27 Şubat 2009 Cuma

Mu'min-i kamilin alameti

Mü'min-i kâmilin alâmeti
Cuma Hutbesi



Aziz ve muhterem Müslümanlar !

Hutbemiz olgun mü'minin alâmetlerine dairdir. İnsan saray gibi bir binadır. Cenab-ı Hakk'ın antika bir sanatıdır, kudretinin mûcizesidir. O en güzel binanın temelleri, îmanın rükünleridir.

İnsanı insan eden imandır. Hakikî îman insanın kalbine girip vücudunun bütün zerrelerine yerleşince maddî ve manevî dünyasını ışıklandırır. İçi dışı îman nuruyla nurlanır. Her taraf nurlar içinde kalır.

İnsan îman nuruyla herşeyin hakikatini görmeye başlar. Herşeyin iyisine bakar. Güzel görür, güzel düşünür. Hayatından lezzet alır. Zindanda da olsa bahtiyardır. Çünkü o, îmanda ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamıştır.

Kâmil bir mü'min, "Eşhedü ellâ ilahe illallah" dâvasına bütün zerrâtıyla îman etmiş, zerrelerden kürelere kadar herşeyin Allah'ın birliğine delil olduğunu görmüş, okumuş, ona göre inanmıştır.

Onun îmanı tahkikidir. Hakikî îmanı elde ettiği için kâinata meydan okuyabilir bir kuvvete sahiptir. Küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecektir. Olgun bir mü'min, ölümden korkmaz.

Zira onun nazarında ölüm bir terhis tezkeresidir. Âhirete gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaktır. Dünya zindanından cennet bostanlarına bir sevkiyat, hakikî vatanına gitmek, ebedî hayata geçmektir. Sonsuz bir hayatın başlamasıdır.

O, yalnız Allah'tan korkar, Allah'a sığınır, Allah'a güvenir, O'nun emirlerini harfiyyen yerine getirmeye çalışır. O, Allah için işler, her işe "Bismillah"la başlar, "Elhamdülillah"la bitirir. Allah nâmına alır, Allah nâmına verir. Allah nâmına vermeyen gafil insanlarla alışverişi yoktur.


Aziz mü'minler!

Cenâb-ı Hak mü'min-i kâmilin nasıl olması gerektiğini tarif ederken şöyle buyuruyor:

"Mü'minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmanlarını artırır, kuvvetlendirir ve yalnız Allah'a tevekkül ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. İşte gerçek mü'min onlardır."

Asr-ı Saâdet'te Benî Es'ad kabilesinden bir grup insan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın huzuruna gelerek "Biz de mü'minleriz. Bize de yardım edin!" dediler. Fahr-i Kâinat Efendimiz bunları tanımıyordu. Mü'min olduklarını gösteren alâmetleri yoktu. îman dâvasına mallarıyla ve canlarıyla bir hizmette bulunmamışlardı.

Halbuki îman edenlerin o büyük dâvaya hizmetleri olmalıydı. İşte bu sebepten mü'minleri tarif eden başka bir âyet-i kerîme nazil oldu:

"Hakikî mü'minler onlardır ki, Allah'a ve Resûl'üne îman ederler, sonra îman hakikatlarında şüpheye düşmezler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda maddî ve manevî cihad ederler. İşte sâdık mü'minler onlardır."

Anlaşılıyor ki, "Bal, bal!" demekle ağız tatlı olmuyor.

Taklidî îman, sahibini kurtaramıyor. Amelsiz îman çok zayıf olduğundan kurtarıcı olamıyor. Bu zamanda her mü'minin en mühim işi, taklidî îmanı tahkiki îmana çevirerek îmanı kuvvetlendirmek, takviye etmek ve kurtarmaktır. Herşeyden önce îman esaslarıyla meşgul olmak kat'î bir zaruret, ciddî bir ihtiyaç, hatta mecburiyet haline gelmiştir.

Her talebenin en başta elde etmesi gereken ilim, îman ilmidir. İlimlerin temeli îman ilmidir. Her muallimin herşeyden evvel Alah'tan bahsetmesi, îman hakikatlannı öğrencilerine öğretmesi lâzımdır. Yoksa hem millete, hem de devlete zarar vermiş, gençlerin hayatını tehlikeye atmış olurlar.

Îmandan mahrum bırakılan nesillerin eşkiya, anarşist, sarhoş, serseri olduklarını nefisperest, maddeperest, menfaatperest, putperest, hatta vatan ve millet hâini durumuna düştüklerini görüyorsunuz. Madem bu zamanın en dehşetli hastalığı imansızlıktır, îman zayıflığıdır. Öyleyse hepimizin en birinci vazifesi, îmanları kurtarmaya çalışmaktır.

Bunun en kısa ve en kolay yolu da, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın hâlis, muhlis, manevî ve nurlu tefsirlerini, Nur risalelerini okumaktır. Asrımız insanlarının anlayışına göre yazılmış bu îman dersleri, okuyup dinleyenlere çok faydalı olmaktadır.

Fenden ve felsefeden gelen sapık fikirleri çürüten, küfrün belini kıran, Kur'ân nâmına atom bombası gibi tesirli manevî bir silah, bir elmas kılıç olan delilli ve ispatlı îman dersleridir. Kur'ân'ın malıdır, îmanın hakikatlarıdır. Ekmek, hava ve suya muhtaç olduğumuz kadar ihtiyacımız vardır. Mü'min-i kâmil olmak, gayretle çalışmakla olur. Yoksa "Cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir."


Mü'min kardeşlerim!

Tam manâsıyla mü'min nasıl olur? Bunu Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan dinleyelim:

"Mü'minler bir bina gibidir. Parçalarını birbirine bağlar, birbirine destek olurlar. Mü'min tez kızar, tez barışır. Mü'min kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sever. İyiliklerine sevinen, kötülüklerine üzülen kimse mü'mindir. Mü'minin himmeti namaz, oruç ve diğer ibadetlerdedir. Münafıksa hayvan gibi yiyip içmek derdindedir.

Allah katında en sevimli amel, mü'minin kalbini sevindirmek, sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır. Mü'min ülfet eder ve kendisiyle ülfet edilir. Ülfet etmeyen ve kendisiyle hoş geçinilemeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır. Üç günden fazla mü'minin mü'mine küsüp konuşmayı kesmesi helâl değildir."


Allah cümlemize îman-ı kâmil ve hüsn-i hatime nasip eylesin, âmin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder