23 Mart 2009 Pazartesi

Sevgili Peygamberimizin hayati - Ömer Ibni'l Hattab

Hazret-i Ömer (r.a.)

BENİ BİLEN BİLİR.
BİLMEYEN BİLSİN Kİ,
BEN ÖMER İBNİ'L HATTABIM !


Hazret-i Ömer radıyallahü anh


Kureyş, Hazret-i Hamza radıyallahü anh'ın müslüman olma şokunu henüz atlatmış değil. Ama asıl şok; daha doğrusu büyük darbe geride. Ummadıkları biri müslüman olmak üzere. Bu beklemedikleri şahsın müslüman olması ile küfrün dünyası başına yıkılacak.

...........

Ömer, Kureyş'in şöhretli isimlerinden.

İri yarı, heybetli görünüşü, kızıl gür saçlı, sık sakallı bir insan.

Tehlikeleri hiçe sayan bir tabiatı var. Ticaretle uğraşıyor...

O'nu Kabe yolunda görüyoruz. Niyeti Peygamberimizi uyarmak. "Vazgeç bu ettiklerinden diyecek. Dinimize, yolumuza ilişme. Eğer insanları kendine çekmeye devam edersen bunun hesabını verirsin!" ihtarını yapacak. Aksi halde şu cemiyet çözülecek, gemi su alacak, asırlık çınar kurumaya yüz tutacak, töre bozulacak.

Hayır! Ömer, yanılıyor. Kız çocuğunu diri diri toprağa gömerken nasıl hata ediyorsa öyle yanılıyor. Asırlık çınar yani Kureyş, yani bütün arap milleti, yani bütün yeryüzü kurumuşken; görünüşteki aldatıcı canlılığa rağmen ölmüşken; O'nun yani sallallahü aleyhi ve sellem'in, getirdiği ebedi nizamla dirilecek.

Bir dağ gibi yolları doldura doldura yürüyen Hattaboğlu'nun Kabe'ye vardığı esnada Resul-i Ekrem, oradaydı ve Elhakka Suresi'ni okuyordu. "Okuması bitsin, dikkatini çekerim" diye niyetlendi ve bir kenara saklanarak dinlemeye başladı. Fakat dinledikçe kendine birşeyler oluyordu; Kur'an-ı Kerim'e karşı hayranlık duyguları kabardı. Bunun üzerine şöyle düşündü; "Evet; galiba doğru, O, Kureyşin söylediği gibi şair"

Niçin şair?

Çünkü, Ömer İbni'l Hattab'ın o anki mantığına göre; "Bu kadar güzel cümleleri ancak bir şair kurabilir. Şu sözlerde ne kadar güzellik ve çekicilik var. Bu denli güzel kelimeler yalnızca bir şairin dudaklarından dökülebilir." O, saklandığı köşede, içinden bu muhakemeyi yaparken Sevgili Peygamberimiz, surenin kırk ve kırkbirinci ayetlerine gelmişlerdi:

"-Muhakkak ki, O Kur'an, Allah katında çok şerefli bir Resulün (Cebrail'in) sözüdür. O, bir şair sözü değildir. Siz ne az inanır kimselersiniz!"

Ömer, hayretler içinde kaldı. "Tamam" dedi kendi kendine. "Zihnimden geçenleri anladığına göre aynı zamanda bir kahin." Ama bu yorum da cevabını aldı. Efendimiz, okumaya devam ediyorlar:

-"O, bir kahin kelamı değildir. O Kur'an, Alemlerin Rabbinden inzal olmuştur. Eğer, Peygamber, indirmediğimiz bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, biz onu kuvvetle yakalar ve hayatına son verirdik! Hiç biriniz de onu muhafaza edemezdiniz. Doğrusu Kur'an, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir nasihattır. İçinizde yalanlayanlar bulunduğunu elbette bilmekteyiz. Kur'an münkirler için bir iç yarasıdır. O, hiç şüphesiz tam bilginin kesin gerçeğidir. Öyle ise, O büyük, O Yüce Rabbinin ismini an!"

Ömer; o heybetli adam, işittikleriyle alt-üst olmuş ve kalbinin şuracığı yumuşayıvermişti. O kadar hislendi ki gözlerininyaşlanmasına mani olamadı. Ama çevere yok mu, çevre? Kötüler!... Kötüler, dört yanı kuşatmışken Allah'ın izni olmadan onları aşarak zulmet bölgesini geçip ışığa varmak ne mümkün!... Nitekim Hattaboğlu'da hakikate bu kadar yaklaşmışken; imanla arasında handiyse bir tül perdelik mesafe kalmışken küfür yine arayı derinleştirdi, ortalık yine zifiri karanlığa boğuldu....

.........

İslamın zuhurunun altıncı yılı.

Hazret-i Hamza radıyallahü anh, Müslüman olalı üçgün olmuş, Bütün Mekke çalkalanıyor. Hamza radıyallahü anh'ın islama geçişi şirk dünyasını kara yaslara boğmuştur. Eğer mani olunmazsa gidişat iyi değil....

İşte Kureyş büyükleri, aralarında toplanmış çareler arıyor. Her zamanki gibi Ebu Cehil, yine başrolde.Bu mel'un adama göre hedef; Peygamberi katletmek! Bunun dışında tutulacak her yol hüsrandır.

-O- tanrılarımızı yeriyor. Bizleri tahrik ediyor ve ecdadımızın cehennemde olduğunu iddia ediyor. Kim Muhammed'i öldürürse kendisine yüz tane kızıl tüylü deve, çilçil altınlar, gümüşler, elbiselik kumaşlar, bol miktarda misk vereceğim. O'nu öldürecek kimse abad olacak; servete boğacağım o bahadırı.

Herkes, birbirinin yüzüne bakıyordu. Ebul Kasım' öldürmek! O'nu öldürmek fevkalade riskli bir teklifti. O'nun ölümü ile Kureyş, ikiye bölünecek ve kan davaları memleketi bir veba salgını gibi kasap kavuracaktı. Herkes, çeşitli düşünceler içindeyken ömer, ayağa kalktı. Tahrik ve vaadin parlaklığı kalbinde İslam güneşine açılmaya başlayan pencereciği yeniden kapatmış ve onu tekrar eski haşin haline iade etmişti:

-Bu işin üstesinden ancak Ömer İbni'l Hattab gelebilir!...

Kalabalık, bir an ateş yalımına tutulmuş gibi irkildi ama kendini çabuk toparlayarak:

-Doğru diyorsun Hattaboğlu, dediler, bunu ancak sen başabilirsin. Bizi bu musibetten olsa olsa sen kurtarabilirsin.

Onlar beşuş çehrelerle Ömer'i alkışlarken O, sesini bir iki perde daha yükselterek konuşmasını sürdürdü:

-Ben bu meseleyi halledeceğim ama; ya sen sözünde durmazsan Ebu Cehil?

Zalim kurt, eline geçen böyle bulunmaz bir fırsatı kaçırır mı?

-Sorduğun şeye bak! Haydi Kabe'ye gidelim. Hubel'in huzurunda and içecek; vaadimi bir kere daha tekrarlayacağım ki şüphelerin kaybolsun.

...gittiler; Ebu Cehil, dediklerini yaptı. Bunun üzerine Ömer, kılıcını kuşandı ve "Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki bu işi bitirmeden gelmeyeceğim" dedi.

Öfkelerle bu noktaya varırken Cenab-ı Hak, Ömer İbni'l Hattab'ı Sıddıklar defterine yazacağına yemin ediyordu.

Yüce Allah, buyurdu ki:

-Sen, sevgilimi öldürmek için kılıç kuşandın; lakin ben O'nun aşkını senin boynuna geçirdim. İzzet ve celalim hakkı için nice şehirler senin elinle İslama gelecek ve düşman ülkeleri senin korkunla titreyecekti.

.............

Hattaboğlu, yola koyuldu; Sevgili Peygamberimizi arıyor.

Kenar yollardan Hacire'de Nuaym bin Abdullah'la karşılaştı.

Abdullah da yeni dinin mensuplarından. Ömer, bundan habersiz tabii. Ömer'in böyle pusatlanmış olarak hışımla yürüyüşü O'nu şüphelendirdi ve bir mümin uyanıklığı ile durumun endişe verici olduğunu sezmekte gecikmedi:

-Uğurlar olsun ya Ömer. Nedir bu telaş? Mühimce bir işin olmalı!

-Arap milletinin arasına tefrika sokan, tanrılarımızı beğenmiyen, bizleri hor gören Muhammed'i öldürmeğe gidiyorum.

Nuaym, haberin korkunçluğundan şöyle bir sendelediyse de hemen toparlandı:

-Zor birişe kalkışmışsın. Tut ki muvaffak oldun. O zaman Abdülmuttalib oğulları seni sağ bırakır mı?

Söz Ömer'in hoşuna gitmemişti.

-Yaa demek öyle! Anlaşılıyor ki sen de Muhammedisin. Bari önce senin kelleni uçurayım, dedi ve sağ eli, öfkeyle kılıcının kabzasını aradı.

Nuaym:

-Ben babalarımın dinindeyim. Lakin işte sana garip birr haber:

-Kardeşin Fatıma ile kocası Said de Müslüman. Bundan hamberin var mı? Önce onları yola getir sonra başkasına karış.

Ömer ummadığı birşeyi iştimişti. Şaşırdı, sarardı ve çareyi inkarda buldu.

-Hayır! Yalan! Yalan diyorsun. Onlar Müslüman değil.

-Ben yalan söylemiyorum. Uzakta değiller ki git sor.

Mübarek sahabi Peygamberimizi bir tehlikeden uzaklaştırmak için bu oyalayıcı haberi bir olta olarak kullanmıştı.

..........

Said bin Zeyd'in evi..

Eve yaklaştıkça bir erkeğin okuduğu Kur'an-ı kerim işitiliyor....

Said ve hanımı ilk mü'minlerden. Yolaçıcı bayrak insanlar. Habbab bin Eret radıyallahü anh'ı evlerine davet etmiş ondan Kur'an-ı kerim öğreniyorlar. Evin dışına sızan, Hazret-i Habbab'ın okuması.

......

Ömer, bir kaç saniye hiddetle karşısındakinin yüzüne baktıktan sonra geri dönüp seri adımlarla uzaklaştı. "Kızkardeşinle enişten de müslüman" sözü ona her şeyi unutturmuş ve önce bu aile için ihaneti cezalandırmaya karar vermişti. Said'in evine yaklaşırken o derinden derine işitilen Kur'an sesi ömer'i buluyordu... "..demek doğru" dedi içinden ve kapıyı kırrcasına yumruklamaya başladı... Evdekiler kılıç kuşanmış haldeki öfkeli Ömer'i görmüşlerdi. Şimşek hızı ile Habbab'ı kilere, Kur'an yazılı sayfayı da gizli bir yere sakladıktan sonra kapıyı açtılar. Mümkün mertebe tabii görünmeğe ve renk vermemeye çalışıyorlardı.

-Ne okuyordunuz?

Adımını eşikten içeri atan Ömer'in ilk sorduğu bu olmuştu. İşte müşkül an... ne deseler Ya Rabbi; ne söyleseler? İki ayağı üzerinde yere çakılmış gibi dimdik duran Ömer, patlamaya hazır bir yanardağ gibi. Yakıcı nazarlarla cevap bekliyor.

-Hayır dedi eniştesi, sana öyle gelmiş. Ne okuyabiliriz ki. Sadece konuşuyorduk. Belki sesimiz yüksek çıkmıştır.

Laf, Said'in ağzında yarım kaldı. Ömer, eniştesini yakasından kavradı kendine çekti ve; sonra da şiddetle yere çaldı. Hanımı Fatıma, said'i yerden kaldırmaya fırlamıştı ki yüzünden amansız bir tokat patladı. Tokat, narin islam hanımına balyoz gibi ağır gelmişti... gözlerinde şimşekler uçuştu, yıldızlar yanıp söndü.

Kan!...

Pembe bir kan, mübarek kadının dudak kenarından sızmaya başladı... İşte müthiş an. Tokat kime vurulmuştu? Zahirde bir mümineye; ama aslında zulmet duvarı tokatlanmıştı...

Ne de olsa ciğer...

Kardeşini kanlara bulanmış gören Ömer'in kalbine nur huzmeleri sızıyor...

İlk pişmanlık kıpırtıları... Baskına gelen, beldi de eniştesi ile kızkardeşini dayaktan kırıp geçirme niyetiyle içeri giren Ömer, aniden durgunlaştı...

-Niçin? Niçin ey Ömer? Allah'dan utanmıyor; ayet ve mucizelerle gönderdiği Peygamberine iman etmiyorsun? Niçin? Evet saklamıyoruz. Ben ve kocam islamla şereflendik. Başımızı şu belindeki kılıçla kessen bile bizi bu dinden döndüremezsin, anladın mı?

Fatıma, Ömer'in kritik anını çok güzel yakalamıştı. O dağ gibi heybetli, O gölgesinden kaçılan adam, hem de bir kadının, hem de küçüğü olan kız kardeşinin her kelimesi Ömer tokatı kadar acı sözleriyle hurma ağacı gibi silkeleniyordu.

Bir kenara ilişti. Kabaran pişmanlık duygusu içini kemiriyordu.

-Şu demin okuduğunuzu görebilir miyim?

Fatıma, Taha suresinin yazılı olduğu sayfayı getirdi... Ömer, okudukça kendini kaptırıyor; Kur'an-ı Kerim'in güzelliği O'nu içten içe etkiliyordu...

-"Göklerde, yeryüzünde, bunların arasında, toprağın altında olan her şey yüce Allah'ındır!" Anlamındaki ayete gelince hayretini gizliyemedi.

-Fatıma! Bu kadar mahluk hep sizin ilahın mı?

-Elbette. Şüphen mi var?

-Halbuki bizim binbeşyüz tanrımz olduğu halde halde hiç birinin tek karış yeri yok, diye mırıldandı. Ve ayeti okumaya devam etti:

-"Sen sözü ister açığa vur, işter gizle dur, birdir. Çünkü O Allah gizliyi de gizlinin daha gizlisini de bilir. Ondan gayri tapacak ilah yokttur. En güzel isimler O'nundur.

Taha suresinden sonra Hadid Suresi'nden bir miktar okudu:

-"Göklerde ve yerdekiler Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. O, kudretiyle her şeye üstün gelen bir aziz, hikmetiyle her yaptığını yerli yerinde yapan bir Hakimdir. Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu O'nundur. Dirilten, öldüren, her şeye gücü yeten O'dur. Evvel O'dur, ahir O'dur, zahir O'dur, batın O'dur, O, her şeyi bilendir. Gökleri ve yeri altı devirde yaratan, sonra arş'ı hükmü altına alan O'dur. O, yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni, göğe yükseleni bilendir. nerede olursanız olun O sizinledir. Allah, bütün yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Bütün işler ancak, Allah'a döndürülür. Geceyi gündüze katar, gündüzü geceyi katar, O gönüllerdekini de bilendir. Allah'a ve Peygamberine iman edin. Size varis ettiği şeylerden Allah yolunda sarf edin. içinizden, iman edip de mallarını Allah yolunda sarf edenlere büyük büyük mükafaat vardır. Peygamber, Rabbınıza iman etmeniz için hepinizi davet edip dururken size ne ouyor ki Allah'a iman etmiyorsunuz. Halbuki O, sizden iman edeceğiniz hususunda kesin söz de almıştır."

Ayetler üzerinde tefekkür eden Ömer:

-Bunlar ne güzel sözler. Daha şereflisi daha güzeli olamaz! der demez saklı bulunduğu yerden heyecanla ortaya çıkan Habbab bin Eret:

-Müjde ya Ömer! Resulullah'ın ettiği dua inşallah senin hakkında kabul olur:

-Resulullah, dün gece "Allahım! İslamiyeti Ebül Hakem bin Hişamla veya Ömer bin Hattabla kuvvetlendir" diye yalvardı... Allah Allah, şu işe bak ya Ömer, dedi... Habbab'ın sevinçten yüzünde güller açıyrdu.

Etrafını saran Said, Fatıma, Habbab hep O anı; kelime-i şahadeti söyle söyleyeceği zamanı bekliyorlardı. Ümidle doluydular. Ümidin havaya hakim olduğu nadir anlardan biriydi... ağzının içine bakıyorlardı adeta. Vakit gelmişti; bunu seziyorlardı... Ömer sordu:

-Peygamberi nerede bulabilirim?

...deminki katı adam gitmişti. Temiz bir yüz, cana yakın bir insan konuşuyordu... Buna rağmen Fatıma yine de ihtiyatlı. Kadınlara mmahsus aşırı duyarlıkla tedbiri elden bırakmıyor.

-O'na zarar vermiyeceğine bizi temin edersen yerini söyleriz.

-Yemin ederek söz veriyorum.

-Erkam'ın evinde; bir kısım sahabi ile birlikte.

-Habbab! Beni O'na götür müslüman olacağım!...

Bu ne hoş cümle böyle. Bu cümleyi duyan üç müslümanda engin ve anlatılmaz sevinçler.

Bu saadeti tatdıran Allah'a hamd olsun.

Hazret-i Ömer'le Hazret-i Habbab, Darül Erkam'ın yolunu tutmuşken bu ufacık İslam yurdunda bulunan mü'minler de "Kelime-i şahadeti bir kerecik olsun topluca ve yüksek sesle küffara karşı haykırmadık. Yoksa bu bize nasıp olmayacak mı?" diye dertleniyorlardı.

-Ya Resulullah! İzin ver dışarı çakıp Allah'ın ismini şu süfli cemiyete avaz avaz haykıralım! Bu hasret içimizde kalmasın.

-Ey gönlü kırık müminler. Gam çekmeyin. Kalbinizi kavi tutun. O Allah ki İbrahim aleyhisselamı Nemrud'un ateşinden koruyup orayı bir gül bahçesi yaptı, Musa aleyhisselamı büyücülere galip getirdi, İsmail aleyhisselamın boynunu bıçağa kestirmedi. Biz fukarayı da elbette düşman şerrinden saklayacaktır. Diyerek arkadaşlarına cesaret verdi.

Kalblerde ümid menekşeleri tomurcuklanırken ellerini semaya açarak sözlerine devam buyurdu:

-Ya ilahi, bu otuzdokuz garip sana iman etmiş ve can ve gönülden kul olmuşlardır. Bunların gözyaşı ve gönül ateşleri hatırına bize acı, kafirlerden koru ve şan ve şeref sahibi biri ile bu dine kuvvet ve bu biçare müslümanlarra zafer nasip eyle.

Hemen o dakika Cebrail aleyhisselam geldi ve:

-Ey Allahın Resulü! Milletinin büyüklerinden birinin Müslüman olmasını arzulamışsın. Hak Celle ve ala, duanı kabul ederek Ömer'i senin hizmetine verdi ve bu din-i İslamı O'nunla güçlenddirdi. Dün gece bin melek "Ya Rabbi Ömer İbni'l Hattabı şakiler defterinden silip saidler defterine al" diye yalvarmışlardı. O, şimdi buraya geliyor, kendisini istikbal etmeye hazırlan, dedi.

Cebrail'in cümlesi tamamlanmıştı ki kapı çalındı. Kapının aralığından bakan Bilal-i Habeşi radıyallahü anh, kül gibi bir benizle geri çekildi. Zira Ömer silahlı olarak kapıya dikilmişti. Ömer'in kapıya kadar sokulduğunu gören diğer eshab da korktu. Çünkü O, öyle kolay altedilecek bir rakip değildi... Hazret-i Hamza arkadaşlarını yüreklendirdi:

-Boşa telaşlanmayın; gelen nihayet bir kişi. İyi niyetle geldiyse hoş geldi. maksadı kötüyse kılıcımla kafasını koparırım, dedi ve dışarı çıkarak Ömer'in önüne dikildi.

-Ya Ömer! Biz Abdülmuttalip oğullarıyız. Demiri bile toz eder havayy püskürtürüz! Allah Resulü'nün kılına dokundurtmayız. Bunu iyi bil ve adımını ona göre at!

Konuşmaları içerden duyan Sevgili Peygabembirimiz, kapıya gelerek Hattaboğlu'nu iltifatlarla karşılayıp kucakladı.resul aleyhisselam, Ömer'i öyle sıktı ki sanki kemikleri birbirine geçti ve kılıcı yere düştü ve kendisi de efendimizin heybetinden yere kapaklandı; ve yerinden doğruldu; Peygamber şehadeti ile Müslüman oldu:

-Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühu.

Sevgili Peygamberimiz, o kadar memnun oldu ki; saadetinden tekbir getirme özleminden kavrulanlar da tekbir getirdiler. muhteşem sada her tarafı çın çın çınlattı... Bu günleri gösteren Allah'a şükürler olsun.

Peygamberimiz mecburiyetten önüne bakan Hazret-i Ömer radıyallahü anh'ın mübarek başını öptüler... Darül Erkam, o sıcak yuva bayram yerine dönmüştü...

Bu kureyş ulusunun hidayete ermesi üzerine Cebrail aleyhisselam, Enfal suresinin altmışdördöncü ayet-i kerimesini getirdi. "Ey Peygamberim! Sana yardımcı olarak Allahü teala ve müminlerden izinde gidenler yetişir."

Hazret-i Ömer sordu:

-Kaç kişi olduk ya Resulallah?

-Seninle beraber kırk kişi...

-Ey Allah'ın Resulü; kafirler Lat ve Uzza'ya hiç bir şeyden çekinmeden tapınırken; biz, Hak teala'ya ibadetimiz niçin gizli yapalım?

...dışarı çıktılar... Hedef Kabe. Kabe'de herkesin; Mekke'nin, Arabistan'ın ve bütün cihanın gözü önünde saf saf namaza durulacak... Meydanlar selama dursun dünya yeni bir oluşa sahne oluyor.

İşte yürüyorlar. Peygamberimizin sağında büyük dava arkadaşı Hazret-i Ebu Bekir, solunda büyük kahraman Hazret-i Hamza, önünde mü'min doğup mü'min büyüyen Hazret-i Ali, en önde yeni müslüman büyük sahabi Hazret-i Ömer ve bunları takip eden eshab-i kiram radıyallahü anhüm ecmain.

Sert ve heybetli bir yürüyüş...

Müşrikler, Kabe'nin yanında oturmuş laflıyorlar. Ömer İbni'l Hattab'ı yalın kılıç ve arkasında da müslümanları görünce bazıları sevindi:

-Gördünüz mü? dediler. Buna Hattaboğlu demişler. Gözünüz erkek görsün. Asileri nasıl toplamış getiriyor... güneş ışıkları nurlu bir eli öper gibi İslama nice büyük hizmetler yapacak olan kılıca narin bir öpücük kondurup geri uçuşuyor.

Şeytan zekalı Ebu Cehil'se durumu hemen kavradı. Öfke, ümitsizlik, hayal kırıklığı içinde başını iki tarafa sallayarak sıkılmış dişlerinin arasında hırladı:

-Maalesef hayır! Eğer dediğiniz gibi olsaydı Ömer arkada diğerleri önde olurdu. Galiba o da düşmana iltihak etmiş. Yazık! Kaybımız büyük.

Bu sırada mü'minler yaklaşmıştı. Ebu Cehil koştu:

-Bu gelişin manası nedir ya Ömer, pek anlayamadık?...

Hazret-i Ömer, unutulmaz ihtarını yaptı. Allah düşmanlarının yüreğine korku düşerken; mü'minlerin içine serin sular serpildi. Ses patlayan bir bora gibi; yiğit olan karşısında dursun;

-Mü'minlere ilişenin kellesini uçururum. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulühu!!! Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki Ömer İbni'l Hattabım. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen şöyle gelsin!!!

O gün müslümanlar ilk defa Kabe'de cemaatle namaz kıldılar... mbu ne kutlu öğiedir böyle?

Namazdan sonra Hazret-i Ömer, Sevgili Peygambermize Kabe'nin içini gezdirdi. Dört taraf putla dolu. Peygamberler Peygamberi, asası ile putları işaret ederek ebedi hakikati ifade eden mübarek ayeti okudular:

-Hak gelince batıl gider. Batıl elbette gidecektir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder