21 Mart 2009 Cumartesi

Sevgili Peygamberimizin hayati - ve Dede de öldü

ve Dede de Öldü

GER DİLERSİZ BULASIZ ODDAN NECAT

AŞK İLE ŞEVK İLE EDİN ES-SELAT

(Mevlid'den)


Abdülmuttalib, ömrünün son günlerinde. Ölüm, ona bir nefes yakınlığında, bir gölge uzaklığında...
Büyük göçün ilk habercisi donup kalan göz kapakları.

Olsun!...

Ölüm, kendisine nefesi kadar yakın, gölgesi kadar uzak olsun. O, bunu düşünmüyor. Doğmak, ölmeye aday olmak değil mi? Herkes gibi yalnız ölecek. Oniki oğlu, altı kızı, şu kadar torunu, şu kadar akrabası hatta sadık bir milleti de olsa yalnız, yapayalnız. Bunun derin şuur ve güleryüzlü teslimiyetinde. Çünkü hayatı sonsuzluğa dönük olarak geçti. Beklenmedik bir anda ölebileceğini, hesap melekleri ile yüzyüze kalabileceğini unutmadı.

Abdülmuttalib, ölüm endişesinde değil. O'nun aklı fikri torununda. Hamisi vefat edince, bu sekiz yaşındaki yavru ne olacak?

Baba yüzü görmemiş, annesine doymamış; O gül yüzlü, gül gülüşlü,dededen sonra kimsiz, kimsesiz kalmamalı. İncelikler menbaı müstesna kalbi kırılır da o iri iri güzel gözlerdenuzun siyah kirpikler, bir damla yaşı süzerek toprağa düşürürse; bu, o toprağın felaketi olmaz mı; bu o toprağı yakıp kavurmaz mı?

Evladları huzurunda... hepsi gelmiş; hepsi orada. Herkeste dönülmez bir yolculuğa çıkacak baba için büyük bir hassasiyet ve dikkat. Bir adam, az sonra ölecekse orada susmak en anlaşılır kelamdır... başlar öne düşmüş, yaşlarla herelenen gözler yerde, renk uçuğa yakın.

Ah ölüm!.. Ah ayrılık perdesi!... Ah büyük mecburiyet!

Abdülmuttalib, sakin ve telaşsız. Bir gün sonra geri gelecekmiş kadar tabii... elinin biri Peygamberler Peygamberinin omuzunda olduğu halde konuşmaya başladı. Tesirli ve insanın ta içine işleyen ustalıkla seçilmiş kelimeler:

Benim için göç zamanın geldiği anlaşılıyor. Sizlerden ayrılıyorum... kim ayrılmadı ki Abdülmuttalib kalsın? Yegane düşüncem şu yetim. O'na hizmet için biraz daha ömrüm olmasını ne kadar isterdim. Fakat imkansız. Ezelde takdir edilen günlerim tükeniyor. İçim, varlığı çok büyük bir nimet olan yavrumun hasreti ile alev alev. O'nu birinize emanet etmek istiyorum. Acaba hanginiz yeğenini yanına alarak, üzüp incitmeden hizmet edeblir? öyle dikkatle himaye edilecek ki, bir defa bile kırılıp darılmayacak.

En evvel söz alan Ebu Leheb oldu:

-Ey arabın kudretli önderi! ömrün uzun duan kabul olsun. Eğer çocuğu yanına vermek için aklından geçen bir isim varsa ne ala. Ama böyle bir kararın yoksa, ben istiyorum. Arzuna uygun bakacağımdan emin olabilirsin!..,

-Evet, Ebu Leheb! Senin malın mülkün gani. O'nu görüp gözetirsin... Ama kalbi katı ve merhameti az bir insansın. Yetimler ise yaralı kalbli olur ve çabuk incinirler.

Abdülmuttalib, Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, İslamiyeti yaymaya başladığında, O'nun en büyük düşmanı olacak Ebu Leheb'i, ta o günden firaseti ile teşhis ediyordu...baba, evladına katı kalbli ve merhametsiz olduğunu ölüm vaktinin o zor demlerinde bile, tereddütsüz hatırlatırken ne kadar haklıydı.

Bıçak gibi keskin bu sözler üzerine Ebu Leheb, diz çökmüş olduğu Abdülmuttalib'in önünden, asabi ve huzursuz olarak geriye çekildi.

İkinci istekli Hamza oldu:

Babacığım bana emanet eder misin?

-Bu şerefe en fazla layık olan sensin. Ne var ki çocuğun hiç yok. Evlad sahibi olmayan için çocuk halinden anlamak zor olur.

-Abbas:

-Öyleyse bana ver babacığım!...

-Sen de çok layıksın ama çocukların fazla. Bir babanın, kendi evladları dururken onlarrı bırakıp başkası ile alakadar olması kusurdur.

Ebu Talib:

-Onun yetiştirmek için ben herkesten daha fazla arzuluyum. Ama ağabeylerim dururken onların önünne geçemezdim. Gerçi malım, mülküm az. Yoksul sayılırım. Lakin sevgi ve ilgim herkesten ileridir.

-Bu değerli hizmet senin olmalı. Bununla beraber, her işimde O'nunla istişare eder ve işaretine göre hareket ederim. Bu usule hep doğru sonuçlara vardım.Şimdi de kendisi ile meşveret edeceğim. Kimi seçeceğini bizat tayin etmeli, dedi ve Resulullah'a döndü:

-Ey varlık hikmetim! İçim sevginle dolu olarak ahiret yolundayım... Artık senden mahrum kalıyorum. Amcalarından hangisinin manevi babalığını tercih edersin?

Dalgalı siyah saçlı, karakaşlı, karagözlü, kırmızının güzelleştirdiği beyaz yüzlü çocuk, bir anda koşup kollarını Ebu Talib'in boynuna doladı. Efendimiz, babası Hazret-i Abdullah'la anne bir kardeş olan Ebu Talib'i seçmişti.

Abdülmüttalib memnun...

-Allah'a hamdolsun! Netice isteğime uygun tecelli etti, dedi ve devamla:

-İyi dinle Ebu Talib! Bu narin yavru, ana-baba şefkatinden mahrum kalmıştır. O'na göre davran. Seni kardeşlerinden üstün tuttuğum için, yüksek emaneti ihtimamına bırakıyorum.O'nun babası ile sen, aynı anadan doğdunuz. Öz canın kadar aziz bil ve sıkı koruyup kolla. Yeğeninin Peygamberlik günlerini idrak edersen, alemşümül da'vetine mutlaka tabi ol! Bunlar sana baba vasiyetidir. Kabul ediyor musun?

Kabul ettim. Allah, gizli ve aşikar her şeyi bilir.

-Elini uzat, dedi Abdülmuttalib. Elini uzat ki bu yüce emaneti sana bizzat teslim etmiş olayım. Sonra Ebu Talib'in elini sıktı ve torununu yanına alarak, kainatın en güzel başını ve en güzel gözlerini öpüp kokladı:

-Şahid olun ki, ben cihanda bundan daha güzel bir koku ve bundan daha güzel bir yüz görmedim!...dedi ve kızlarını etrafına cağırdı:

-Öldüğümde benim için nası bir mersiye okuyacağınızı merak ediyorum. Haydi şimdiden söyleyin ben de işitmiş olayım!...

Sevgili Peygamberimizin altı halası bir ağızdan fasih arapçaları ile şu anlamda dokunaklı bir ağıt yaktılar:

-Cömert, hürmete ve itaate layık / Edebli, nazik ve güzel ahlaklı /Cesur, adil, iyiliksever / Asil soylu, heybetli, tatlı sözlü, şerefli /En şerefli şüphesiz/ Şeref bir inasanın dünyada ebedi kalmasına yetseydi / O elbette yüksek şerefiyle yaşayıp gidecekti.

Ve dede de öldü.

Kızlarının bahar rüzgarı gibi hafif ve yumuşak sesleri, kulaklarına dola taşa bu fani alemden çekilip gitti. Ve Sevgili Peygamberimiz, sallallahü ve sellem, bir daha öksüz kaldı.

Abdülmuttalib'in vefat haberi, Mekke'yi şöyle bir dalgalandırdı. Alışveriş bile durdu ve çarşı günlerce kapalı kaldı.

O güne kadar kimseye gösterilmeyen bir hürmetle ceset sidre yaprağının suyu ile yıkandı ve Yemen kumaşından iki parça kefene sarılarak misk sürüldü.

Kureyş ahalisi, engin hürmet ve bağlılıklarından dolayı emirlerinin tabutunu eller üzerinde uzun uzun taşıdıktan sonra, kabristan yoluna girdile. Tabutun hemen arkasındakilerin arasında azizler azizi de var. Buğulu bakışları ayak ucunda yumuşak adımlarla yürüyor.

Tabutunu el üstünde, sevgisini kalblerde taşıyan kalabalık, Hacun mezarlığında.Abdülmuttalib, büyük dedesi Kuseyy'in yanına defnedildikten sonra alay, Mekke'ye dönüyor.

O, kabirde meleklere ömrünün hesabını vere dursun. Biz gelelim bu er kişiyi nasıl bildiğimize:

Meşhur ismi ile Abdülmuttalib denen Şeyb'de kızlarının okuduğu şiirdeki bütün iyi haller fazlası ile mevcuttu...

Uzun boylu, heybetli, iri başlı, yakışıklı bir vücut... Vücudu akıl, terbiye, sabır, dürüstlük, misafirperverlik, mertlik ve anlayışla süsleyen bir güzel ahlak.

Ve cömert.

Sedece fakir fukaraya değil, dağda ovada, aç-susuz kalan kurdu kuşu bile aratıp bulduran ve onları doyuran bir tabiat.

İsmail aleyhisselamın dini üzre ibadet eden takva sahibi bir mü'min. Üç aylara hürmet gösteriyor. Ramazan ayı gelince Hira dağında inzivaya çekilen ilk insan.

...akraba ve milleti ile yakından alakalı; kimsesiz ve düşkünlerin sahibi, zulüm ve haksızlığın hasmı.

Abdülmuttalib'in bütün bu güzel huylarından dolayı Kureyş kabilesindeki lakabı "İkinci İbrahim"...

İkinci İbrahim. Yani Allah dostu İbrahim aleyhisselam halkatinde biri. Bir insana rütbe olarak bundan başka ne lazım gelir ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder