Cündeb bin Cünabe
Arkadaşlarım, dostlarım, hısım ve akrabam ve kabilem! Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resülullah / Ben, iman ediyorum ki Allah'dan başka ilah yoktur ve Muhammed aleyhisselam, O'nun Peygamberidir. Puta tapmanız ise batıl ve gülünç bir ibadet şekli.
-O nasıl laf öyle ey Cündeb? Sözünü geri al! İlahlarımıza asla hakaret edemezsin! Yoksa sen de biz de onların gazabına uğrarız. Çabuk pişmanlığını dile getir.
- ......?!
-Olmaz! Söyleyen kim olursa olsun! Biz, putlarımıza hakaret ettirmeyiz. "Batıl" dediğin ibadet, atalarımızdan bize tevarüs etti... bu patlara onlar taptılar; gözümüzü açtık bunu gördük; biz de tapıyoruz. Sen şimdi hangi cesaretle ilahlarımıza saldırıyorsun?
Cündeb bin Cünabe, sevgililer sevglisi; can sevgili aziz Peygamberimizin yüksek huzurlarında İslamla şereflendikten sonra alemlerin efendisinin talimatı ile kavmini hidayete kavuşturmak için Gıfar kabilesine dönmüş ve şimdi onları toplanmış olarak en son dini ve onun itikadını bildiriyor ve çığırından çıkmış şu insanları sonsuz saadete davet ediyordu; Kitlenin taşkınlığını Gıfar kabilesi'nin reisi Haffaf yatıştırdı:
-Susun!!! Susun! Önce anlatacaklarını anlatsın. Sonra hükmümüzü veririz. Buyur ya Cündeb!
-... daha müslüman değildim. Bir gün Nuhem adlı putun içmesi için bir tas süt götürüp önüne koydum. Az ayrılıp geriye baktığımda manzara çok çarpıcıydı... bir köpek, sütün tamamını içtikden sonra bacağını kaldırıp Nuhem'i iyi bir ıslattı.
Bu nasıl ilah ki, karnı acıkıyor ve ancak kulların yardımı ile doyabiliyor? Bu nasıl ilah ki, bir köpekten bile sakınamıyor? Sizin tanrı bildiğiniz aslında bir heykelden başka bir şey değil! Aklı olan kendi eliyle yaptığına tapar mı?
Sözler, şimşek gibi çakıyordu. O az önceki kaynayan cemaat yavaş yavaş durulmuş ve son cümleleri, başları önlerinde dinlemişlerdi. Suç üstü yakalanmış insanlara benziyorlar...
Biri sordu:
-İyi de senin Peygamberin nediyor; neden bahsediyor?
-O mu? O, dünya durdukça eskimeyecek, devre geçmeyecek ve her zaman ve her mekanda kıymetini koruyacak olan cihan şümul ve çağlar üstü şeyleri bildiriyor.
Allah birdir... doğmamıştır, doğurmamıştır, yemez içmez ve ölmez. Allah, herşeyin haliki ve sahibidir. Benim Peygamberim, rengi, ırkı, mesleği, serveti, şeceresi ne olursa olsun bütün insanları işte bu Allah'a kulluk etmeye davet ediyor. benim Peygamberim, insanları iyilik yapmaya, zinadan kaçmaya, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten vazgeçmeye, köle, yetim ve fakirlerin hukukuna riayet etmeye ve şurada sayamayacağım daha nice güzelliğe çağırıyor... O, Resul olmadan önce de milleti nezdinde Muhammed'ül Emin olarak şöhret bulmuştur. Emirdir ve doğrudur. Bütün ilahi kitaplar, bütün Peygamberler, O'nun son nebi olarak kainatı şereflendireceğini haber verdiler. Size atalardan da kalsa bozuk bir dini terkederek son ve en üstün din olan İslamiyeti kabule gelin diyorum...
Kısa bir essizlik oldu. Sadece uçuşan kuşlar ve koşuşan hayvanlar duyuluyordu.
Kim bu Cündeb? Veya tam ismi ile Cündeb bin Cünabe? Cündeb, Sevgili Peygamberimizin, sallallahü aleyhi ve sellem müslüman olduktan sonra kendisine "Ebu Zer" künyesini verdikleri büyük sahabi Ebu Zer GIfari radıyallahü anh...
Gıfarlar, Mekke kervanının yolu zerindeki bir yeri yurt ednmiş, gelip geçen ticaret kervanlarını, insanları yağmalayan, ellerinde avuçlarında ne varsa alan putperest ve şerli bir dağlı kabile...
Cündeb, iri-yarı, güçlü-kuvvetli bir Gıfarlı. Cesur ve atılgan biri.
Gücü-kuvveti ve cesareti ile kabilenin en namlı yiğidi... işte bu yiğit adam, hilkatindeki saffet sebebi ile düşüne düşüne, yapılan şu soygun ve çapulculuktan da, ilah zannedilen şu heykellerden de içten içe soğuyarak nefrete başladı. Ve uzlete çekildi. Cündebe göre yaratıcı tek olmalıydı. O yüzden sık sık "Lailahe illahllah diye bir cümleyi terarlıyor. Bu münzevi hayatı üç sene sürdü... Allah'a götürecek rehberi arıyor.
O'nu böyle her şeyden habersiz olarak Allah'tan başka ilah yoktur" dediği günlerde Efendimiz'e de Peygamber olduğu bildiriyor. İslamiyet, nur çemberleri halinde halka halka genişleyerek yayılıyor.
Bir gün Mekke'den, biri, Gıfar kabilesine geldi ve bir tesadüf eseri Cündeb bin Cünabeyi de gördü... Cündeb arada bir "la ilahe illallah" diyor; misafir şaşkın:
-Mekke'de biri var; senin bu söylediğin cümleyi o da söylüyor. Peygamber olduğu iddiasında.
Cündeb pürdikkat adama döndü:
-Hangi kabileden?
-Kureyş...
Şöhretli bir şair olan kardeşi Üneys'i buldu ve hemen Mekke'ye giderek sağlıklı bir haber toplamasını istedi...
Üneys, Mekke'ye vardığında Sevgili Peygamberimizi gördü, sohbetinde bulundu ve ihsanlarına nail oldu... hayranlığı çok büyük ama henüz müslüman değil. Tekrar ağabeyine geldi:
-Neler öğrendin Üneys?
-Çok büyük bir zat. Hep iyilikleri emrediyor ve kötülükleri yasaklıyor.
-İnsanlar O'nun hakkında ne diyor?
-Şair, kahin, sihirbaz gibi şeyler söylüyorlar... Ama yalan; çünkü sözlerini bütün şairlerin mısraları ile mukayese ettim; hiç alakası yok. Kahin ve sihirbaz benzetmeleri ise sadece iftira.Tebliği her sözünden üstün. Ve hiç bir söze benzemiyor. Bana kalırsa dedikleri hep doğru...
Öyleyse bizzat gideyim... dedi ve eline değneğini alıp bir çıkına bir miktar yiyecek koyarak yola çıkarken Üneys ikaz etti:
-Aman orada dikkatli davran. Çünkü düşmanları çok azgın.
Gerçekten bu sırada müşrikler, garip, kimsesiz, ve fakir mü'minlere tarihin görebildiği en amansız işkencelere başlamışlardı...
Bu yüzden Cündeb Mekke'ye geldiğinde kimseye birşey soramadı. Kabeye gitti. ve orada beklemeye başladı. Ne yapacağını, O'nu nasıl bulacağını bilmiyordu. Üç gün üç gece burada bekledi. Bu zaman içinde yiyeceği bitmişti. Zemzem içmeye başladı. Hayret! Bu su kendisinin hem susuzluğunu gideriyor hem de doyuruyor. Üçüncü gün Hazret-i Ali ile tanıştı. Ali radıyallahü anh'a itimat edip zarar vermeyeceğini anlayınca geliş sebebini açıkladı...
Hazret-i Ali:
-Doğruyu buldun. Akıllı insanmışsın. Ben şimdi o zata gidiyorum. Sen de beni arkadan takip et. Yolda zararı dokunacak bir kafir görürsem pabucumu düzeltir gibi yapar ve bir duvar dibinde dururum. Sen yoluna gidersin.
Sokağa çıktılar. Oh şükür ki kimsecikler yok.
İşte o an! Cündeb'in üç yıldır aradığı rehberi bulduğu unutulmaz an. Devlethanede ve Allah'ın Resulünün huzurunda:
-Esselamü aleyküm!
...Bu, dinimizde ilk verilen selam ve Cündeb de ilk selam veren insan.
Peygamberimiz:
-Allah'ın selamı senin de üzerine olsun, diyerek kim olduğunu sual buyurdu.
-Gıfar kabilesinden efendim.
-Ne zamandan beri Mekkedesin?
-Üç gün üç gece...
-Ne yiyip ne içtin?
-Azığım bitince zemzemden gayrı bir şey bulamadım. Ondan içtim, hem suya kandım hem karnım doydu.
-Zemzem mübarektir...
Daha sonra Cündeb bin Cünabe, Sevgili Peygamberimizden nasıl Müslüman olacağını sordu. Resulullah, kelime-i şahedet'i okudular. Ebu Zer Gifari de tekrar ederek mü'min ve sahabi olma yüce şerefine kavuştu... hiç bir telkin, davet ve cebir olmadan kendiliğinden islamiyete koşmuştu. Ebu Zer radıyallahü anh, Müslüman olunca da doğru Kabenin yanına vardı ve bağıra bağıra:
-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammedün Resulullah!!!
Arının deliğine çöp dürttü... müşrikler, aç kurtlar gibi üzerine atılarak kainatın bir tanesini görmeye ve islamiyeti bulmanın cezbesini yaşayan büyük kahramanı taş, sopa, kemik parçaları ile döve döve kanlar içinde bıraktılar.
Ebu Zer radiyallahü anh'ı ellerinden Abbas güçlükle kurtardı:
-Ne yapıyorsunuz siz? Bu adam, kervan yolumuzun üzerinde bulunan bir kabileden. Bir daha oradan nasıl geçersiniz?
İçindeki aşk ateşi ile hiç bir şeyi görmüyordu. Bir sonraki gün yine aynı yerde bağırarak ilayı kelimettullaha hizmet ediyordu.
Yine kafirlerin hücumuna uğrayıp ağır biçimde hırpalandı... Bu defa da Abbas, imdadına koşmuştu.
....
Sevgili Peygamberimiz, Ebuzer radiyallahü annnh'ı huzura kabul ederek kimseye bir şey belli etmeden artık yurduna dönmesini ve islamiyeti orada yaymasını emrettiler.
Beşeri güç-kuvvet ve cesareti, İslamın aşkı ile hedefin bulan mübarek sahabi Peygamberinden emir ve talimatı alınca doğru kendi diyarına gelmiş ve kabilesini tolayarak onları müslüman olmaya çağırıyordu.
En seçkinlerinden biri olan Cündeb'i dinleyen Gıfarlılar, çarpıcı misallerle dinlerinden ve taptıklarından utanmaya başlamışlardı... bir köpekten bile hakaret gören tanrı! Öyle şey mi olur? En evvel kabile reisi Haffaf, mümin olduğunu açıkladı, ardından Ebu Zer'in kardeşi Üneys ve daha bir çoğu... Ebu Zer'de sevinç büyük, gözlerinin içi gülüyor.
Vurguncu, soyguncu, insan kıymeti bilmez mbir oymaktan gök kubbenin en şahane yıldızları gibi muhteşem insanlara... Kalbe iman nurunu düşmesi ile her şey, her şey değişiyor.
Büyük taktik...
Mekke'de ağır ağır gelişen İslamiyet, Sevgili Peygamberimizin ince startejisi ile çevrede süratle yayılmaya başlıyordu.
22 Mart 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder