26 Mart 2009 Perşembe

Sevgili Peygamberimizin hayati - Sen Siddiksin

Sen Sıddıksın

Sevgili Peygamberimiz, yeniden Burak'a binerek Mekke istikametine uçtu. Giderken yolda karşılaştıkları kervandan bir deve Burak'ın aniden görünmesi ve rüzgarından ürküp yere yıkıldı. Seyyidil Mürselin, Ümmü Hani'nin evine gelince Burak da ayrılıp kayboldu. İçeri giren büyük Peygamber leğendeki abdest suyunun hâlâ çalkalanmakta ve yatağının soğumamış olduğunu gördü. Ümmü Hâni de dışarıda herşeyden habersiz uyuyordu.

Mekke'den Kudüs'e, Kudüs'ten yedi kat göklere; Arş, Kûrsi, Ruhlar âlemi, Kâbekavseyn makamına gitmek; Cennet, Cehennemi gezmek yani Mirac mucizesinin tamamı tek ân içinde olmuştu. Öyle kısa bir zaman ki "ân" bile aslında mânayı ifade etmiyor.

Her şeye muktedir olan Cenab-ı Hak Resulüne uyanık olarak ve dünya gözü ile böyle bir mucizeyi yaşatmıştı.

Recep ayının yirmiyedinci Pazartesi gecesi vuku bulan zamanın zamansızlık noktasındaki bu büyük mucizeyi Resulullah ertesi sabah Kâbe yanına giderek yine risalet görevinin icabı oradakilere anlatıp onları islam dinine çağırmak istedi! Fakat müşrikler, her şeyi akıl ve mantık süzgecinden geçirdikleri için duyduklarından müthiş şekilde şaşırdılar..

Böyle şey olur mu? Mekke ile Kudüs arası bir aylık yol! O ise bir gecede bu kadar yola gidip-geldiğini söylüyor... Kahkahadan karınlarını tuta tuta gülüyorlar. Şamata gürültü diz boyu.

-Amma laf! Bir aylık yolu bir gecede git gel.

-Peygamber ya! Bizi akılsız sayıyor... Yoksa böyle bir sözü nasıl söyler.

-Hadi Ebu Bekr'e gidelim. Efendisinin dediğini haber verelim; bakalım böyle olmayacak bir iddiaya ne diyecek.

-Ebu Bekr akıllıdır, O'nun bir yalancı olduğunu artık kabul eder.

Hazreti Ebu Bekr'in kapısındalar; telaşla kapıyı çalıyorlar. İslamın büyük kahramanı kapıda görünüyor. Soran gözleri müşriklerin üzerinde:

-Hayırdır...

-Şer şer... Bak efendin işi nerelere kadar vardırdı.

-N'olmuş efendime?

-Sen bilirsin; Mekke-Kudüs arası kaç günlük yoldur?

-Bir ayda alınır.

-Yaşşa Ebu Bekr. Ne doğru söyledin.

-Ama Muhammed ne diyor biliyor musun?

Sevgili Peygamberimizin ismi geçince Ebu Bekr, radıyallahü anh, dikkat kesildi.

-Ne diyor?

-Bu gece, bir anlık zçaman içinde Kudüs'e gidip geldim, diyor.

-Hem sadece Kudüs'e değil; yedi kat göklere de gitmiş güya!.

Beklediler ki kendileri gibi Hazreti Ebu Bekr'de aklın dar kalıplarını aşamasın; ama O, en büyük hürriyetin teslimiyette olduğuna inanıyordu. Cevabı ile müşrikler buzdan hayret heykelleri haline geldi:

-O diyorsa doğrudur!!! Bir ânda gidip gelmiştir...

Müşrik kalabalığı şimdi renklerden renk beğenerek alı al, moru mor olmakla serbestler... Fakat bunlar mahcup olmaktan da nasipsizler, şu dediklerine bakın!

-Bu Muhammed sandığımızdan da kuvvetli bir büyücü. Baksanıza daha biz varmadan Ebu Bekr'i kıskıvrak tesirine almış. yoksa saçma bir iddia karşısında böyle konuşur mu?

Üstün faziletler ve yüksek ihlas sahibi büyük sahabi Ebu Bekr radıyallahü anh, efendimiz kapıyı çekerek içeri girdi. Dışarda kalan müşrikler söylene söylene dağıldılar. Biraz sonra Hazreti Ebu Bekr, elbisesini değiştirerek Kâbe-i Şerife geldi. Erişilmez basireti ile Sevgili Peygamberimizin büyük bir mucizeyi yaşadığını anlamıştı. Daha yaklaşırken, gül kokan kelimeler inci dişlerinin arasından ak güvercinler misali uçuşmaya başladı. Bir bayramı kutlayan mümindeki güzelim sevinci yaşıyordu:

-Bugüne kadar ne dediysen doğru dedin. Şimdi de ne diyorsan hep doğrudur. Yarın diyceklerinin doğruluğuna da iman ediyorum. Sen Muhammedül Eminsin. Sen her bakımdan üstün ve kusursuz bir Hak Peygambersin. Sen, öz canımızdan, ana-babamızdan, evlatlarımızdan dah azizsin. Seni bunlardan bile daha çok seviyoruz. Her şeyimiz uğruna feda olsun. Bizlere senin gibi bir Peygamberi lutfettiği için Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler olsun.

Kelimeler arabçanın mükemmel kudreti ile gürül gürül akıyordu.

Sevgili Peygamberimiz, eşsiz dostu tatlı bir tebessümle dinledi. Ebu Bekr'in sözlerinin kalbine rahatlık verdiği belliydi. O'nun gösterdiği muazzam iman ve tasdiki zayıf inançları yüzünden sarsılan bazı müminleri de toparlamıştı. Müşrikler, Hazreti Ebu Bekr'in sözlerinden iyice sinirlendiler.

-Peki, dediler, sözlerinin isbatı nedir?

Efendimiz,

-Dönüşte bir Kureyş kervanına rastladık. Bir deve Burak'ın rüzgarından ürkerek yere yıkıldı. Başka bir kervanın sularından aldım. Yine yoluma çıkan bir kervandan kaçan bir deveyi tekrar kafileye kattım.

-Hayır! Bunlar kâfi değil! İnanmıyoruz! Bize Mescid-i Aksa'yı anlatacaksın! Müdahaleyi Ebu Cehil yapmıştı.

-Evet Ebu Cehil doğru diyor.

...ve başladılar suallari sıralamaya... Mescid'in kubbesi nasıl, kaç sütunu var, pencerelerinin şekli, sayısı, kapısı, binanın rengi gibi...



Evet O mübarek Peygamber Mascid-i Aksa'ya gitmişti... Bu bir hususi ziyaret değildi... Sonra seyahat gece olmuştu ve en mühimi de bunlar Resulullahın ahlakına aykırıydı. Zira O, edebinden karşısındakinin yüzüne bile bakmazken nerede kaldı ki bir mimar gibi mescidi tedkik buyursun.

Ama O bir Peygamberdi ve kendisini imtihana yeltenen şu insanlara elbette cevabı verilecekti. Cenab-ı Hak ânında Cebrail aleyhisselamı sevgilisinin yardımına koşturdu...

Cebrail, Efendimiz için Mescidül Aksa'nın görüntüsünü yalnızca O'na görünecek şekilde hazır etti.. Görüntüye bakan Peygamberimiz her suale tek tek cevap veriyordu...

Kudüs'e ve Mescidül Aksa'yı çok iyi bilen Hazreti Ebu Bekr, Resulullahın her cevabı üzerine:

-Doğru diyorsun. Senin Hak Peygamber olduğuna bir kere daha iman ediyorum!

Diyerek efendimizi tasdik ediyor, müşriklerinse üzüntüden kan beyinlerine sıçrıyordu.

Sevgili Peygamberimiz son suali de cevaplandırdıgında büyük dostu yine aynı sözü tekrarladı.

Ahir zaman Peygamberi, Ebu Bekr, radıyallahü anh'ın mübarek ve nurlu başına cihanın en değerli manevi tacını oturttular. Zira O, bunu muhteşem imanı ile gerçekten haketmişti:

-Sen Sıddıksın...

Müşrikler ne yaptı? Onlar "Bu işde bir sihir var" diyerek yine iman etmediler. Halbuki İblis, lanetlenmiş bir mahluk olduğu halde bir ânda dünyanın ucundan diğer ucua yetişirken, Allah'ın Sevgilisi olan en büyük Peygamber niçin kısa bir zamanda Kudüs'e ve göklere yükselmesin. İnsaf ve mantık damarları dumura uğramış olanların bunu kabul etmesi elbette beklenemez.

Zındıklarla Sıddıklar bir kere daha ayrılıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder