İyiliği emretmek ve Kötülükten sakındırmak
Cuma Hutbesi
Aziz ve muhterem Müslümanlar!
Her Müslümanın mükellef olduğu çok mühim bir vazife vardır. O da, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. Bu asırda devam eden müsbet cihad şekli budur. İyilikleri emretmek, zarar vermezse nasihatta bulunmak, iyi insanlara mahsus bir davranıştır.
Peygamberlerin açtığı bir çığırdır. Manevî bir cihaddır. İyi bir toplum elde etmenin tek yoludur. Kötülüklerin Önüne geçmek, iyiyi ve güzeli yaparak göstermek, iyi Örnek olmakla mümkündür. Bir Müslüman hayrı ve sabrı tavsiye ederken usûl ve kaidesine uygun olarak kötülüğü de engellemek mecburiyetindedir.
Kötülüğe manî olunmazsa kötülük işleyenler kendilerinde kuvvet bulurlar. Hiçbir mahzuru yokmuş gibi kötülük yapmaya devam ederler. Bunun içindir ki, Allahu Teâlâ, Müslümanlardan hem iyiliği emretmelerini, hem de kötülüğe engel olmalarını istemektedir.
Aksi takdirde kötülerle birlikte masumları da yakacak bir belâ, bir musibetin geleceğini haber vererek, "Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği zaman yalnız zâlimlere, kötülüğü işleyenlere mahsus kalmayıp masumları da yakar" buyurmuştur.
Evet, aziz mü'minler!
Umuma gelen musibetler ekseriyetin hatasından ileri gelmektedir. Şühedâ kanıyla yoğrulmuş bu mübarek vatanda işlenen günahlar; mukaddesatımıza, dinimize gösterilen hürmetsizlikler; gayrı meşru hareketler, zelzele ve anarşi gibi dehşetli musibetlere sebep olur.îman ve Kur'ân'ın en muhkem kalesi olan bu vatanın her köşesinde Allah'm gayretine dokunacak zulümler ve isyanlar işlenmektedir.
Devlet ve millet olarak vatanımızı istilâ eden bu günah askerlerine manî olmak lâzımdır. Yoksa İlâhî tokatların gelmesinden korkulur.
Bizden evvel bu dünya misafirhanesinde oturan millet ve ümmetlerin başlarına gelen belâ ve musibetlerin hepsi, işledikleri günah ve isyan yüzünden değil midir?
Aziz ve Celîl olan Rabbimiz, gizli işlenen günahlardan yalnız işleyeni mes'ûl tutar, masumlara azap vermez.
Fakat açıkta yapılan günahlara manî olacak güçtekiler engel olmazlarsa, "Neme lâzım?" diyerek vazifelerini yapmazlarsa o zaman zararı umuma dokunur.
Saadet asrında bir grup insan Resûl-i Ekrem'e (sav) gelerek sordular:
"Yâ Resûlallah! İçinde iyilerin de bulunduğu bir memleket helak olur mu?"
Bu soruya Efendimiz "Evet, helak olur!" buyurdu.
"Nasıl olur yâ Resûlallah?" diye sormaları üzerine, "İsyana, kötülüklere sükût etmeleri ve bu suretle dine ihanet etmeleri sebebiyle!" buyurdular.
Fahr-i Kâinat Efendimiz günahkâr bir kavmin nasıl helak edildiğini de şöyle haber veriyor:
"Allahu Teâlâ bir azap meleğine emretti: 'Filân kasabanın altını üstüne çevir!' Melek dedi: 'Yâ Rab! Onların içinde sana bir defa olsun isyan etmeyen filân zat vardır?' Cenâb-ı Hak ferman etti: 'Onu da, onları da altüst et! Zira onun yüzü bir defa bile kötülük yapan kimselere benim rızam için ekşimemiştir, kötülükten vazgeçirmeye çalışmamıştır! 'buyurdu."
Onun içindir ki, hadîs-i şerifte, "Sizden biriniz bir kötülüğün işlendiğini görürse, hemen onu eliyle bozsun. Eğer gücü yetmezse diliyle... Şayet buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzedip o işi reddetsin. Bu, îmanın en zayıf olanıdır" buyurulmaktadır.
Hadisin bize verdiği ders şudur:
İşlenen kötülüklere idareciler eliyle mâni olur; âlimler va'z u nasihatla, sözle mâni olur, halk da kalbiyle o kötülüğü reddeder, tepkisini gösterir.
Muhterem Müslümanlar!
Bu zamanda en mühim meselemiz manevî cihaddır, manevî tahribata karyşı sed çekmektir. Bununla dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. İyilerin çoğalmasına, kötülerin azalmasına, îmanların kurtulmasına çalışmaktır.
Bu zamanın en makbul cihadı olan, her mücahide yüz şehid sevabı kazandıracağı müjdelenen bu vazifeyi yapmaya mecbur ve mükellefiz. Bu manevî cihada nefsimizden başlamalıyız.
Nefsini ıslâh etmeyen, başkasını ıslâh edemez! İyiliği emretmeye kendi evimizden, ehlimizden başlamalıyız.
Bir aile reisi, yuvasındaki çoluk çocuğunu kötülüklerden korumuyorsa, işlenen günahlara seyirci kalıyorsa vazifesini yapmamıştır, mahkûm ve mağluptur. Aile reisinin vazifesi, aile hayatında İslâm'ı yaşamak ve yaşatmaktır. Gayr-ı meşru davranışlara mâni olmaktır.
Aksi takdirde dünyada ve âhirette cezası dehşetli olacaktır. Sonra kötülükleri önleme cihadımız, içinde yaşadığımız toplumda devam edecek.
"Bana değmeyen yılan bin yaşasın!" gibi bir zihniyet İslâm'da yoktur!
Komşumuzun evi tutuşmuş yanıyorsa, söndürmeye koşmak bize farzdır. "Neme lâzım?" diyemeyiz. Bize komşu da, köy de, şehir de, devlet ve millet de, herşey lâzımdır. İzzetli ve şerefli bir hayat birlikte yaşanır. Her Müslüman diğer bütün Müslümanların, vatandaşların malını, canını, namusunu korumakla vazifelidir. Tecavüzlere karşı koymalıdır.
Allah nzası için hâlis bir niyetle hayrı tavsiye edip şerlere mâni olmalıyız.
"Hayırlı insan, başkalarına hayrı dokunan insandır!" Unutmayalım!
Emr-i bilmâruf, nehy-i anilmünker vazifemizi yapmazsak ne olur?
Bunu hadîs-i şerifte geçen bir misalden öğrenebiliriz:
"Bir gemide yolculuk yapan müşterilerden bir kısmı ihtiyacı olan suyu temin için gemiyi delmeye teşebbüs etse, diğer yolcular 'Neme lâzım?' diyecek ve aldırmayacak olurlarsa hepsi birden batar! Fakat onun elindeki âleti alırlar, tahrip etmesine mâni olurlarsa hem kendilerini, hem de bu işe teşebbüs eden beyinsizlerin hayatını kurtarmış olurlar."
Evet, "Hakk'ın hatın âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez!"
Hakka tapan milletimizin en birinci vazifesi, Hakk'ı ve hakikati söylemek, îman ve Kur'ân'a hizmet vazifesini hakkıyla yapmaya çalışmaktır.
Gayret, müsbet hareket ölçüleriyle hizmet bizden; muvaffak etmek, insanlara kabul ettirmek Allah'tandır.
29 Mayıs 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder