiğini çoğu bilmez. (Sebe 36)
๏ İnsanların çoğu kâfirdir. (Nahl 83)
๏ Çoğu fasıktır. (Maide 49, 81, Tevbe 8, Hadid 16, 27)
๏ Çoğu müşriktir. (Rum 42)
๏Çoğu inanmaz, iman etmez. (Bekara 100, Hud 17, Rad 1)
๏ Çoğu inkârcıdır. (isra 89)
๏ Çoğu gâfildir. (Yunus 92)
๏ Çoğu şükretmez. (Bekara 243, Yunus 60, Yusuf 38)
๏ Çoğu zanna uyar. (Yunus 36)
๏ Çoğu nankördür. (Furkan 50)
๏ Çoğu yalancıdır. (Şuara 223)
๏ Çoğu Allaha ortak koşar. (Yusuf 106)
๏ Çoğu haktan hoşlanmaz. (Zuhruf 78)
๏ Çoğu Kur'ândan yüz çevirdi. (Fussilet 4)
๏ Kâfirlerin çoğu akıl etmez, kafası çalışmaz. (Maide 103)
๏ Ölüleri Allahın dirilteceğini çoğu bilmez. (Nahl 38)
๏ Kıyametin geleceğine çoğu inanmaz. (Mümin 59)
๏ Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu, çoğu bilmez. (Rum 30, Yusuf 40)
๏ Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmeyeceğini çoğu bilemez. (Araf 187)

Genelde kıymetli şeyler azdır. Birkaç örnek:

1- Verilen nimetlere şükretmek çok iyidir, fakat şükreden azdır. (Sebe 13, Araf 10, Müminun 78, Secde 9, Mülk 23, Bekara 243, Yunus 60, Yusuf 38, Mümin 61, Neml 73) [Şükür, islâmiyete uymak demektir. (Mektubat-ı Rabbanî)]
2- Hazret-i Nuh'a inanıp, gemisine binip kurtuluşa erenler çok azdı. (Hud 40)
3- iman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar zarardadır. Zararda olmayan kimseler ise azdır. (Asr suresi, Sad 24)
4- Gayrimüslimlerden pek azının iman ettiği bildiriliyor. Bu azlar övülüyor. (Bekara 88)
5- Musa aleyhisselâmın kavmi, Allah için elbette savaşırız dedikleri hâlde, savaş emri gelince çok azı savaşa iştirak etti. Bu azlar övülüyor. (Bekara 246)


Kaynak: M. Ali Demirbaş / TÜRKİYE GAZETESİ

SÖZÜN TESİR ETMESİ İÇİN

SÖZÜN TESİR ETMESİ İÇİN
31 OCAK 2012 SALI


Şakîk-i Belhî hazretleri gençken, kendine göre bir grup kurmuş. Demiş ki arkadaşlarına: "Şu ateşe tapanların üslerine gidelim. Yıkmayacağız, vurmayacağız, ama bunlar ne ahmak insanlar, bunların ahmaklıklarını görelim."

Gitmişler kiliseye. Bakmışlar ki, çok güzel yüzlü, çok güzel bir delikanlı, böyle acınacak bir hâlde, kendini vermiş ateşe, tapıyor. Şakîk; "Şuna bir İslâmiyeti anlatayım, yanmasın şu adamcağız." diyerek yanına gidip diyor ki:

"Kardeşim, bu ateş sana faydalı değil. Bunun faydası yok. Gel sen Müslüman ol ve kurtul şu ateşten!"

O genç buna bakıyor ve bir tokat atınca, beş parmak izi yüzünde kalıyor. Şakîk, delikanlının üzerine saldıran arkadaşlarına, "Dokunmayın!" diyor. Onlar; "Ne yapacağız?" diye sorunca; "Ben bu tokadın sebebini biliyorum. Hadi gidiyoruz." diyor ve yediği dayakla beraber kiliseden ayrılıyorlar.

Arkadaşlarına; "Herkes kendi yoluna, ben gidiyorum memlekete. Gideceğim bir dergâha, hem ilim öğreneceğim, hem de kalbimi temizleyeceğim. Ben adam olmadığımı bu tokattan sonra anladım." diyor ve vedalaşıp, gidiyor memleketin birine. Orada 10 sene, 20 sene, kaç sene ise, fırının içinde ekmeğin piştiği gibi pişiyor. Ekmek kıvamına gelince, oradan ayrılıyor artık. Memleketine dönüp arkadaşlarını buluyor. Kalan kalmış, giden gitmiş. Onları toplayıp diyor ki: "Gelin aynı kiliseye bir daha gideceğiz." Gidiyorlar yine aynı kiliseye. Bu sefer orada yaşlı, ihtiyar birisinin, kendini vermiş ateşe, taptığını görüyorlar. Şakîk-i Belhî yine onun yanına gidip diyor ki:

- Efendim, bu ateşin size bir faydası yok. Ahirette büyüğü adamı yakar. Vazgeçin şu ateşe tapmaktan.

- Tabii doğru, haklısın. Bana kelime-i şehadet söyle!

Söylüyor. Adam da halis kalble kelime-i şehadet getiriyor. Sonra ona şunu soruyor:

- Ben 25-30 sene evvel burada bir genç görmüştüm. Ona İslâmiyeti tebliğ ettim. Kabul etmedi. Bana da bir tokat vurdu. Acaba öldü mü?

- O benim, ben. Tokadın izi kaldı mı?

- Gitti. O zaman tokadı yedim, şimdi neden kelime-i şehadet getirdiniz?

- Çünkü o zamanda sen söylediğinle amel eden adam değildin. Sözün hiç tesir etmemişti...

Kaynak: 31 Ocak 2012 / Türkiye Takvimi