1 Nisan 2009 Çarşamba

Muhsin baskanin hucredeyken tek istegi

Muhsin baskanin hücredeyken tek istegi

TRT, BBP lideri merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu anmak için “Bir Beyaz Ölüm” adlı çok güzel bir programa imza attı. Emeği geçenleri kutluyorum. Programda Sayın Yazıcıoğlu cezaevi yıllarını da anlatıyordu.

12 Eylül darbesi olduğunda Ankara dışında olan Yazıcıoğlu, darbenin hemen ardından bazıları gibi kaçıp saklanmak yerine Ankara’ya gelir ve dava arkadaşlarının durumunu ve ne halde olduklarını araştırır. İhtiyaçları olup olmadığını yoklar. Birkaç gün sonra kendisi de tutuklanır. .

Gözleri bağlı olarak getirildiği Mamak’ta kendisine 26 gün ağır işkence yaparlar. Bedenine bağlanan aparatlarla kendisine her gün saatlerce elektrik verilir, bir kalasa bağlanıp tavana asılır, sürekli darp edilir. Elektrikten parmak uçları yanar, dayaktan ayakaltları pişer, başında derin yaralar açılır. Tavana asılmaktan sırtı ve kolları morarır. Doktor muayenesinde bunlar kayıtlara aynen geçerse de işkenceden olduğu yazılmaz.

26 günün ardından 5.5 yılı tek kişilik hücrede olmak üzere tam 7.5 yıl cezaevinde kalır. Kendisine isnat edilen veya işlemediği halde işlemiş gibi itiraf etmesi istenen suçları işkence altında bile üstlenmez. Neticede 7.5 yıl sonra tahliye edilir.
Buraya kadar olanlar Yazıcıoğlu’nun anlattıkları�
Şimdi biz gelelim tevazusundan çok az kişiye anlattığı bazı ayrıntılara�
Aradan geçen 7.5 yılın ardından “haydi serbestsin” denildiğinde Yazıcıoğlu diğer arkadaşları da çıkmadan cezaevinden ayrılmak istemez. Önüne konan tahliye kâğıdını imzalamaz. Kendisini zoraki serbest bıraktıklarında ise ilk işi, içeride kalan arkadaşlarına ve geride kalan yakınlarına yardım edecek organizasyon yapmak olur. İçeride tek bir kişi kalmayıncaya değin bu çalışmalarını sürdürür.
Yazıya başlık olan konuyu geçtiğimiz Cuma günü yakın dostu sanatçı Bedirhan Gökçe’den dinledim.
Yazıcıoğlu 5.5 yılını geçirdiği daracık tek kişilik hücrede kalırken gözlerini kaybetme riski ile karşı karşıya gelir. Cezaevi yöneticileri mahkûmlara eziyet olsun diye hücrelerin duvarlarını beyaza boyarlar. Yani badana yaparlar. Meğer bu durum kar körlüğü etkisi yapıyormuş.
Kar körlüğü tedbir almamış kişilerin göz bebeği üzerinde yaptığı etkiye verilen ad. Güneşin parlak olduğu zamandan çok havanın kapalı olduğu bulutlu ve sisli havalarda görülüyor. Güneşli havalarda göz kendisini fazla ışıktan korumak için göz bebeğini küçültür buda fazla ışık almayı önler. Bulutlu ve kapalı havalarda ise gözlerimiz daha iyi görmek için göz bebeğini ihtiyaç olan miktarda büyütür. Yani badanalı loş bir hücre kar körlüğü ve görme yetisini kaybetmek için daha uygun bir ortam oluşturuyor.
Kör olmamak için�
Hücrede geçen günler içinde zamanla görmesinde sorun hisseden Muhsin Yazıcıoğlu, bu tuzağı aşmak için bir yöntem geliştirir. Gardiyanla kurduğu iyi iletişim sayesinde kendisinden belli aralıklarla maydanoz veya marul ister. Sürekli beyaza bakmamak için ara ara dakikalarca bu küçük yeşillikleri seyreder. Sararmaya yüz tutarken de onları yer. Bu sayede başka bir renkle de göz teması kurmakla kalmaz, aynı zamanda dışarıdaki yeşillikler ve doğa ile ilgili hayaller kurarak zihnini ve hayal dünyasını diri tutar.
Örneğin gazeteci Reha Muhtar TRT adına yıllarca yurtdışında görev yaptı. Devletin kendisine sunduğu imkânlardan yararlandı. Özel televizyonlara geçip anchorman olarak reyting rekorları kırarken kullandığı en etkili fragmanda hatırlarsanız bir feryadı figan halde “nerde bu devlet” haykırışı duyulurdu. Nerde bu devlet?

Siyaset, spor, sanat, iş ve medya dünyasının önde gelen isimlerinden çoğunu yakından tanırım. Çoğu bu devletin nimetlerinden yararlanmışlardır. Bunlar arasında herhangi bir nedenle de olsa devlete sitem etmeyen çok az kişiye denk geldim.

Fakat cezaevinde ağır işkencelere maruz kalan, 7.5 yıl süren cezaevi hayatının ardından pardon denilerek salıverilen Muhsin Yazıcıoğlu bir kez bile olsun devletine sitem etmedi. Teşkilatını da bu anlayışla konumlandırdı. Dün cenazesine katılan on binlerce seveni, kaza sonrası kendisine geç ulaşıldı diye devlete ve hükümete sitem etmedi, ortalığı velveleye vermedi. Takdire razı oldu.
İnsan gibi insan�
Geçtiğimiz hafta Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne yazdı. Önceki ay, Muhsin Başkan ile birlikte Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda ülkücülerin mezarlarıyla birlikte Deniz Gezmiş'in, Mahir Çayan'ın mezarlarını da saygı içinde ziyaret ederler. Bu gerçekten muhteşem bir tablo� Müthiş bir özgüven�
1991'in hemen başı� Bursa cezaevi savcısı, cezaevinde yatan ülkücü ve solcu tutukluların açık görüş hakkını kaldırınca soluğu orada alır. Yüksek bir yere çıkıp, solcu ve sağcı tutuklulara birlikte hitap eder. İşkencenin insanlık suçu olduğunu, solcu-sağcı fark etmeyeceğini, kime yapılırsa yapılsın, bu suçun karşısında olmak gerektiğini anlatır. Sonra Alevi bir solcu tutuklunun yaşlı annesiyle samimi bir sohbet eder. Moral verir. İçeri girer solcu tutukluları da ziyaret eder.

Yeri gelmişken, Muhsin Başkan ile olan bir hatıramı nakledip yazımı o şekilde bağlayayım.
Muhsin Bey 24 Aralık 1995 seçimlerine Anavatan Partisi listesinden girmişti. Seçimin ardından en çok merak edilen ne zaman ANAP’tan istifa edip yeniden BBP’ye dönecekleri konusuydu. Kendisine bu soruyu yöneltmek üzere seçimin üzerinden birkaç gün geçmeden kendisini o tarihlerde yapım ve sunuculuğunu üstlendiğim Bizim Kürsü programına davet ettim. Programın reklam arasında sohbet ederken, Sivas’ta ikinci milletvekilini çok az oy farkıyla kaçırdık dedi�
Kolayı var Sayın Başkanım dedim� Nasıl dedi� Alevi vatandaşlarımızın da bir insan olarak sizlere sempati ve ilgi duyduğunu tahmin ediyorum. Fakat sandık görevlileri partizan olur. Gerek sayımda, gerekse de tutanak tutup Seçim Kurulu’na sonuçları yansıtmada illa ki siyasi etik dışı bazı suiistimaller olur. Rastgele Alevi vatandaşlarımızın yoğun olduğu yerlerden 3�5 sandığa itiraz edin. Göreceksiniz belli oranda artış olacaktır dedim.
Ertesi günü akşam saatlerinde aradı. Osman Bey sayenizde bir milletvekili daha kazandık dedi. Daha sonra ne zaman karşılaşsak bunu hatırlatırdı.
İsmet İnönü’nün vefatının ardından Anıtkabir’in bir köşesine gömülmesi söz konusu olunca, kamuoyunda uzun süre bunu hak edip etmediği tartışıldı. Fakat Sayın Yazıcıoğlu’nun Türk Milleti açısından büyük değeri olan Tacettin Dergâhı’na defnedilmesine hiç kimse haklı olarak itiraz etmedi. Hayatını bu ülkenin tam bağımsızlığına ve ülküsüne adayan bu abide şahsiyete İstiklal Marşımızın yazıldığı mekânın avlusuna gömülmek çok yakıştı.

Ruhu Şad olsun. Allah şefaatlerine nail eylesin.

Not: Dünkü yazımda İHA muhabiri İsmail Güneş’in, 112 ile yaptığı telefon görüşmesinin son bölümlerinde, ''Bu adam kim yaaa..” dediğinin duyulduğunu, bu durumun kazanın etkisi ile oluşan ağır travma karşısında gerçekleşebilecek bir halüsünasyon mu olduğunu, yoksa gerçekten birini gördü mü? diye sormuştum.

Son olarak yeni birkaç soru sormak istiyorum. İHA muhabiri İsmail Güneş soğuktan korunmak için öldüğünü düşündüğü diğer kişilerin ceketlerini alıp 4 kat giyindiğine göre, acaba şarjı biten kendi cep telefonu yerine neden diğerlerinin cep telefonlarını kullanıp bir yerlere ulaşmayı denemedi? Bu telefonlar daha sonra bulundu mu? Bir diğer konuda, telefon görüşmesinde helikopterin içinde olduğunu söylüyordu. Kurtarma ekipleri oraya ulaştığında her biri sağa sola dağılmış insanlarla mı karşılaştılar, yoksa helikopterin içinde insanlar var mıydı?

Olayın suikast olabileceğini ima etmeye çalışmıyorum. Bana göre en büyük suikast, o hava koşullarında helikopterin kalkmasına ve sis bulutuna sürülmesine izin vermektir. Başkanı bile bile ölüme götürmektir Bir de şu var: BBP’nin demirbaşına kayıtlı helikopter olmadığı halde, haberlerde sürekli ‘BBP helikopteri’ demek ne oluyor acaba? Helikopterin ait olduğu firmanın gerçek sahipleri gizleniyor olmasın?

Kaynak: Prof. Dr. Osman ÖZSOY � Haber7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder