28 Şubat 2010 Pazar

HARAMA DÜŞMEMEK İÇİN ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAKLAŞMAK: VERÂ

HARAMA DÜŞMEMEK İÇİN ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAKLAŞMAK: VERÂ
28 SUBAT 2010 PAZAR

...Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

Allâhü Teâlâ şöyle buyurur: "Kulum! Sana farz kıldık­larımı edâ et ki, insanların en âbidi (çok ibâdet edeni) olasın. Sana yasakladıklarımdan uzak dur ki, insanların en verâlısı (harama düşmek korkusu ile şüpheli şey­lerden uzaklaşan) olasın. Sana verdiğim rızka kanâat et ki, insanların en zengini olasın."

Resûlullâh (s.a.v.) Hz. Ebû Hüreyre'ye (r.a.) şöyle bu­yurdu: "Verâ sahibi ol, insanların en âbidi (çok ibadet edeni) olursun."

Hasan-ı Basrî (r.h.) şöyle buyurdu: "Zerre mikdarı verâ, onun bin katı (nafile) oruçtan ve namazdan daha hayırlıdır."

Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle buyurmuştur: "Yarın (kıya­met gününde) Allah'ın meclisinde olacak olanlar, verâ ve zühd ehli olanlardır."

Allâhü Teâlâ, Musa aleyhisselâma şöyle vahyetmiş-tir: "Bana yakınlaşan kullarım, verâdan daha üstün bir şeyle bana yakın olamazlar."

Mârifetullah ehli bâzı âlimler buyurdular ki: "Şu on şeyi kendisine farz olarak görmeyen kimsenin verâ'ı tamam olmaz:

1- Dilini gıybetten korumak,

2- Alay etmekten kaçınmak,

3- Sû-i zandan kaçınmak,

4- Gözlerini harama kapamak,

5- Sözü doğru olmak,

6- Kendini beğenmiş olmamak için Allah'ın in'âm ve ihsanlarını düşünmek ve mülâhaza etmek,

7- Malını hak yolda harcamak, bâtılda (boş yere) har­camamak,

8-Kendisi için büyüklük ve üstünlük istememek,

9- Namazlara devam etmek,

10- Ehl-i sünnet ye'l-cemâat (îtikadı) üzere istikâmet (dosdoğru olmak) (İmâm-ı Rabbani, Mektubat 2/66)

27 Şubat 2010 Cumartesi

DİN FITRÎDİR

DİN FITRÎDİR
27 SUBAT 2010 CUMARTESİ

İnsanlar, din duygusu ile doğar, hattâ dinsiz yaşamak isteyenler bile bunaldıkları zaman bir dine sarılmaktan kendilerini alamazlar. Onun içindir ki âlimler 'İnsanların dinsiz yaşaması mümkün olamaz.' demişlerdir. Çünkü din, ruhların gayet lüzumlu bir gıdası, değerli bir ihtiyâ­cıdır. İnsanlığı ıslah eden dindir. Musibet ve felâket za­manlarında insanın sığınabileceği şey din nimetidir. Din, her iyiliğin mayası, adalet ve insaniyetin gayesidir.

Zamanımıza kadar gelip geçen insanlar arasında eğri doğru nice dinler ortaya çıkmıştır. Ancak Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) bizlere öğretmiş olduğu din, bütün dinlerin sonuncusu ve en üstünüdür. İnsanları kurtaracak dünyâ ve âhiret saadetlerine erdirecek din, İslam dinidir. Kur'ân-ı Kerîm'de meâlen 'Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır...' (Âl-i İmran Sûresi, âyet 19) buyuruluyor.

İslâm, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.); İtikatta, amel­de, ahlâkta bizlere beyân ve tebliğ ettiği, ulaştırdığı şeylerdir.

İtikâd, amel ve ahlâkta Peygamber Efendimiz'in tarif buyurduğu gibi olmaya çalışmalıyız. Dinimiz bizim için büyük bir nimet, şeref ve saadettir.

CEMÂATLE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ

CEMÂATLE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ
27 SUBAT 2010 CUMARTESİ

Übeyy bin Ka'b (r.a.) şöyle nakleder: Bir gün Resû­lullâh (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı ve: "Falan burada mı?" buyurdu. 'Hayır' dediler. 'Falan burada mı?' buyurdular. 'Hayır' dediler.

Bunun üzerine şöyle buyurdular: "Yatsı ve sabah na­mazı, münafıklara en ağır gelen namazlardır. Bunlarda olan fazileti bilseydiniz, o namazlara, dizlerinin üzerinde emekleyerek de olsa gelirdiniz. Birinci saf meleklerin safı gibidir. Birinci safın faziletini bilseydiniz ona koşardınız.

Bir kişinin diğer bir kişi ile cemaat olarak kıldığı namaz-(ın sevabı) tek başına kıldığı namazdan daha fazladır. Bir kişinin iki kişi ile beraber cemaat olarak kıldığı namaz bir kişi ile kıldığı namazdan daha faziletlidir. (Cemaat) çoğal­dıkça bu Allâhü azze ve celleye daha sevimlidir.

26 Şubat 2010 Cuma

ABDESTİN FAZİLETİ

ABDESTİN FAZİLETİ
26 SUBAT 2010 CUMA

Ebû Hureyre'den (r.a.) nakledilmiştir: Bir gün Resû­lullâh (s.a.v.) kabristana geldiler ve "es-Selâmü aleyküm dâre kavmin mü'minîn ve innâ inşâallâhü biküm lâhikûn" diye selâm verdi ve "Kardeşlerimizi görmeyi ne kadar da çok arzu ederdim." buyurdular. Ashâb-ı kiram:

"Biz senin kardeşlerin değil miyiz, yâ Resûlallah?" dediler. Resûlullâh (s.a.v.):

"Sizler benim ashâbımsınız. Kardeşlerimiz ise henüz (dünyâya) gelmeyenlerdir." buyurdular. Ashâb-ı kiram:

"Ümmetinizden henüz (dünyâya) gelmeyenleri nasıl tanıyacaksınız ey Allah'ın resulü?" dediler. Resûlullâh (s.a.v.):

"Düşünün ki bir adamın, ayakları ve yüzü beyaz olan atları var. O bu atları hepsi simsiyah olan atlar içinde tanımaz mı?" buyurdu. Ashâb-ı Kiram:

"Evet, tanır yâ Resûlallah!" dediler. Resûlullâh (s.a.v.):

"İşte onlar da abdestten dolayı böyle abdest azaları beyaz oldukları halde gelecekler. Ben onlardan önce ha­vuzumun başına varacağım. Dikkat edin, birtakım kimseler kayıp develerin kovulduğu gibi benim havuzumun başından kovulacaklar. Ben onlara: 'Gelin', diye seslene­ceğim. Bunun üzerine bana, "Onlar senden sonra (dinde) değişiklik yaptılar." denilecek. Ben de (Öyleyse) uzak ol­sunlar! Uzak olsunlar, diyeceğim." buyurdular.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER
26 ŞUBAT 2010 CUMA

1872'de İstanbul'a gelip incelemelerde bulunmuş olan Fransız yazar Paul Eudel, 1885'de neşredilen ma­kalesinde:

"İnsana heyecan veren ulvî bir âdet gereğince cami­ler, seyâhata çıkacak kimselerin her türlü ticarî senetleri ve hisse senedleriyle kıymetli eşyalarını emânet olarak bırakmalarına her zaman açık bulunur. En eski devir­lerden beri hiçbir zaman bu emânetlerden herhangi bir şey çalınmış olduğu görülmemiştir. Bizim memleketler­ de hırsızların bu kadar insaflı davranacaklarını söyle­ yemem!" demiştir.

BERCESTE

BERCESTE
26 SUBAT 2010 CUMA


"Dünyamızı yamadık, yırtarak dinimizden


Din de gitti dünya da gitti elimizden."


(İbrahim bin Edhem k.s)

PEYGAMBER SEVGİSİ

PEYGAMBER SEVGİSİ
26 SUBAT 2010 CUMA

Hz. Muhammed'e (s.a.v) iman etmek farzdır. İmanın şartlarındandır. Ona iman etmeyen, peygamberliğini kabul etmeyen mümin değildir.

Her insanın onun, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehadet etmesi, onun Rabb'inden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve ondan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, onu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

Hz. Peygamber'i sevmek, her mümin için en gerekli taatlerden biridir. Zira sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

"Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe (tam) iman etmiş olamaz" (Buhârî).

Hiç şüphesiz ki Allah sevgisinden sonra sevgiye en layık olan Hz. Muhammed'dir (s.a.v). Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Âl-i İmrân 3/31).

25 Şubat 2010 Perşembe

MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN

MEVLİD KANDİLİNİZ KUTLU OLSUN
25 SUBAT 2010 PERSEMBE

Photobucket

AYISIGI BLOG olarak sevgili okurlarimizin,
ziyaretcilerimizin ve tüm İslam aleminin Mevlid kandilini kutlarim.
Hz. ALLAH dualarinizi kabul etsin. Amin...
Saygilarimla
Blog Editörü

MEVLİD KANDİLİ

MEVLİD KANDİLİ
25 SUBAT 2010 PERSEMBE

"Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ 21/107).

İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v) 571 yılında kamerî aylardan Rebîülevvel ayı'nın 12. gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 20 Nisan 571'dir.

Onun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı bir başlangıçtır. O gecenin sabahı feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Sevgili Peygamberimizin gönderilişi, yüce Allah'ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden biridir:

"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler" (Âl-i Imrân 3/164).

Kandil gecesi, öncelikle kazâ namazlarını kılmalı. Bolca salâtü selâm getirmeli. Mümkün ise onun büyüklüğünün anlatıldığı sohbet programına katılmalı. Kur'an okuyup, kendi ailesi ve ümmeti için çok dua etmeli.

PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V)

PEYGAMBERİMİZ MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V)
25 SUBAT 2010 PERSEMBE


Peygamber Efendimiz (s.a.v), 571 yılında Mekke'de doğdu, babası Kureyş kabilesinden Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'tir. Annesi Medineli Vehb'in kizi Âmine'dir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ana karninda iken babasi Medine'de vefât etti. Alti yasinda geldiginde annesi, sekiz yasina girdiginde de dedei dünyâdan göctüler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) amcasi Ebû Tâlib'in evinde büyüdüler. Yemen ve Sam taraflarina ticarete gidip geldiler. Yirmi bes yasinda iken Hatîce vâlidemizle evlendi. Ondan iki oglu, dört kizi olup kizi Fâtima (r.anha) haric digerleri Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) sagliginda vefât ettiler.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) kirk yasina vardiginda, Cenâb-i Hakk'in emriyle Cebrâil aleyhisselâm geldi ve ilk vahyi getirdi. Bütün insanlari ve cinleri Müslümanliga davet etmesini emretti.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) on üc sene Mekke'de insanlari Islam dinine davetle mesgul oldu. Mekke zenginlerinin coklari îman etmediler. Allâhü Teâlâ düsmanliklarin, eziyetlerin cogaldigi sirada îmân edenlerle birlikte Medine sehrine hicret etmelerini emretti. Evvelce bircogu Müslüman olan Medine ahalisi sevindiler. Senlikler yaparak Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) karsiladilar. Mekke'den göc edip gelen 'Muhacir' kardeslerine, muhterem misafirlerine okadar izzet ve ikramda bulundular ki kiyâmete kadar unutulmayacaklardir.

Medine'de Peygamber Efendimiz (s.a.v) on sene yasadi. Sehir îman nûruyla doldu, tasti. Müslümanligi dünyaya yaymak icin Efendimiz ve Ashâbi on seneye icinde altmis defaya yakin asker cikardilar. Yirmi yedisinde Peygamber Efendimiz (s.a.v) de bulundu. Bazilarinda büyük harpler oldu. Mekke, Tâif fetholdu. Bütün Arabistan'dan küfür, sirk, zulüm, cehâlet kaldirildi. Herkes malindan, hayatindan yerinden emîn oldu.

Kur'ân'imiz tamamlanip, dinimiz kemâle erdi. Peygamber Efendimiz de (s.a.v) altmis üc yasinda Medine'de âhirete intikal ettiler. Yattigi oda icinde defnolundu. Medine'de yesil kubbe altinda kabr-i serifinde diridir, Ravza-i Mutahharasi kiyâmete kadar Müslümanlarin ziyâretgâhi olacaktir.

EZAN DİNLEME ADABI

EZAN DİNLEME ADABI
25 SUBAT 2010 PERSEMBE

* Ezan okunurken konuşulmaz. Hatta Kur'ân-ı Kerîm okuyan bir kişi ezan başladığında okumayı bırakıp ezanı dinler.

* Ezanı dinleyen müslüman, müezzinin okuduğu ezanı tekrar eder ve böylece o da ezan okumuş olur. "Hayye ale's-salâh" ve "Hayye ale'l-felâh" cümlelerinde "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet kaynağı yoktur) der. Sabah ezanında müezzinin "es-Salâtü hayrun mine'n-nevm" cümlesine "sadakte ve berirte" (doğru söylüyorsun) diye karşılık vermesi sünnettir.

* Ezanı işiten kişi abdestsiz ya da cünüp de olsa yukarıdaki cümleleri söyleyebilir.

* Ezanın bitiminde dinleyen kişi ezan duasını okur.

GÖKYÜZÜ NEDEN MAVİDİR ?

GÖKYÜZÜ NEDEN MAVİDİR ?
25 SUBAT 2010 PERSEMBE

Gökyüzü aslında mavi renkli değil, renksizdir. Mavi görünmesinin tek sebebi ışığın kırılma hadisesidir. Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacıklar tarafından hemen saçılırlar. Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden gökyüzü mavi görünür.

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)'İN TEBLİĞİ

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)'İN TEBLİĞİ
25 SUBAT 2010 PERSEMBE

Resûlullah Efendimiz (s.a.v), Allah'tan aldığı emir üzere üç sene İslâmiyet'i tebliğde son derece ihtiyatlı davranıyor, ancak güvendiği kimselere durumu açıyordu.

Üç sene sonra birçok kimse İslâm safında yer almıştı. Kureyşli müşrikler de her şeyden az çok haberdar olmuşlardı ve islâmiyet pek çok kişiyle bir derece güç kazanmıştı. Nihayet yüce Allah buyurdu:

"Önce en yakın akrabalarını uyar" (Şuarâ 26/214).

Resûl-i Ekrem, Hz. Ali'ye şöyle dedi:

"Yâ Ali, ben biliyorum ki ne zaman onlara bu işi açmaya kalksam; onların beni, hoşlanmadığım bir şeyle ithama kalkışacaklarını göreceğim."

Buna rağmen o akrabalarını toplamış, onlara islâmiyet'i tebliğ etmiş, ancak başta amcası Ebû Leheb olmak üzere kendisine karşı çıkmışlardır.

PADİŞAHLARIN İSLÂM'A DÂVET EDİLİŞİ

PADİŞAHLARIN İSLÂM'A DÂVET EDİLİŞİ
25 ŞUBAT 2010 PERŞEMBE

Peygamber Efendimiz, bir gün ashabını toplayarak şöyle buyurdu:

"Allah, beni bütün insanlara rahmet olarak gönderdi. İslâm'ı yayma hususunda bana yardımcı olun!" Sahabiler,

"Yâ Resûlallah, biz sana bu hususta yardımcı olacağız, bizi arzu ettiğin yere gönder" dediler.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), İslâm'a davet maksadıyla ashabından, Dihye el-Kelbî'yi, Rum Kayseri Herakleios'a, Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, Habeş Necâşîsi Ashame'ye, Abdullah b. Huzâfe'yi Iran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e, Hâtıb b. Ebû Beltea'yı Mısır Firavunu Mukavkıs'a, Salit b. Amr'ı, Yemâme Valisi Havza b. Ali'ye, Şücâ' b. Vehb'i, Gassânî Meliki Münzir b. Haris b. Ebû Şemir'e gönderdi.

Gönderilen elçilerin hepsi de gittikleri memleketlerin dillerini biliyordu. Peygamber Efendimiz, bu elçilerine, mezkûr hükümdarlara verilmek üzere birer mühürlü mektup yazarak teslim etti.

24 Şubat 2010 Çarşamba

VELÂDET (MEVLİD) KANDİLİ

VELÂDET (MEVLİD) KANDİLİ
24 SUBAT 2010 CARSAMBA

Yarın akşam, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) alemleri şereflendirdiği Veladet Kandili'dir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) Rebiulevvel ayının 12’nci gecesinde kainatı teşrif etmişlerdir. Bu itibarla bu ayın 12’nci gecesi hicri senenin ilk kandilidir. Yarin akşam (25.02.2010) Peygamberimiz (s.a.v.)’in dünyayı teşriflerinin kameri 1483, şemsi yılla 1439. yılını idrak edeceğiz. İki cihan güneşi Efendimizin dünyaya intikalleri bu ayın 12’nci Pazartesi gecesidir.

Bu ay içerisinde mümkün olduğu kadar salât ü selâm getirmeli. Salât-ı Nariye, Salât-ı Münciye veya Salât-ı Fethiye okumaya çalışmalıdır. Bu gecenin manevi zenginliğinden istifade etmek için bir tesbih namazı kılmalı, birde Hatm-i Enbiya yapmalıdır.

Tesbih namazına şu şekilde niyet edilir:

“Ya Rabbi, niyet eyledim rıza-i şerifin için tesbih namazına. Ya Rabbi bu gece teşrifleriyle alemleri nura gark ettiğin Habibin, başımızın tacı Resûl-i Zişan Efendimiz'in hürmetine ve bu gecedeki esrarın hürmetine ben aciz kulunu da afv-ı ilahine, feyz-i ilahine mazhar eyle.” Allâhü Ekber, diyerek namaza başlanır. (Dua ve İbadetler, Fazilet Nesriyat)

İLK MÜSLÜMAN Hz. HATİCE (R.A)

İLK MÜSLÜMAN Hz. HATİCE (R.A)
24 SUBAT 2010 CARSAMBA

Resûlullah'a (s.a.v) Hira mağarasında peygamberlik verildiğinde kendisi tek başına bir tarafta, bütün dünya ise bir tarafta yer alıyordu. O, bütün dünyaya Allah'tan aldığı emirleri, İslâmiyet'i tebliğ edecekti. Bu dini ilk tebliğ edeceği yer ailesi idi.

Durumu ilk önce en yakını bulunan hanımı, vefakâr eş Hz. Hatice'ye (r.a) anlattı. Hz. Hatice (r.a), ona tereddütsüz sadakat elini uzattı ve ilk müslüman olma şerefine kavuştu.

Bundan sonra, Hz. Hatice'ye (r.a), Hz. Cebrail'den öğrendiği şekilde abdest aldırdı ve iki rekât namaz kıldırdı.

Önceleri, namaz ikişer rekâttan, iki vakit (bizim sabah ve akşam namazlarına yakın bir vakitte) olarak farz kılınmıştı. Daha sonra buna gece namazı da (teheccüd) ilave olundu. Mi'racda vaktin beş vakit olarak tayin edilmesinden sonra, gece namazı farzı, ümmet için nafileye çevrildi. Ancak Resûl-i Ekrem Efendimiz'e farz olmakta devam etti.

BİR ÖĞÜT

BİR ÖĞÜT
24 SUBAT 2010 CARSAMBA

Adamın biri İbrahim bin Edhem'den nasihat istedi. Ona,

"Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, sual için geldiklerinde onları kov, seni imtihan etmesinler" dedi. Adam,

"Buna imkân yoktur" dedi. İbrahim bin Edhem buyurdu ki:

"Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla."

MUHAMMED el-BÂKIR'DAN NASİHATLER

MUHAMMED el-BÂKIR'DAN NASİHATLER
24 SUBAT 2010 CARSAMBA

Birinin kalbine kibir ne kadar girerse, aklı da o oranda ya da daha fazla azalır.

Mideyi ve edep yerlerini haramdan korumak kadar değerli bir ibadet yoktur.

Din kardeşinin seni ne kadar sevdiğini öğrenmek istersen, senin onu ne kadar sevdiğine bak.

Oğluna şu nasihatte bulunurdu:

"Yavrucuğum, sakın ha tembel olmayasın; gam ve kedere de kapılmayasın. Tembellik ve gam her kötülüğün anahtarıdır. Şayet tembel olursan, hakkı yerine getiremezsin; gamlı ve kederli olursan, gerçekler karşısında dayanıklı ve sabırlı olamazsın."

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-BÂRİ

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-BÂRİ
24 SUBAT 2010 CARSAMBA


el-BÂRİ: Allah (c.c) her şeyi, âzaları birbirine uygun bir halde yaratandır. Her şeyin varlığı mütenasip, aslî unsurları keyfiyet ve kemiyet bakımından birbirine münasip olarak yaratıldığı gibi, eşyanın hizmeti ve faydası da umumi âhenge uygun yaratılmıştır.

PEYGAMBERİMİZİN GÜZEL AHLÂKI

PEYGAMBERİMİZİN GÜZEL AHLÂKI
24 SUBAT 2010 CARSAMBA

Yüce Allah Peygamberimiz'i güzel huylarla donatıp, "Gerçekten sen yüce bir ahlâk üzeresin" (Kalem 68/4) diyerek güzel huyları ona nisbet etmiştir.

Onun güzel ahlâkından bazıları:

O, insanların en yumuşak huylusu, en adaletlisi, en iffetlisi ve en cömerdi idi. Evinde geceyi bir kuruş dahi barındırarak geçirmemiştir. Hanesinde ihtiyacından fazla bir şey olursa vakit gece de olsa onu muhtaçlara dağıtmadan evine girmezdi.

Kendisinden bir şey istendiğinde yok demezdi. İnsanların en doğru konuşanı idi. Son derece alçak gönüllüydü. İnsanlarla geçimi çok iyiydi.

Büyük hayâ sahibiydi. Hiç kimsenin yüzüne uzun süre bakmazdı. Konuşmaları çok açık ve anlaşılırdı. Sözü fazla uzatmadan anlatırdı.

23 Şubat 2010 Salı

Hz. PEYGAMBER'İN MUCİZELERİ

Hz. PEYGAMBER'İN MUCİZELERİ
23 SUBAT 2010 SALI

Onun en büyük mucizesi Kur'an'dır. Diğer mucizelerinden birkaçı şöyledir:

Eline aldığı çakıl taşları ve kendisine getirilen yemek Allah'ı tesbih ederdi.

Bir deve dile gelerek sahibinden şikâyette bulunmuştur.

Ceylan ona selâm verdi. Kurt, onun peygamberliğine şahitlik yaptı. Dikili ağaçlar yerlerinden çıkıp ona doğru geldiler.

Katâde'nin gözü yerinden çıkmıştı; onu yerine koydu, onun gözleri eskisinden de güzel oldu.

Ayın iki parçaya ayrılması, kızartılmış koyun etinin zehirli olduğunun Cebrail (a.s) tarafından haber verilmesi, parmaklarından suyun akması gibi birçok mucizenin yanı sıra, alacaklarla ilgili bazı bilgilerin önceden haber verilmesi şeklinde olan mucizelerini de görmekteyiz. Mesela,

Hz. Peygamber, "Übey b. Halef öldürülecek" dedi. Sonra Uhud Gazvesi sırasında derisini tırmalaya tırmalaya öldü.

Bedir Gazvesi olmadan kâfirlerin öldürüleceği yerleri ashabına gösterdi. Hepsi Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) işaret ettiği yerlerde öldüler.

BİR NASİHAT

BİR NASİHAT
23 SUBAT 2010 SALI

"Her işe besmele ile başla.
Temiz ol, daim iyiliği âdet edin.
Tembel olma, namaza önem ver.
Nimete şükür, belaya sabret.
Dünyanın mutluluğuna mağrur olma.
Kimseye kızma, eziyet ve cefa etme.
Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine haset etme.
Kimseyi kötüleyip, atıp tutma."

(Akşemseddin)

22 Şubat 2010 Pazartesi

ADALETİN ÖNEMİ

ADALETİN ÖNEMİ
22 SUBAT 2010 PAZARTESİ


Halife Hz. Ömer ile Übey bin Kâ'b arasında bir anlaşmazlık çıkar. Meseleyi çözmek için kadılık yapan Hz. Zeyd'in yanına giderler. Hz. Ömer, Zeyd'e,

"Biz bir konuda anlaşmazlığa düştük ve hükmetmen için de sana geldik. Seni çağırtmadım, çünkü davacılar hakemin ayağına gider" dedi. Zeyd, odanın ön tarafını göstererek,

"Şöyle buyur!" demesi üzerine Hz. Ömer,

"Bu yaptığın adaletsizliktir. Benim de hasmımın yanına oturmam gerekir" dedi. İkisi birlikte Zeyd'in önünde oturdular.

Übey, iddiasını söyledi. Hz. Ömer de bunu inkâr etti. Zeyd, Ubeyy'e dönerek, "Müminlerin emîrini yeminden affet. Bunu ondan başkası için de istemem" dediyse de Hz. Ömer yemin ederek şunları söyledi:

"Kadı Zeyd, Ömer ile sıradan bir müslümanı bir tutmadıkça kadılık görevinde bulunamaz." (Hayâtü's-Sahâbe)

ALLAH'I ZİKİR ETMEK DUÂ YERİNE GEÇER

ALLAH'I ZİKİR ETMEK DUÂ YERİNE GEÇER
22 SUBAT 2010 PAZARTESI

Tabiînden Süfyân bin Uyeyne Hazretlerine soruldu: "...Resûlullâh aleyhisselâmın 'Benden önceki pey­gamberlerin ekseriya duaları (Lâ ilahe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr) idi.' buyurmalarının manası nedir? Halbuki bu duâ değil, zikirdir ve Allah'ı övmekten iba­rettir." Cevaben şöyle buyurdu:

"Siz Mâlik bin Hâris'in hadîsini bilmiyor musunuz. Allâhü Teâlâ bir hadîs-i kudsîsinde: 'Kulumun beni övmesi, onu duâ ve bir şeyler istemekten meşgul ederse, ben o kuluma isteyen ve duâ eden kullarıma verdiğimden fazlasını ve güzelini ihsan ederim" buyurmuştur.

RODOS VE ONİKİ ADA

RODOS VE ONİKİ ADA
22 SUBAT 2010 PAZARTESI

Ege denizinin güneydoğusunda, kıyılarımıza çok yakın olan irili ufaklı yirmiye yakın adaların en büyüğü Ro­dos'tur. Rodos'un 1522'de Kânûnî Sultan Süleyman Hân tarafından alınmasından kısa bir müddet sonra diğer adalar da ele geçirildi ve 1912 yılına kadar 390 sene Türk hâkimiyetinde kaldı. İtalya, 1911 yılında Trablusgarb'da Osmanlı direnişini kıramayınca, diğer büyük devletlerin siyasi desteğini de sağlayarak 4 Mayıs 1912'den îtibâren Oniki Ada'yı işgale başladı. Osmanlı Devleti bu işgali önleyemedi ise de 18 Ekim 1912'de İtalya ile yapılan Uşi Antlaşmasına İtalya'nın adaları bo­şaltıp, Osmanlılara teslimi şartını koydurabildi. Lâkin Bal­kan Harbi çıkınca İtalya, işgalini mülkiyete dönüştürdü.

24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşmasında, Oniki Ada üzerindeki İtalyan hâkimiyeti kabul edildi. 1931 Ankara Antlaşmasında ise müsbet bir gelişme olmadı. Oniki Ada üzerinde İkinci Dünyâ Savaşına kadar devam eden İtalyan hâkimiyeti, savaş esnasında yerini önce İngilizlere daha sonra Almanlara bıraktı.. Almanya'nın savaş sonunda yenilmesi üzerine adalar İngilizler'e, on­lar da; 1947 Şubat'ında yapılan Paris antlaşmasından sonra Yunanistan'a bıraktılar.

İLMİHAL ÖGRENMEK FARZ-I AYINDIR

İLMİHAL ÖGRENMEK FARZ-I AYINDIR
22 SUBAT 2010 PAZARTESİ

İlmihâlini öğrenmek her müslümana farz-ı ayındır. Ehl-i sünnet mezhebini ve itikadını ehlinden öğrenip îtikad ettikten, inandıktan sonra, kötü hûy ve ahlaklardan sakınacak, güzel ahlâk ile ahlâklanacak kadar ilim sahi­bi olmak, erkek, kadın bütün mü'minlere farzdır.

Her müslüman, çoluk çocuğuna ve eşine ilmihâlini öğretip, onları dine uymayan şeylerden korumalıdır. Emri altında bulunanlara da ilmihâllerini öğretip, onları korumalıdır. Önce ehl-i sünnet itikadını, inancını, sonra amel bilgilerini, sonra ahlâk ilmini, daha sonra da alış­veriş vb. muamelât bilgilerini öğretmelidir. Bu bilgilere "İlmihâl" denir. Bunları bilmek herkese farz-ı ayındır.

Çocuklara daha küçükken ehl-i sünnet îtikâdını ve Kur'ân-ı Kerîm okumasını öğretmeli, sünnet ettirmeli ve geçimini te'min edeceği bir iş, bir san'at öğretmelidir. Bundan sonra çocuğun üzerine farz olan amellerin farz­larını ve vâciblerini yerine getirecek, haramlardan sakı­nacak kadar ilim öğretmesi farzdır. Meselâ abdest, na­maz, oruç, -zengin ise- zekât ve hac bilgilerinin öğretil­mesi farzdır.

Bir san'atla uğraşıyorsa, mesleğinde harama düşme­yecek kadar ilim öğrenmesi farzdır. Alışveriş bilgilerini öğrenmek gibi. Çünkü bir kimse, bu bilgileri öğrenme­den alışveriş ve ticârete başlarsa, şüphesiz harama düşme tehlikesi vardır.

Eğer bir şey farz veya haram ise onun ilmini öğren­mek farzdır.

Eğer vâcib veya kerâhet-i tahrîmiye ile mekruh ise onun ilmini öğrenmek vâcibdir.

Eğer sünnet veya kerâhet-i tenzîhiye ile mekruh ise onun ilmini öğrenmek sünnettir.

Müstehab ise onun ilmi de müstehabdır. Mübâh ise ilmi(ni öğrenmek) de mübâh olur.

İlmi ile amel eden âlimlerin meclisinde bulunmalıdır. Ebû Hüreyre (r.a.) buyurdu ki: "Bir saat ilim meclisinde bulunup, dînimde lâzım olanları öğrenmek, bana Kadir Gecesi'ni ihya etmekten daha sevimlidir." Anahtar Kelimeler: İlmihâl - ilmihal - ilmihal ögrenmek - ilmihal ögrenme - ilmihal ögrenmek farz-i ayindir

21 Şubat 2010 Pazar

ON YEDİ GÜNLÜK

ON YEDİ GÜNLÜK
21 SUBAT 2010 PAZAR

Seksen üç yaşındaki bir sûfînin, hidayet ile tanışmasını şu cümlelerle özetlemesi çok şeyi anlatıyor:

"Ben ibadet bilmez, alnı secdeye varmaz biriydim. Bu yaşıma kadar, dinin hiçbir emrini yerine getirmedim. Seyda hazretlerinin yanına geldiğimde aşırı derecede sarhoştum. Arkadaşlarım beni buraya getirmişler. Mübareğin elini öptürmüşler. Sonra banyo yaptırarak mescidin altındaki yatakhaneye yatırmışlar. Sabahleyin uyandığımda etrafımda birikmiş onlarca insan buldum. Kendime geldiğimde Seyda hazretlerini baş ucumda gördüm. Ayak parmaklarımdan bir nur girdi. Bütün vücudumu kapladı. Ben o nuru gördükten sonra artık eski halimi unuttum. Şimdi ben on yedi günlük oldum, evladım!..."

23. Hafta - Samsunspor - Hacettepe: 4-1

Samsunspor - Hacettepe: 4-1
21 Şubat 2010 Pazar

Bank Asya 1. Lig'in 23. haftasında evinde Hacettepespor'u konuk eden Samsunspor, karşılaşmadan 4-1 galip ayrıldı.

22 ve 30. dakikalarda Savaş'ın attığı gollerle 2 farklı üstünlük yakalayan Samsunspor, 41. dakikada Ali'nin golüne engel olamadı ve soyunma odasına 2-1 önde girdi.

İkinci yarıya her iki takım da kontrollü başlarken, ilerleyen dakikalarda Hacettepespor, Samsunspor kalesine beraberlik için yüklenmeye başladı ancak golü ev sahibi ekip buldu. 61. dakikada Turgut'un pasını iyi değerlendiren son haftaların başarılı ismi Oktay, takımını yeniden iki farklı üstünlüğe taşıdı 3-1.

Bu golden sonra gardı iyice düşen Hacettepespor, bir türlü istediği oyunu sahaya yansıtamadı. Uzatma dakikalarında sahneye çıkan günün başırılı ismi Turgut, iki asistle yıldızlaştığı maçta Murat'tan aldığı pası iyi değerlendirdi ve karşılaşmanın skorunu belirledi 4-1.

Samsunspor bu sonuçla puanını 29'a yükseltirken, play-off hayalleri kurmaya başladı. Kırmızı-Beyazlılar, 11. sıradaki yerini korumasına rağmen Kartalspor ve Çaykur Rizespor'un puan kaybetmesiyle, ileriki haftalarda üst sıralara tırmanmak için umudunu sürdürdü. Samsunspor, gelecek hafta play-off mücadelesi veren 35 puanlı Boluspor'a konuk olacak.

STAT: 19 Mayıs

HAKEMLER: Nihat Akman xxx, Muhammet Yumak xxx, Fahri Aksoy xxx

SAMSUNSPOR: Ahmet xxx, Adem xx, Ersin xx, Petr xx, Orhan xx, Murat xxx, Turgay xx, Turgut xxx, Savaş xxx (Caner dk. 82 x), Abdulaziz xx (Sezer dk. 60 x), Oktay xx (Hakan Koçarslan dk. 71 x)
YEDEKLER: Okan, İlhan, Kenan, Ömür
TEKNİK DİREKTÖR: Hüseyin Kalpar

HACETTEPESPOR: Şener x, Emre ? (Celal dk. 11 xx), Serhat xx, Ante x, Selçuk x, Mustafa Cevahir xx, Soner x (Taner dk. 40 xx), Ferhat x (Mustafa Kaya dk. 68 x), Ali xx, Serkan xx, Mehmet x
YEDEKLER: Ercüment, Ufuk, Onur, Sedat
TEKNİK DİREKTÖR: Erol Tok

GOLLER: Savaş (dk. 22 ve 30), Oktay (dk. 61), Turgut (dk. 90) (Samsunspor), Ali (dk. 41) (Hacettepespor)
SARI KARTLAR: Abdulaziz, Oktay, Adem, Turgut (Samsunspor), Serkan (Hacettepespor)


PUAN DURUMU

01.K. KARABÜK 22 15 5 2 53 19 34 50
02.BUCASPOR 23 13 4 6 47 30 17 43
03.KONYASPOR 23 12 7 4 33 21 12 43
04.ADANASPOR 23 11 8 4 30 22 8 41
05.ALTAY 23 11 6 6 32 25 7 39
06.KARŞIYAKA 23 11 4 8 32 27 5 37
07.BOLUSPOR 23 10 5 8 36 35 1 35
08.GİRESUNSPOR 23 10 3 10 31 28 3 33
09.KARTALSPOR 23 8 6 9 21 26 -5 30
10.ÇAYKUR RİZE 23 8 6 9 26 35 -9 30
11.SAMSUNSPOR 23 9 2 12 36 32 4 29
12.GAZİANTEP B.B. 23 8 5 10 21 23 -2 29
13.DARDANELSPOR 22 8 2 12 24 31 -7 26
14.ORDUSPOR 23 6 7 10 19 23 -4 25
15.MERSİN İ. YURDU 23 7 3 13 25 37 -12 24
16.KAYSERİ ERCİYES 23 6 6 11 28 42 -14 24
17.HACETTEPE SPOR 23 6 5 12 23 32 -9 23
18.KOCAELİSPOR 23 2 6 15 15 44 -29 12


TOPLU SONUÇLAR

Adanaspor - Boluspor: 2-1
Altay - Çaykur Rizespor: 1-0
Gaziantep B.B. - Mersin İdman Yurdu: 2-0
Giresunspor - Kocaelispor: 3-0
Kayseri Erciyes - Karşıyaka: 2-2
Konyaspor - Orduspor: 1-1
Samsunspor - Hacettepespor: 4-1
Bucaspor - Kartalspor: 1-1
Dardanelspor - Karabükspor:


GELECEK HAFTA

Kocaelispor - Altay
Boluspor - Samsunspor
Çaykur Rizespor - Gaziantep B.B.
Hacettepespor - Giresunspor
Kardemir Karabük - Konyaspor
Karşıyaka - Çanakkale Dardanelspor
Mersin İdman Yurdu - Kayseri Erciyes
Orduspor - Kartalspor
Adanaspor - Bucaspor

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-HÂLİK

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-HÂLİK
21 SUBAT 2010 PAZAR

el-HÂLİK: Allah (c.c) her şeyi yaratan, yoktan var edendir. O'ndan başka yaratıcı yoktur.

"Bir şey yaratmak istediği zaman O'nun yaptığı 'ol' demekten ibarettir. Hemen oluverir."
(Yâsîn 36/82)

AMELLERİ ALLAH RIZÂSI İÇİN YAPMANIN KERAMETİ

AMELLERİ ALLAH RIZÂSI İÇİN YAPMANIN KERAMETİ
21 SUBAT 2010 PAZAR

"Üç kişi sefere çıkmış giderken yağmura tutularak dağda bir mağaraya sığınmışlar. Bunlar mağarada iken bir taş düşüp mağaranın kapısını kapamış. Birbirlerine 'İşlediğimiz en iyi hayır işleri yâd ederek Allah'a duâ edelim. Cenâb-ı Hakk'ın kapıyı açması umulur.' demişler.

Bunlardan birisi: "Ey Allah'ım! Bilirsin ki, benim yaşlı ihti­yar anamla babam, bir de küçük kız çocuğum vardı. Ben her gün koyunlarımla mer'âya çıkar, onları otlatır, sonra gelip sağardım. Sütü getirir, ihtiyar ana babama, sonra çocuğa, aile efradıma, refîkama içirirdim. Bir gece geç kalmıştım. Geldiğimde ebeveynim uyumuşlardı. Uyandırmak isteme­dim. Ayak ucumda da çocuğum durmadan ağlıyordu. (Fakat ben bunlar içmeden çocuğa içirmeği doğru bulmuyordum.) İşte o gece onlar uyuyarak, ben başlarını bekleyerek sabah­ladık. Allah'ım! Sen pek iyi bilirsin ki, ben bunu yalnız senin rızân için yaptım. Lütfunla şu kapıyı biraz aç da gökyüzünü görelim!" diye duâ etti. Bunun üzerine kapı biraz açıldı.

Diğeri şöyle dedi: "Allah'ım! Sen en iyi bilirsin ki ben, am­camın kızlarından birisini severdim. Ben ona muhabbet gös­terdikçe, 'Bana yüz dinar vermedikçe benden bir karşılık göremezsin.' derdi. Bu parayı kazanmak için çalıştım. Niha­yet bu parayı kazanıp amcamın kızına getirdim. Bana: Ey Allah'ın kulu, Allâh'dan kork! dedi. Ben de kalktım, bırakıp çekildim. Ey Rabbim, Sen pek iyi bilirsin! Ben bunu yalnız senin rızân için yaptım. Binâenaleyh inayetinle bizi buradan kurtar!" dedi. Bunun üzerine kapının üçte ikisi açıldı.

Üçüncüsü de şöyle dedi: "Allah'ım! Sen her şeyi bilirsin ki, ben bir ölçek darı ile bir işçi kiralamıştım. Verdiğim halde bu adam ücretini almadan bırakıp savuşmuştu. Ben bunun darısını ektim. Mahsûlü ile bir sığır sürüsü, bir de çoban aldım. Bir müddet sonra bu işçi geldi ve bana: 'Ey Allah'ın kulu, benim hakkımı ver!' dedi. Ben de ona haydi git, şu sı­ğırlar ve çoban senindir, dedim. Bana: Benimle alay mı ediyorsun! dedi. Ben, hayır, alay etmiyorum, hakikaten bunlar senindir, dedim. Bunları alıp götürdü. Yâ Rab! Sen her şeyi bilirsin! Ben bu malı ancak rızan için verdim. Lüftunla bizi buradan kurtar!" diye duâ etti. Mağaranın kapısı tamamıyla açıldı, üç arkadaş mağaradan çıktılar."
(Sahîh-i Buhâri)

20 Şubat 2010 Cumartesi

HAK SAHİBİ

HAK SAHİBİ
20 SUBAT 2010 CUMARTESİ

Bir bedevî Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) gelerek ondan alacağını istedi, hatta, "Alacağımı ödeyinceye kadar yakanı bırakmayacağım" dedi. Sahabiler ona kızıp, "Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?" demeleri üzerine Hz. Peygamber,

"Hak sahibinin yanında yer almanız gerekmez miydi?" buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) daha sonra Havle bint Kays'a haber göndererek, "Eğer elinde hurma varsa bize biraz borç versin. Hurmalarımız geldiğinde borcunu öderiz" dedi. O da Hz. Peygamberin istediği kadar hurma gönderdi. Böylece bedevinin borcunu fazlasıyla verdi. Adam,

"Sen nasıl alacağımı hakkıyla verdinse Allah da sana hakkıyla mükâfatını versin" dedi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu:

"İnsanların en hayırlısı onlara haklarını verendir. Hak sahiplerinin, haklarını zahmetsizce alamadığı bir millette hayır yoktur ve o millet iflah olmaz" (Hayâtü's-Sahâbe).

BİR ŞİİR

BİR ŞİİR
20 Subat 2010 Cumartesi

Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin;
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!

İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?
Ebedî oluşun urbası kefen!

Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!

(Necip Fazıl)

HER HALDE DOĞRUYU SÖYLEMEK

HER HALDE DOĞRUYU SÖYLEMEK
20 SUBAT 2010 CUMARTESİ

İslâm dinini korumak için büyükler doğruyu söyleyerek kimi zaman mallarını ve canlarını da bu yolda vermişlerdir.

Mezhep imamlarından bazıları bu yolda çetin imtihan geçirmişlerdir. Onlar Allah'ın kelâmı için canlarını vermeyi seve seve kabul etmişlerdir.

İmam Ahmed bin Hanbel şöyle anlatır:

"Ahmed bin Nasr el-Huzâî bu yolda canını seve seve verdi. Ebû Yakub el-Büveytî de ayaklarından boynuna kadar 200 kg. ağırlığında zincire vurulmuş şekilde Bağdat'tan Mısır'a getiriliyordu." Bu durum içindeyken yine şunları söylüyordu:

"Ölsem bile beni bu duruma getirenlere karşı yine doğruyu söyleyeceğim." O bunları söylerken yanında toplanan insanlar şöyle dediler:

"Dikkat et! Bu yolda zincirler altında nice insanlar can verdi." Büveyti'nin de hiç kimsenin kınamasından korkmadan, doğruyu söyledi. Bundan dolayı da ömür boyu hapse mahkûm edildi.

İBRET: KAPIYA GELEN KARPUZ

KAPIYA GELEN KARPUZ _
20 SUBAT 2010 CUMARTESI _

Ebû Hafs, Cüneyd-i Bağdadînin evine geldi ve,

"Evinde acaba karpuz var mı?" dedi. Cüneyd-i Bağdadî karpuz getirtti. Ebû Hafs,

"Bu karpuzu Allah için infak etmek istiyorum" dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadî arkadaşlarından birine,

"Karpuzu al ve gel" dedi. Bir evin önüne geldiler. Ebû Hafs evin kapısını çaldı. İçeriden biri,

"Şayet yanınızda karpuz varsa, içeri girin" dedi. İçeriye girdiler. Ebû Hafs anlatır:

Karpuzu o yaşlı zatın önüne bırakıp kendisine sordum:

"Şu karpuz işini bana anlat bakalım." Şöyle dedi:

"Şu perdenin arkasında kız ve oğlan çocukları var. Bunlar uzun zamandır benden karpuz istiyorlar. Ancak Allah'tan onlar için karpuz isteyemedim. Dün gece ruhumda bir hoşluk bularak Allah'tan onlar için karpuz istedim. Halimden de bu duanın kabul olacağını anladım. Sen de kapıya gelince anladım ki karpuz getirdin."

19 Şubat 2010 Cuma

KABİR ŞÖYLE DİYOR...

KABİR ŞÖYLE DİYOR... _
19 SUBAT 2010 CUMA _

Bir gün Ömer bin Abdülaziz yanındakilerle beraber bir cenazeyi defnetmişler, cemaat dağılmıştı. Ömer bin Abdülaziz bir müddet kabrin başında kaldı. Yanındakiler sordu:

"Ey müminlerin emîri! Siz bu cenaze sahibi değilsiniz. Niçin burada bu kadar uzun kaldınız?"

Onlara şöyle cevap verdi:

"Bana kabir, hal lisanı ile, 'Onların kefenlerini yırtıyorum, vücutlarını parçalıyorum, kanlarını emiyorum. Hâlâ benden ibret alınmıyor!...' diyor."

Bu sözleri söyledikten sonra halife ağlamaya başladı. Etrafındaki yakınlarına şu nasihatte bulundu:

"Dünya ne kadar aldatıcı! Dünyada üstün mevki ve varlık sahibi olmak hiç fayda vermiyor. Genç, ihtiyarlıyor, sonunda ölüyor. Sakın dünyanın fâni lezzet ve sefası bizi aldatmasın! Hani nerede bizden evvel yaşayıp, ölümü kendisine uzak görenler?"

BERCESTE

BERCESTE
19 SUBAT 2010 CUMA

"Şayet ömrünün sonunda hüsn-i hatime nasip olmazsa, imanını kurtaramazsa, neûzübillâh, isterse evveliyatında gavs, isterse kutub olsun, ne faydası olur? Eğer ömrünün sonunda iman nasip olmazsa, Allah (c.c) muhafaza etsin küfürle giderse evveliyatında gavs olması, evveliyatında kutbü'l-aktab olması ne işe yarar?"
(Gavs-ı Bilvânisî k.s)

18 Şubat 2010 Perşembe

SAHABENİN ÖZELLİKLERİ

SAHABENİN ÖZELLİKLERİ_
18 SUBAT 2010 PERSEMBE_

Hasan-ı Basrî'ye sahabenin özelliklerinden sorulduğunda önce ağladı, sonra şöyle dedi:

"Onlarda hayır belirtileri vardı ve bu, yüzlerinde belli olurdu. Oturmaları, kalkmaları ve konuşmaları hep hayırdı.

Giyimleri orta halli ve güzel olurdu. Konuşmaları hayır işlemeyle ilgiliydi. Yerken, içerken rızkın en temizini, helâlini seçip yerlerdi. Onlar yüce Allah'a itaat için eğilirlerdi.

Sevdikleri ve sevmedikleri işlerde Allah'ın (c.c) emrini gözetirlerdi. Verdiklerini samimi olarak Cenâb-ı Hak için verirlerdi. Onlar, yüce Rabb'i razı etme yolunda, kulların kızmasına önem vermezlerdi. Onlar öfkede aşırı gitmezlerdi.

Kur'an'a tutunur, sünnet üzere hareket ederlerdi. Onlardan yardım istendiğinde kanlarını Allah yolunda akıtırlardı. Kendilerinden Allah rızası için borç istendiği vakit seve seve mallarını verirlerdi."

MÜMİNİN ÖZELLİKLERİ

MÜMİNİN ÖZELLİKLERİ
18 SUBAT 2010 PERSEMBE

Hasan-ı Basrî şöyle anlatır:

Mümin o kimsedir ki yüce Allah bir şeyi nasıl anlatmışsa, o şeye öyle inanır. Amel bakımından en güzelini yapmaya çalışır. Yasak işlerden en çok sakınıp Allah'tan korkar. Malının çoğunu Allah yolunda harcasa bile onu önemsiz sayar. İbadeti çoğaldıkça takvası da artar ve kendi kendine, "Belki de kurtulamam" der.

Münafık da tam tersini söyler ve şunu der: "Benim dışımda birçok insan var. Onlar içinde ben de bağışlanırım. Benim için önemli bir durum yok." Bunu söyleyince de yapılacak işi unutur. Amel ve ibadet yapmadan Allah'a (c.c) güvenir.

Fâtır sûresinin 5. âyetini okurdu:

"Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!"

Sonra da şöyle derdi: "Bunu yaratan anlatıyor. Yaratan yarattığını daha iyi bilir."

HASAN-I BASRÎ

HASAN-I BASRÎ
18 SUBAT 2010 PERSEMBE

Hasan-ı Basrî, Hz. Ömer'in (r.a) halifeliği zamanında Medine'de doğdu. Doğduğunda, damağına tatlıyı o sürdü. Babası, Zeyd bin Sâbit el-Ensârinin (r.a) azatlı kölesiydi. Babasının adı Yesâr'dı. Kendisi, Ebû Hasan lakabı ile çağrılırdı.

Hasan-ı Basri'nin annesi, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) hanımlarından Ümmü Seleme'nin (r.a) azatlı kölesiydi. Annesi bir yerlere gittiğinde, Hasan-ı Basrî'yi, Ümmü Seleme (r.a) emzirirdi. Böylece ağlamayı keser, annesi gelinceye kadar susardı. Hasan-ı Basri'nin sözlerindeki hikmet, emdiği o sütün bereketi sebebiyledir.

17 Şubat 2010 Çarşamba

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-CEBBÂR

O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-CEBBÂR_
17 SUBAT 2010 CARSAMBA_



el-CEBBÂR: Allah (c.c) diledigini zorla yaptirmaya muktedir olandir. Her sey üzerinde diledigini yaptirmaya muktedirdir. Kimse O'nun hüküm ve iradesine karsi gelemez. Diger manasi da sudur:

O, kirilanlari onaran, eksikleri tamamlayandir. Her türlü perisanligi düzelten ve yoluna koyan O'dur.

Göçmen kuşlar neden "V" şeklinde uçarlar ?

Göçmen kuşlar neden "V" şeklinde uçarlar ?
17 SUBAT 2010 CARSAMBA

Sürü halinde hareket eden kuşlar "V" şeklinde uçarlar. V şeklindeki uçuş esnasında en öndeki kuşlar havanın kendilerine karşı oluşturduğu direnci arkadan gelen kuşlar için daha aza indirirler.

Bu şekilde enerji tasarrufu sağlayan sürü halindeki kuşlar genellikle tek başına olan kuşlardan daha hızlı uçarlar. Kuşlar göç ederken her bir kuş yanındaki kuş ile aynı derecede hava sürtünmesine tabi tutulur. Bu uçuş şeklinin avantajı pilotların "kanat ucu girdabı" dedikleri durumda saklıdır.

Bir uçakta kalkışın çoğunu kanat sağlar, ancak kanatlar aynı zamanda sürüklenmeye neden olur. Kanadın üzerinden akan hava, uçağın gövdesinden içeri doğru akmaya eğilimlidir. Bu arada kanatların altından akan hava dışarı doğru akmaya meyillidir. Bu iki hava akımı kanadın kuyruk kısmında karşılaşınca kanat uçlarından çıkan dönen bir hava akımı oluşturur. Buna "kanat ucu girdabı" adı verilir. Nemli, soğuk ya da sisli günlerde bu, kanat tarafında oturan yolcular tarafından görülebilir.22 Kanatların her iki tarafında da girdap vardır. Bu dönen hava akımı, kanadın altındaki yüksek basınç ve kanadın üstündeki alçak basınç nedeniyle oluşur. Normalde hava kanat ucunun etrafında yüksek basınçtan alçak basınca doğru akar ki bu yukarı doğru bir akım oluşturur; işte kuşlar tüm yolculuklarında bu akımı takip ederler.

Bisiklet yarışçılarında olduğu gibi bir kuşun tam arkasında durmak kuşun sürekli olarak aşağı doğru olan bir akımla mücadele etmesi demektir. Uçuş sırasında bu, sanki bir tepeye tırmanmak gibidir. Kanatlar birbirine değmediği sürece bir kuşun hemen yanında pozisyon alarak uçmak daha avantajlıdır. Böylece kuş maksimum etkiden yararlanabilir, ama tek kanadıyla; bu yüzden kanadını düzgün tutmak zorundadır, onun için diğer kuşun kanadına yakın olmalıdır.

Yan yana uçan kuşların her biri komşularının oluşturduğu yukarı doğru hava akımında, yani kendilerini kaldırmak için daha az enerjiye gereksinim duyacakları bir şekilde uçarlar.

Eğer böyleyse, şu soru sorulabilir: Neden sadece tek hizada uçmuyorlar da V şeklinde uçuyorlar?
Bu sorunun cevabı göç eden kuşların diğerleri için yaptıkları bir fedakarlığı ortaya koyar. Tek hiza şekli, her kuş için eşit derecede enerji tasarrufu sağlamaz. Tek hizada uçan çok sayıda kuştan ortada olan kuşlar, uçlarda olan kuşlara göre iki kat daha avantajlıdırlar. Bunun sebebi ortada uçan kuşların her iki tarafta bulunan komşu kuşlar tarafından oluşturulan alanda uçmalarıdır. V şekli bu durumu dengeler. Düzgün bir V şeklinde, her kuş aynı miktarda enerji harcamaktadır. Eğer üyelerden biri V şeklinin önünde ilerliyorsa, o zaman uçuşu için daha fazla güce gereksinim duyduğunu görür ve sıraya geri dönene kadar hızı düşer. Buna rağmen V şekli kendi kendine dengede kalmaktadır ve uçuşa yeni katılmış genç kuşlar bile hemen bu şekle adapte olurlar.

Bu uçuş şekli sonucunda yapılan enerji tasarrufu çok açıktır. Bilimsel raporlara göre 25 kuşun birarada uçması sonucu, aynı miktarda enerji kullanarak tek başına uçan bir kuşa göre %70 oranında kazanç sağlanmış olur. Aynı zamanda şekilli uçuşlarda, tek başına uçan kuşa göre ekonomik bir hızda, yani %24 oranında daha az hızla uçarlar.23 Görüldüğü gibi doğanın her detayında şaşırtıcı bir akıl, plan ve yaratılış ortaya çıkmaktadır. Bu, Allah'ın tabiat üzerindeki mutlak egemenliğinin alametlerindendir:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

V şeklinde uçuşta kuşlar birbirlerine büyük bir kolaylık sağlamaktadırlar. Üstelik kuşlar V şeklinin tek avantajsız yeri olan ön kısmına sakat ya da güçsüz olan kuşları getirmemekte, bu şekilde onların güç kazanmasına yardımcı olmaktadırlar. Bir canlının diğerlerine kolaylık sağlayacak bir ortam oluşturmak için çalışması, evrimcilerin, canlıların bencil oldukları ve sadece kendi çıkarlarını düşündükleri iddiasına da açık bir cevap niteliğindedir. Göç eden kuşları, yeryüzündeki canlı cansız her varlığı yaratan Allah var etmiştir ve onların her türlü ihtiyaçlarını bilmektedir. Allah'ın ilhamıyla hareket eden kuşlar evrimin iddialarını yalanlarken yaratılış gerçeğinin delillerini ortaya koymaktadırlar.

Sürü halinde uçan kuşlar neden binlerce kilometrelik zorlu yolculuklarda diğerlerinin enerji tasarrufu yapmasına imkan tanırlar? Niçin her kuş sırayla en ön sıraya geçmektedir? Niye bu konuda hiçbiri sorun çıkarmamakta, sürünün düzeni bozulmamaktadır?

Evrimcilerin iddialarına göre olması beklenen her canlının sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmesidir, ancak bu gerçekleşmez ve kuşlar birbirleriyle yardımlaşarak son derece zorlu yolculukları büyük bir rahatlık içinde gerçekleştirirler.
Allah her canlıya yapacağı işleri ilham etmekte, onlar da buna eksiksiz olarak itaat ederek herşeyin Rabbi, üstün güç sahibi olan Allah'a gönülden boyun eğmektedirler.

"V" şeklindeki uçuş esnasında, her kuş kanat çırparak, arkadaki kuşu kaldıran bir hava akımı meydana getirir. Bu şekilde uçan bir kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışları sonucu ortaya çıkan hava akımını kullanarak, uçuş menzillerini %70 oranında artırabilirler. Bu durumda tek başlarına gidebilecekleri yolun mesafesini, grup halinde neredeyse ikiye katlamış olurlar.

CEHALET EN KÖTÜ FAKİRLİKTİR

CEHALET EN KÖTÜ FAKİRLİKTİR
17 SUBAT 2010 CARSAMBA

Hz. Ali (r.a.) oğlu Hz. Hasan'a mürüvvete dâir bazı şeyler sorar:

"Yavrucuğum! Doğruluk nedir?"
"İyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırmaktır."

"Mürüvvet nedir?"
"Namuslu olmak, malı helâlinden kazanmaktır."

"Cömertlik nedir?"
"Kolay ve zor zamanlarda kolayca verebilmektir."

"Cimrilik nedir?"
"Elinde tuttuklarını kendine şeref saymak, hayırlı işlere harcadıklarını da telef olmuş saymaktır."
"Kardeşlik nedir?"
"Darlıkta ve bollukta kardeşine yardımcı olup, onunla paylaşabilmektir."

"Korkaklık nedir?"
"Dosta karşı cesur ve cüretkâr, düşmana karşı ise korkak olmaktır."

"Hilm, (yumuşak huyluluk) nedir?"
"Kini yutmak ve nefsine (kendine) sahip olmaktır."

"Zenginlik nedir?"
"Az da olsa Allah'ın verdiği rızka razı olmaktır. Ger­çek zenginlik gönül zenginliğidir."

"Fakirlik nedir?"
"Nefsin hiç doymaması, her şeye karşı aç gözlü olmasıdır."

"Yücelik nedir?"
"Borçluya yardım etmek, suçları affetmektir."

"Ahmaklık nedir?"
"Âdil idareciye karşı düşmanlık yapmak ve ona karşı sesini yükseltmektir."

"İzzet ve şeref nedir?"
"Güzel davranmak ve kötülükleri terk etmektir."

"Gaflet nedir?"
"Yüce ve şerefli insanlara değil, fitne ve fesatçı olan­lara uymaktır."

Hz. Ali (r.a.), bu konuşmadan sonra Resûlullâh'dan (s.a.v.) şu hadîs-i şerifi nakletti:
"Cehaletten da­ha kötü bir fakirlik, akıldan daha iyi bir nimet yoktur."

16 Şubat 2010 Salı

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN'IN HİZMET VE ESERLERİ

SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN'IN HİZMET VE ESERLERİ
16 SUBAT 2010 SALI

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın memlekete pek çok ve pek büyük iyilikleri vardır. Eserleri ve kurduğu müesseseler hakkında ciltlerle eserler yazılabilir. En büyük hizmetleri maârif -eğitim- sâhasındadır: Memleketin kültür seviyesini yükselten, Sultan Abdülhamid'dir.

Mülkiye mektebinin derecesi yükseltilmiş, Edebiyat, Fen, Hukuk Fakülteleri açılmış, Sanâyi'-i-Nefîse Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi), Hendese-i-Mülkiyye (Yüksek-Mühendis Okulu), Dârü'l-Muallimîn-i Âliye (Yüksek Öğretmen Okulu), Mâliye Mektebi, Ticaret Mektebi ve Halkalı Zirâat Mektebi Orman ve Maâdin (Madenler) Mektebi, Dilsiz ve A'mâ Mektepleri gibi müesseseler kurulmuştur.

Bunlardan başka bilhassa ilk ve orta tahsilin ilk müessisi Sultan Abdülhamid'dir: Bütün vilâyetlerin çoğunda i'dâdîler (liseler) açtırıp bunlar için husûsî binalar yaptırmış, kazalarda rüşdiyeler (orta mektepler) kurdurmuştur. Yalnız İstanbul'da açtırdığı liselerin sayısı altıdır. "İbtidâî" denilen ilk mektepleri köylere kadar götüren de odur.

Kurdurduğu kültür müesseseleriyle binalarının en mühimleri Müze-i Hümâyun (Eski Eserler Müzesi), Askerî Müze, Bâyezid Umumî Kütüphanesi, Yıldız Kütüphanesi ve Haydarpaşa Tıbbiye'sidir. Kendi kesesinden yaptırdığı Şişli Etfâl Hastahânesiyle te'sis masrafını kısmen ödediği Dârü'l-aceze, Yeni Postahâne, Çemberlitaş'da sonradan Maârif Nezâretine tahsis edilen Darülfünun binası ve bilhassa İstanbul'u susuzluktan kurtaran Hamidiye suyu hep onun eserleridir.

Bütün memlekette ticaret, zirâat ve sanayi odaları ve ilk defa olarak tahrir-i nüfus (nüfus kayıt) teşkilâtı kurulmuş, Anadolu ve Rumeli demiryollarının büyük bir kısmı o zaman ikmâl edilmiş ve Şam'dan Medîne'ye kadar muazzam Hicaz Demiryolu yapılıp işletilmiştir. Hicaz ve Basra telgraf hatları uzatılmış, yolsuz Anadolu'da bir şose şebekesi vücuda getirilmiş, Zirâat bankaları kurulmuş, muhtelif şehirlerde atlı ve elektrikli tramvaylar ve muntazam rıhtımlar yapılmış, Feshâne ve Hereke fabrikaları genişletilmiş ve Yıldız Çini fabrikası açılmıştır.

MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ

MELEKLERİN ÖZELLİKLERİ
16 ŞUBAT 2010 SALI


Yüce Allah kendi varlığını bilsinler ve ibadet etsinler, diye insanları ve cinleri yarattığı gibi melekleri de yaratmıştır.

Melekler ruh gibi latif ve nuranî varlıklar olup asıl vasıfları Allah tarafından bilinir.

Meleklerin bir kısmı daima ibadet ve zikirle uğraşır.Bir kısmı da yer ve göklerde pek çok görevle meşgul olurlar.

Melekler yemekten, içmekten, evlenmekten, doğup doğurmaktan münezzehtirler. Değişik şekillere girmeye kabiliyetleri vardır. Yüce Allah'ın emirlerine asla isyan etmezler. Görevlerini emredildikleri şekilde aynen yaparlar.

Müminler meleklerin varlığına iman etmekle yükümlüdürler. Onların varlıkları bütün peygamberler ve onlara verilen kitaplar tarafından bildirilmiştir. Artık melekleri inkâr, bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmek sayılacağından onları inkâr asla caiz olmaz.

15 Şubat 2010 Pazartesi

ALLAH'IN KİTABLARINA ÎMÂN

ALLAH'IN KİTABLARINA ÎMÂN
15 SUBAT 2010 PAZARTESI

Îmânın şartlarının üçüncüsü Allâhü Teâlâ'nın kitapları­na inanmaktır. Allâhü Teâla bazı peygamberlere Cebrâîl (a.s.) ile kitaplar indirmiştir. Bunların dördü büyük kitap­lardır: Tevrat, Zebur, İncîl ve Kur'ân-ı Kerîm'dir. Diğerleri suhuf (sahifeler)dir.

Tevrat Mûsâ aleyhisselâma, Zebur Dâvûd aleyhisselâma, İncîl İsâ aleyhisselâma ve Kur'ân-ı Kerîm Muhammed Mustafâ aleyhisselâma gönderilmiştir.

Ve on suhuf Âdem aleyhisselâma, elli suhuf Şît aley­hisselâma, otuz suhuf İdrîs aleyhisselâma ve on suhuf İbrâhîm aleyhisselâma verilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm diğer kitâbların hükmünü kaldırmıştır. Kur'ân'ın hükmü kıyamete kadar devam edecektir.

Bütün Müslümanlar Kur'ân-ı Kerîm'in Allah'ın kelâmı olduğuna inandıkları gibi, hükümleriyle de amel etmeli, nasihatlerine kulak vermeli, onu abdestli tutmalı, onu hürmet ve tazim ile okumalıdır.

REBÎULEVVEL AYI

REBÎULEVVEL AYI
15 SUBAT 2010 PAZARTESI


Bugün idrâk ettiğimiz Rebîulevvel ayı, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dünyâyı şereflendirdikleri aydır. Bu ayın 12'sinde, senenin ilk kandili olan Velâdet (Mevlid) Kandili vardır. Bu ay içinde mümkün olduğu kadar çok salât ü selâm (Salât-ı Nâriye, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Fethiye gibi salavâtlar) okunmalıdır.

REBÎULEVVEL AYI İCTİMÂ'I, RU'YET VE BAŞLANGICI

REBÎULEVVEL AYI İÇTİMÂİ, RU'YET VE BAŞLANGICI
15 SUBAT 2010 PAZARTESI

Hicrî-Kamerî 1431 yılı Rebîulevvel ayı ictimâ'ı 14 Şubat Pazar günü Türkiye saati ile 04.52'de idi.

Ru'yet, ise yine 14 Şubat Pazar Türkiye saati ile: 20.46'da idi. Hilâlin görüldüğü yerler: Grönland'ın güney sahil kesiminden başlayarak Kuzey Amerika Kıtasının ta­mamı ve Güney Amerika kıtasının kuzey kesimi, Büyük Okyanus'un orta ve kuzey kesimi. Endonezya Malezya, Japonya, Avustralya'nın kuzey eyaletleri ve Madagaskar.

Hilal; Türkiye, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından görülebilecektir. Hilâlin görüldüğü gü­nü takip eden 15 Şubat Pazartesi günü yani bugün de Rebîulevvel ayının ilk günüdür.

ÖMER BİN ABDÜLAZİZ (R.H.)

ÖMER BİN ABDÜLAZÎZ (R.H.)
15 SUBAT 2010 PAZARTESI

Emevî halifelerinin sekizincisi Ömer bin Abdülazîz; âlim faziletli ve ilmiyle amel eden bir zât idi.

İmam-ı Şafiî ve Süfyân-ı Sevrî Hazretleri: "Hulefâ (kâmil manada halîfeler) beştir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer ibni Abdülazîz'dir." (r.anhüm) buyurdu. İki sene beş ay devam eden hilâfetinde nice sünnetleri ihya ve yıllar­dan beri yerleşmiş olan kötü bid'atleri imha etmiştir. Bu sebeple devri, dört halifenin hilâfetlerinden sayılmıştır.

İmam Bakır bin Zeynelâbidîn (r.anhüm) Hazretleri de: "Her kavmin bir necîbi; soylusu, asîli vardır. Umeyyeogullarının necîbi de Ömer bin Abdülazîz'dir ve kıyamette o, yalnız başına bir ümmet olarak diriltilecektir." diye buyurdu.

Ömer bin Abdülazîz Hazretleri, Hulefâ-yı Râşidîn tarzın­da ve dedesi Ömer bin Hattâb (r.a.) tavrında işe başladı. İlk hutbesinde Cenâb-ı Hakk'a hamd ü senadan sonra şöyle buyurdu- "Muhakkak Muhammed Mustafa'dan (s.a.v.) sonra peygamber, ona indirilen Kurân-ı Kerîm'den sonra kitap yoktur. Allâhü Teâlâ'nin helâl kıldığı, kıyamet gününe kadar helâl; haram kıldığı da kıyamet gününe kadar ha­ramdır. Biliniz ki ben ancak dînin hükümlerini infaz edici­yim. Bid'atlere uyan değil, Resûlullâh ve Ashabına uyanlar­danım. Allah'a isyan olan hiçbir işte onun mahlukuna itaat edilmez. Sizin en hayırlınız değil iken Allahu Teala beni sizin yükünüze hamal kıldı.

Ey insanlar! Bize arkadaşlık edecek olan kimse beş şartla yaklaşsın: "Bize hâlini arz edemeyecek olanların halini arz ve ifâde etmek, hayırlı işlerde bize yardımcı olmak, devamlı hayra yönlendirmek, kimse hakkında gıybet et­memek, dine ve dünyâsına faydasız şeyler ile meşgul olmamak. Yoksa bize yaklaşmasın."

14 Şubat 2010 Pazar

Ask ve Sevgi her yerde

Ask ve Sevgi her yerde

Ask ve sevgi her yerde

YEMİNİN KISIMLARI VE KEFFÂRETİ

YEMİNİN KISIMLARI VE KEFFÂRETİ
14 Subat 2010 Pazar

Yemin keffâreti, yaptığı bir yemini bozan bir Müslümana gereken bir keffârettir. Yemin keffâreti;

• Eğer gücü yetiyorsa, Müslüman veya gayr-ı Müslim bir köle veya câriye azad etmekten veya

• On fakiri sabah- akşam doyurmaktan veya On fakire birer parça orta halli birer elbise giydir­mekten ibarettir.

Bu üç şeyden birine gücü yetmeyen üç gün arka ar­kaya oruç tutar.

Bu oruç arasına, -hayız sebebiyle dahi olsa-, bir ke­sinti girerse yeniden tutulması gerekir. Şafiîlere göre, bu orucun ard arda tutulması şart değildir.

Yemin keffâreti için on fakire fitre miktarı bir şey verilmesi de yeterli olur.

Bir fakire on gün birer fitre verilmesi veya on gün sabah-akşam yemek yedirilmesi de yeterlidir.

Yemin keffâreti için bir fakire on gün birer elbise ve­rilmesi de caizdir. Fakat on elbise bir fakire bir günde verilse, yalnız bir elbise verilmiş gibi olur. Yine bu kef­fâret için on fitre miktarı bir fakire bir günde verilse, bir fitre verilmiş sayılır.

Bir kimse yeminini bozmadan keffârette bulunamaz. Çünkü keffâret bir tevbe demektir. Tevbe ise, günahtan sonra yapılır.

Bir de keffâret, yeminde sadâkat göstermenin yerine geçer. Asıl mümkün oldukça onun yerini tutacak olana gidilmez.

Mal ile yapılan keffâretler, ölülerin kefenlerine, borç­larına veya mescidlerin inşâsına harcanamaz. Çünkü keffâret bedellerinin fakirlere yedirilmesi veya onlara temlik edilmesi (mülkiyetlerine geçirilmesi) şarttır. Bu harcamalarda ise yemek yedirme ve mülkiyete geçirme bulunmaz.

13 Şubat 2010 Cumartesi

YEMİNİN KISIMLARI VE HÜKÜMLERİ

YEMİNİN KISIMLARI VE HÜKÜMLERİ
13 Subat 2010 Cumartesi


Allâhü Teâlâ'nın ismi veya sıfatlarından biriyle yapı­lan yeminler üç kısımdır:

1- Yanlışlıkla veya doğru olduğunu zannederek yalan yere yapılan yemindir ki buna Yemîn-i Lağv denir.

Bir kimsenin kasıtsız olarak başka bir şey söyleyecek iken 'Vallahi' diye yemin etmesi ve borcunu ödemediği hâlde ödediğini zannederek 'Vallahi borcumu ödedim.' diye yemin etmesi de böyledir.

Böyle yeminden dolayı keffâret lazım gelmez. Bunun bağışlanacağı umulur.

2- Yalan yere kasten, bilerek yapılan yemindir ki buna Yemîn-i Gamûs denir. Meselâ borcunu ödemediğini bildiği halde 'Vallahi, ben borcumu ödedim' diye yemin etmesi bu kabildendir.

Bu pek büyük bir günahtır. Böyle yalan bir yemin yurtları vîrân, yalancıları mahv u perişan eder. Bunun keffâreti yoktur. Bunun günahından keffâret ile de kurtulunmaz. Bağışlanması için tevbe ve istiğfar etmelidir. Bu yüzden herhangi bir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu yerine getirip helâllik almak lâzım gelir.

3- Mümkün olan ve geleceğe ait bir şey hakkında ya­pılan yemindir. Buna Yemîn-i Mün'akide denir. 'Valla­hi, ben yarın borcumu vereceğim' veya 'Vallahi, ben filân kimseyle konuşmayacağım.' denilmesi gibi.

Böyle bir yemine riâyet edilirse keffâret lazım gelmez. Fakat riâyet edilmezse yemin bozulmuş, keffâret lâzım gelmiş olur.

Böyle bir yemine riâyet etmek lâzımdır. Ancak riâyet edildiği takdirde bir farz işlenmemiş olacak veya umumun menfaati zarar görecekse veya bir musibet işlenecek olursa bu yemine riâyet edilmemesi icâb eder. Bu yemin bozulur, keffâret verilir ve Allâhü Teâlâ'dan af dilenir.

Meselâ: bir kimse borcunu vermemeye veya babası ile konuşmamaya yemin etse buna riâyet edemez. Bor­cunu verir, babasıyla konuşur, sonra da keffâretini yeri­ne getirir.

12 Şubat 2010 Cuma

NİZÂMÜLMÜLK'ÜN HACCI

NİZÂMÜLMÜLK'ÜN HACCI
12 SUBAT 2010 CUMA


Alimlerden Abdullah Sâvecî anlatmıştır: Nizamülmülk, Sultan Melikşah'dan hacca gitmek için izin iste­miş, o da vermişti.

Bağdat'tan çıkıp Dicle'nin öte yakasında çadırlar kur­dular, sefer âlet ve edevatı koştular, kumaşlar düzdüler. Çadırlar Dicle boyunca uzanmakta idi.

Ben o gün veziri ziyaret etmek istemiştim. Çadırının kapısına geldiğimde orada beklemekte olan Türk sîmâsına sâhib fakîr bir zât bana durulmuş bir kağıt par­çası verdi ve "Ey efendi, şu emâneti sahibine ulaştırıver." dedi.

Ben de tamam dedim ve kâğıdı aldım. Vezîrin huzu­runa girdim. Emânete riâyet etmiş olmak için kâğıdı açıp da içine hiç bakmadım. Kâğıdı vezîre verdim. Ona baktı, pek çok ağladı. Ağlaması şiddetlenince ben "Keş­ke bir baksa idim de içinde fena bir şey vardı ise vermezdim" dedim. Sonra vezîr bana kâğıdın sahibini sordu. Ben hemen çıktım, onu ne kadar aradı isem de bulamadım. Vezîre dönüp bulamadığımı bildirdim. Ba­na kâğıdı verdi. Üzerinde "Resûlullâh Efendimizi rüyam­da gördüm. Bana Hasan'a (Nizâmülmülk'e) var ve de ki: Mekke'ye nasıl gidersin, halbuki senin haccın buradadır. Sana ben demedim mi ki, şu Türklerin beldesinde kal ve ümmetimden ihtiyaç sahiplerinin ihtiyâçlarını gi­dermek hizmetlerinde ol" yazıyordu.

Bunun üzerine Nizâmülmülk hacca gitmekten vaz­geçti ve Bağdad'a döndü. Anahtar Kelimeler: Nizamülmülk - Nizamülmülk'ün Hacci - Nizam-ül-mülk - Nizam ül mülk -

OSMANLI'DA İLK CUMA NAMAZI VE İLK HUTBE

OSMANLI'DA İLK CUMA NAMAZI VE İLK HUTBE
12 SUBAT 2010 CUMA


Oruç Bey Tarihi'nde Osmanlı'da İlk Cuma namazının kılınışı ve ilk hutbenin okunuşu şöyle anlatılır:

İlk Cuma namazı, Osman Gazi zamanında Karacahisar (Karahisar) alınınca burada kılındı. Cuma ve bay­ram namazını Tursun Fakı (Fakih) kıldırdı ve Osman Gazi adına ilk hutbeyi hicretin 689 (1290 / 91) yılında okudu.

HADÎS: AĞAÇ DİKMENİN EHEMMİYETİ

AĞAÇ DİKMENİN EHEMMİYETİ
12 SUBAT 2010 CUMA


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:

Kim ağaç dikerse, Allah azze ve celle ona ağaçtan hâsıl olan (elde edilen) fayda miktarınca sevap yazar.

Hurma ve (meyveli-meyvesiz) ağaç, sahibi için ve ondan sonra gelen kimseler için, -Allaha (nimetlerinden dolayı) şükrettikleri müddetçe- bereket ve hayırdır.

Kim çorak araziyi ihya ederse, o araziden o kimseye sevap vardır. Ondan insanlar ve hayvanlar yedikçe ona sadaka olur.

Her kim (sahrada insanların ve hayvanların gölge­lendiği) sedir ağacını (haksız ve lüzumsuz yere keser­se) Allâhü Teâlâ onu yüzüstü cehenneme atsın.

Yedi şey vardır ki kişi ölüp kabrinde bile olsa hâsıl olan sevap ona ulaşır: ilim öğreten, nehir (şu kanalı açıp) akıtan, kuyu açan, hurma diken, mescid yapan, Kur'ân-ı Kerîm miras bırakan, ölümünden sonra kendi­sine istiğfar edecek evlât bırakan kimseler. Anahtar Kelimeler: Agac dikmenin ehemmiyeti - AĞAÇ DİKMENİN EHEMMİYETİ - AĞAÇ DİKMENİN Önemi - Agac dikmenin önemi -

MELEKLER

MELEKLER
12 SUBAT 2010 CUMA

Îmanın şartlarından ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler yemez, içmez ve günâh işlemezler. Onlarda erkeklik ve dişilik yoktur. Kimi yerde, kimi gökte dâima ibâdet ve tesbîh ederler. Bazıları insanlara vazîfeli olup onlara hafaza ve kirâmen kâtibîn denir. Onlardan biri insanın sağ tarafında bulunup sevâbları yazar, biri de sol tarafında bulunup günâhları yazar.

Cebrâîl, Azrâîl, İsrâfîl ve Mîkâîl aleyhimüsselâm me­leklerin en büyükleridir.

Cebrâîl (a.s.), Allâh'dan peygamberlere vahiy getiren melektir.

Azrâîl (a.s.), ölüm vakti gelenin ruhunu (canını) alır.

İsrâfîl (a.s.), dünyânın ömrü bitince (hû) diye sûra üfürür, kıyamet kopar ve bütün canlılar ölür. Bir zaman sonra tekrar sûra (hû Allah Hay) diye üfürür ve bütün ölüler dirilir.

Mikâîl (a.s.) yağmur yağdırmak ve bitkilerin büyümesi gibi şeylerle vazîfelidir.

11 Şubat 2010 Perşembe

HAKİKİ DOSTLARLA BERABER OLMAK

HAKİKİ DOSTLARLA BERABER OLMAK
11 SUBAT 2010 PERSEMBE


Gerçek dostlarla karşılaşmak, kalbe muhabbet aşısı yapar. Salih insanlara sadece bakmak bile insana tesir eder. Bir resme bakmak, o resme bakana hiç tesir etmez mi? Sevinçli birini gören sevinmez mi? İşte bunun için, nazarı (bakışı) fayda vermeyenin sözü fayda etmez, derler. Bu hayvanlarda bile vardır. Azgın bir deve, uslu develerin yanına konduğu zaman uysallaşıverir.

Mesela bir leş, içine karıştığı suyu, havayı bozar. Her canlıda bu varsa, insanda bu beraberlik fazlasıyla vardır. Çünkü insanda dost aramaya müsaitlik fazlasıyla vardır. Zira insan dost aramaya müsait yaratılmıştır, insanın dostları, Allah'ın dostları değil mi?
(Şehâbeddin es-Sühreverdî k.s)

ÖZLÜ SÖZLER

ÖZLÜ SÖZLER
11 SUBAT 2010 PERSEMBE



Cehalet felakettir, amelsiz ilim ise vebal! Silkinelim, atalet ve cehaleti yenelim.

Hakkı istemeli, gerçeği aramalı, onu sevmeli ve saymalı.

Gülün dikenine değil, kokusuna ve rengine bakın.
(Mahmud Esad Cosan k.s.)

CENNETE İLK GİREN

CENNETE İLK GİREN
11 SUBAT 2010 PERSEMBE

Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda Cebrail 'e sordu :

"Benden sonra ümmetimin başına kim geçecek ? Onları kim idare edecek?" Allah Teala Cebrail 'e şöyle bildirdi :

"Ümmeti hakkında kendisini mahcup etmeyeceğimi habibime müjdele. Ve yine ona, insanlar dirilecekleri zaman, kabirden en önce kalkacak olanın o olacağını, mahşerde tüm mahlukatın efendisi olduğunu, kendisi ve ümmeti cennete girmeden önce başka ümmetlerin girmelerinin yasak olduğunu müjdele."

Hz. Peygamber (s.a.v) bu müjdeleri alınca :

"Simdi gözlerim aydın oldu/sevindim" buyurdu. (Taberânî)

YAKINLIK SEBEBİ VELİLER

YAKINLIK SEBEBİ VELİLER
11 ŞUBAT 2010 PERŞEMBE

Şah-ı Nakşibend (k.s) şöyle demiştir:

"Allah'ın sevgili kulları, insanlar edep öğrensinler diye halkın yükünü alırlar.
Bu sebeple de veli kulların vesilesiyle yüce Allah'a yakınlık bulurlar.
Velilerden her birinin kalbinde yüce Allah'ın rahmet nazarı vardır.
Kim bir veli kul ile karşılaşırsa, o ilâhî nazarın bereketini bulur."

10 Şubat 2010 Çarşamba

NAKŞİBENDİ YOLU

NAKŞİBENDİ YOLU
10 SUBAT 2010 CARSAMBA

Nakşibendi yolu, 791 (1389) yılında vefat eden Hâce Muhammed Bahâeddin Nakşibend hazretlerinin temel usullerini belirlediği bir manevi terbiye sistemidir.

Bu terbiye yolu Şah-ı Nakşibend ile başlamış değildir. Bu yolun usul ve adabı, silsile yolu ile Hz. Ebu Bekir'e (r.a), ondan Hz. Resulullah'a (s.a.v) ulaşmaktadır. Terbiyenin başında Peygamber Efendimiz (s.a.v) bulunmaktadır. Bu yolun temel özelliği gizli zikir ve ilahi muhabbettir. Bu zikir ve terbiye yolu, tarih içinde gelen mürşid-i kamillerin ismiyle farklı adlarla anılmıştır.

Hz. Ebu Bekir 'den (r.a) sonra bu yola "Sıddıkıyye", Bâyezid-i Bistâmî'den sonra "Tayfûriyye", Hâce Abdülhâlik-ı Gucdüvâni'den sonra "Hacegâniyye" ismi verildi. Şah-ı Nakşibend'den sonra ise "Nakşibendiyye" ismi verildi. Günümüzde de bu isimle anılmaktadır.

BİR KİMSEYİ ALLAH İÇİN SEVMEK

BİR KİMSEYİ ALLAH İÇİN SEVMEK
10 SUBAT 2010 CARSAMBA


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: Allah için sevdiği din kardeşini ziyarete giden kimseye Allah bir melek gönderir. Melek:

- Nereye gidiyorsun? diye sorar. Adam:

- Falan kardeşimi ziyarete gidiyorum, der.

- Onda bir ihtiyacın mı var? diye sorar. Adam:

- Hayır, der. Melek:

- O zâtla aranızda akrabalık mı var? der. Adam:

- Hayır, der. Melek:

- Yoksa onun sana yaptığı bir iyilik mi var? der. Adam:

- Hayır, diye cevap verir. Melek:

- Peki, neden ziyaretine gidiyorsun? diye sorar. Adam:

- Kendisini Allah için sevdiğimden gidiyorum, der.

Melek:
- Onu Allah için sevdiğinden dolayı Allâhü Teâlâ da seni sevdiğini ve sana cenneti (vermeyi kendisine) vâcib kıldığını bildirmem için beni gönderdi, der.

9 Şubat 2010 Salı

HOCA NASREDDİN (R.H.)

HOCA NASREDDİN (R.H.)
09 SUBAT 2010 SALI


Nasreddin Hoca Akşehir sakinlerinden olup latîfeleriyle hakkı ifâde eden bir zât idi. Timur ile görüşenlerdendir.

Hac seferinde Hicaz'da Hâce Bahâuddin Nakşıbend'in (k.s.) bizzat kendilerinden tarîkat-i aliyye usûlünü almıştır.

Oğlu Celâleddinin oğlu Hızır Bey İstanbul'un fethinde beldenin ilk kadısı olmuştur.

Nasreddin Hoca (r.h.) H. 774 (M. 1372/73) tarihinde kadir gecesinde memleketi Akşehir'de vefat etmiştir. Kabri halen bilinir ve ziyaret edilir. "İrtihâlü'l-cinân" vefatına tarih düşürülmüştür. Nasreddin Hoca merhumun bir manzum latifesi şöyledir:


Çarh-ı felek eğri büğrü dönerest
Dostunu kor düşmanını öğerest
Lale sünbül hiç giyecek bulamaz
Acı soğan kat kat etmiş giyerest.

(Mecmûa-i Tevârih, Ayvansarâyî)