"EY EHL-İ KİTAB! NİÇİN HAKKI BÂTILLA KARIŞTIRIYORSUNUZ? VE HAKKI GİZLİYORSUNUZ?"
29 NİSAN 2010 CUMA
Allâhü Teâlâ, İsrâîloğulları'na gönderdiği Peygamberlerden Hz. Şa'yâ'a (aleyhisselâma) şöyle vahyetti:
"Ben bir nebiyy-i ümmî göndereceğim, O İsrâiloğulları onu tanırlar da yine îmân etmezler. O Peygamber, sert değil, kaba değil: Sokaklarda bağırmaz, hiçbir çirkin şey ona yol bulamaz, edebe aykırı söz söylemez. Ben güzel ahlâkın tamâmını onda toplayacağım. Elbisesi vakar, şiarı iyilik, özü takva, sözü hikmet, tabîati doğruluk ve vefa, işi adalet, rehberi hidâyet, dîni İslâm, ismi Ahmed'dir. Onunla sapıklıktan sonra hidâyeti cehaletten sonra hakikati öğreteceğim. Düşkünlükten sonra onunla yükselteceğim. Azlıktan sonra onunla çoğaltacağım. Darlıktan sonra onunla zenginleştireceğim. Birbirine düşman toplulukları ve farklı milletleri onunla birleştireceğim. Onlar birbirlerini kardeş gibi severler.
Onun ümmeti de insanlardan çıkarılmış en hayırlı ümmettir. İman ve ihlâs ile beni tevhid eder; birlerler. Ma'rûfu (iyiliği) emreder, münkeri (kötülüğü) nehyeder, ona mâni olurlar. Saf saf olup kıyam, kuûd, rükû ye secde ederek bana namaz kılarlar. Benim yolumda yine saf tutup cihâd ederler. Rızâma ermek için din yolunda mallarından, diyarlarından çıkarlar. Onlar, mescidlerinde, meclislerinde, yattıkları, gezdikleri yerlerde tekbir, tevhid, tesbîh, tahmid (yani beni zikretmek) ile meşgul olurlar. Benim için yüzlerini ve etraflarını temiz kılarlar. Yolumda, dînim uğrunda kurbân (şehîd) olurlar. Sîretleri, ahlâkları benim kitabıma birebir uygundur. Bu benim, bir fazlım ve ihsânımdır ki dilediğime veririm."
Kaynak: Fazilet Takvimi
30 Nisan 2010 Cuma
Hz. PEYGAMBER'İN MUCİZELERİ 2
Hz. PEYGAMBER'İN MUCİZELERİ 2
30 NİSAN 2010 CUMA
Onun en büyük mucizesi Kur'an'dır. Diğer mucizelerinden birkaçı şöyledir:
O, Allah'ın izniyle ayı ikiye bölmüştür. Bir defasında parmaklarının arasından su çıkmıstir ve askerin tamamı o sudan içmistir.
İlk zamanlarda Mescid-i Nebevî'de bir hurma kütüğü vardı ki üzerine çıkar hutbe okurdu. Minber yapılınca Hz. Peygamber (s.a.v) hurma kütüğünü bırakıp minbere çıktığında, hurma kütüğü bir deve iniltisi gibi ağlamaya başladı. Orada bulunan insanlar onun bu durumunu görerek sesini işittiler. Peygamberimiz gelip onu kucakladı; bunun üzerine sakinleşti. Sonra da hurma kütüğü için bir yer açıldı ve oraya konuldu.
Kaynak: Semerkand Takvimi
30 NİSAN 2010 CUMA
Onun en büyük mucizesi Kur'an'dır. Diğer mucizelerinden birkaçı şöyledir:
O, Allah'ın izniyle ayı ikiye bölmüştür. Bir defasında parmaklarının arasından su çıkmıstir ve askerin tamamı o sudan içmistir.
İlk zamanlarda Mescid-i Nebevî'de bir hurma kütüğü vardı ki üzerine çıkar hutbe okurdu. Minber yapılınca Hz. Peygamber (s.a.v) hurma kütüğünü bırakıp minbere çıktığında, hurma kütüğü bir deve iniltisi gibi ağlamaya başladı. Orada bulunan insanlar onun bu durumunu görerek sesini işittiler. Peygamberimiz gelip onu kucakladı; bunun üzerine sakinleşti. Sonra da hurma kütüğü için bir yer açıldı ve oraya konuldu.
Kaynak: Semerkand Takvimi
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN
29 NİSAN 2010 CUMA
• Sultan Abdülhamid Han'ın fevkalâde çalışkanlığı ve hususî hayâtının intizâmı hayretle bahsedilen meziyyetlerindendir: Meselâ vefatına kadar yaz kış ılık duş yapmış ve hiçbir gün fasıla vermemiştir! Mesaî saatleri gayet muntazamdır ve yorulmak bilmeden çalışır. Mühim telgraflar ve haberler geldiği zaman gece uykusundan bile uyandırılabilir.
• Sultan, haysiyyet, vakar ve namus timsâlidir: On dört sene Mâbeyn kâtipliğinde bulunmuş olan eski Dâhiliyye Nazırlarından Reşid Bey'in hatıratında onun bu en bariz vasfına: "Kelimenin tam mânasiyle afîf idi: Yâni kimsenin ırzına ve kesesine göz diktiği görülmemiştir." diye şehâdet edilmektedir.
• Sultan Abdülhamid Han çok iktisatlı olmakla bilinir: Şehzadelik hayatı çiftliklerinin mahsûlâtiyle ticâret ya parak, parasını işleterek, mülklerinin idaresiyle bizzat meşgul olarak geçmiştir. Kardeşlerine borç verdiğinden bile bahsedilir! Beşinci Murad'ın cülusunda bir milyon altından fazla borcu olduğu hâlde, Sultan Abdülhamid Han tahta çıktığı zaman yalnız nakdî serveti yüz bin altından fazladır. Saltanatı devrinde de dâima idareli davranmış, umûmun menfaatine âit işlerde kendi kesesinden pek çok fedakârlıklarda bulunmuştur.
• İkinci Abdülhamid'in en büyük hususiyetlerinden biri de kan dökmekten son derece çekinmesidir. Reşid Bey hatıratında bu noktayı şöyle anlatır: "Kâtiplik hizmetinde bulunduğum on dört sene zarfında âdi cürümlerinden dolayı haklarında idam hükmü verilenler elbette yüzü geçmiştir. Pâdişâh bunların arasında yalnız birinin, anasını ve babasını katletmiş bir canavarın idamı hükmünü tasdik etti. Diğerleri hakkındaki idam cezalarını, müebbede, yahut yirmi, yirmi beş sene, hattâ daha az kürek cezasını dâima hapis cezasına tahvil etmiş olduğu, hâlen Hazîne-i-Evrak kayıtları ile de sabittir." Otuz üç sene süren saltanat devrinde idam edilenlerin tamâmı birkaç kişiden ibarettir.
Kaynak: Fazilet Takvimi
29 NİSAN 2010 CUMA
• Sultan Abdülhamid Han'ın fevkalâde çalışkanlığı ve hususî hayâtının intizâmı hayretle bahsedilen meziyyetlerindendir: Meselâ vefatına kadar yaz kış ılık duş yapmış ve hiçbir gün fasıla vermemiştir! Mesaî saatleri gayet muntazamdır ve yorulmak bilmeden çalışır. Mühim telgraflar ve haberler geldiği zaman gece uykusundan bile uyandırılabilir.
• Sultan, haysiyyet, vakar ve namus timsâlidir: On dört sene Mâbeyn kâtipliğinde bulunmuş olan eski Dâhiliyye Nazırlarından Reşid Bey'in hatıratında onun bu en bariz vasfına: "Kelimenin tam mânasiyle afîf idi: Yâni kimsenin ırzına ve kesesine göz diktiği görülmemiştir." diye şehâdet edilmektedir.
• Sultan Abdülhamid Han çok iktisatlı olmakla bilinir: Şehzadelik hayatı çiftliklerinin mahsûlâtiyle ticâret ya parak, parasını işleterek, mülklerinin idaresiyle bizzat meşgul olarak geçmiştir. Kardeşlerine borç verdiğinden bile bahsedilir! Beşinci Murad'ın cülusunda bir milyon altından fazla borcu olduğu hâlde, Sultan Abdülhamid Han tahta çıktığı zaman yalnız nakdî serveti yüz bin altından fazladır. Saltanatı devrinde de dâima idareli davranmış, umûmun menfaatine âit işlerde kendi kesesinden pek çok fedakârlıklarda bulunmuştur.
• İkinci Abdülhamid'in en büyük hususiyetlerinden biri de kan dökmekten son derece çekinmesidir. Reşid Bey hatıratında bu noktayı şöyle anlatır: "Kâtiplik hizmetinde bulunduğum on dört sene zarfında âdi cürümlerinden dolayı haklarında idam hükmü verilenler elbette yüzü geçmiştir. Pâdişâh bunların arasında yalnız birinin, anasını ve babasını katletmiş bir canavarın idamı hükmünü tasdik etti. Diğerleri hakkındaki idam cezalarını, müebbede, yahut yirmi, yirmi beş sene, hattâ daha az kürek cezasını dâima hapis cezasına tahvil etmiş olduğu, hâlen Hazîne-i-Evrak kayıtları ile de sabittir." Otuz üç sene süren saltanat devrinde idam edilenlerin tamâmı birkaç kişiden ibarettir.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Padişah,
Reşid Bey,
Sultan,
Sultan Abdülhamid Han
GIYBET NEDİR ?
GIYBET NEDİR ?
29 NİSAN 2010 CUMA
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı bir şey söylemektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Bilir misiniz, gıybet nedir?" Allah ve resulü daha iyi bilir, dediler. "Kardeşini, hoşlanmıyacağı bir şey ile anmandır." buyurdu. "Ya söylediğim kardeşimde varsa?..' denildi. "Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun ve eğer söylediğin onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun." buyurdu.
Bir kimsenin din ve dünya işleri ile alâkalı ayıblarını söylemek böyledir. Lâkin gıybetin vebal olması için aleyhinde konuşulanın tanınması ve söylenen sözün kötüleme yolu ile söylenmiş olması şarttır.
Bir kimse din kardeşinin kusurlarını onun bu kusurlarından kurtulmasını isteyerek anlatırsa gıybet olmaz. Gıybet, ancak öfke ile ve kötüleyerek anlatmaktır. O halde kötülüğü düzeltmek için veya fetva almak, hüküm sormak için veya şerrinden sakındırmak için yahut topal demek gibi bir kişiyi sıfatı ile tarif için olursa gıybet olmaz. Günahı aşikare işleyen bir kimsenin yaptıklarını veya gizlediği bir aybını söylemek de gıybet olmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Kim haya örtüsünü atarsa (utanmayı bırakırsa) artık onun gıybeti(nde vebal) yoktur." ve "İnsanlardan fısk ve fücur ile tanıdığını anmaktan korkacak mısınız? Onu ondaki ile anın ki insanlar ondan sakınsın." buyurdular.
Allâhü Teâlâ "Hiçbiriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi? Elbette sevmez değil mi? Demek ki o eti yemekten tiksindiniz. Öyle ise yapmayın ve Allah'tan korkun..." (Hucurât, 12...) buyurdu.
Bu gıybetin hem aklen ve hem de dînen çirkinliğini gösterir. Gıybet edilen kimse söylenen sözü bilmemek ve o esnada kendini müdâfâ edecek vaziyyette olmamak bakımından bir ölü -hem de kardeş olan bir ölü- gibidir. O vaziyyette onun kötülüğünü söyleyip gıybet ederek haysiyyetine saldırmak, bir ölünün etlerini parçalayıp yemek; bilhassa kurtlu etleri hırs ve iştahla seve seve yemek kabilinden bir canavarlığa benzetiliyor.
Kaynak: Fazilet Takvimi
29 NİSAN 2010 CUMA
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı bir şey söylemektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Bilir misiniz, gıybet nedir?" Allah ve resulü daha iyi bilir, dediler. "Kardeşini, hoşlanmıyacağı bir şey ile anmandır." buyurdu. "Ya söylediğim kardeşimde varsa?..' denildi. "Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun ve eğer söylediğin onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun." buyurdu.
Bir kimsenin din ve dünya işleri ile alâkalı ayıblarını söylemek böyledir. Lâkin gıybetin vebal olması için aleyhinde konuşulanın tanınması ve söylenen sözün kötüleme yolu ile söylenmiş olması şarttır.
Bir kimse din kardeşinin kusurlarını onun bu kusurlarından kurtulmasını isteyerek anlatırsa gıybet olmaz. Gıybet, ancak öfke ile ve kötüleyerek anlatmaktır. O halde kötülüğü düzeltmek için veya fetva almak, hüküm sormak için veya şerrinden sakındırmak için yahut topal demek gibi bir kişiyi sıfatı ile tarif için olursa gıybet olmaz. Günahı aşikare işleyen bir kimsenin yaptıklarını veya gizlediği bir aybını söylemek de gıybet olmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Kim haya örtüsünü atarsa (utanmayı bırakırsa) artık onun gıybeti(nde vebal) yoktur." ve "İnsanlardan fısk ve fücur ile tanıdığını anmaktan korkacak mısınız? Onu ondaki ile anın ki insanlar ondan sakınsın." buyurdular.
Allâhü Teâlâ "Hiçbiriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi? Elbette sevmez değil mi? Demek ki o eti yemekten tiksindiniz. Öyle ise yapmayın ve Allah'tan korkun..." (Hucurât, 12...) buyurdu.
Bu gıybetin hem aklen ve hem de dînen çirkinliğini gösterir. Gıybet edilen kimse söylenen sözü bilmemek ve o esnada kendini müdâfâ edecek vaziyyette olmamak bakımından bir ölü -hem de kardeş olan bir ölü- gibidir. O vaziyyette onun kötülüğünü söyleyip gıybet ederek haysiyyetine saldırmak, bir ölünün etlerini parçalayıp yemek; bilhassa kurtlu etleri hırs ve iştahla seve seve yemek kabilinden bir canavarlığa benzetiliyor.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Dini Bilgiler,
Gıybet,
Peygamber Efendimiz (s.a.v)
29 Nisan 2010 Perşembe
TATLI DİL YILANI DELİĞİNDEN ÇIKARIR
TATLI DİL YILANI DELİĞİNDEN ÇIKARIR
29 NİSAN 2010 PERŞEMBE
İnsanın kendisinde var olan kötü huylarından vazgeçmesi kolay değildir. İnsan inançlara saygılı, güzel bir eğitim ve terbiye ile zayıf ve kötü yönlerini baskı altına alabilir. Bu durumda iyilik, hoşgörü ve merhamet kavramlarını ön plana çıkartır, bu sayede kötü huylarının önünü kesmiş olur.
Sevgi ve hoşgörünün çağımızda insanlar arasında en önemli barışcıl etken olduğu unutulmamalıdır. Sevgi, barış ve hoşgörü insanlar arasında ilişkiyi doğru kurabilmenin en güzel yoludur.
Sevgi ve dostluğu çıkardan uzak tutup hilesiz bir biçimde yüreğimize nakış nakış işlediğimizde sığ ve kirli sularda kürek çekmekten kurtulur, gerçek doğruluğa ve mutluluğa, erdemliğe yaklaşmış oluruz.
Tatlı dilin insan yapısına uygun olduğu, bu nedenle en zor meselelerin bile tatlı dil ile üstesinden gelinebileçeği bir gerçektir.
Tatlı dil ve güzel huy, KUR'AN üslubudur. Peygamber (s.a.v), hayatı boyunca muhataplarına bu üslupla yaklaşmış ve daima başarıya ulaşmıştır. Efendimiz hiç bir zaman kırıcı davranmamıştır.
Yunus Emre ne güzel söylemiş: "SÖZ OLA KESE SAVAŞI, SÖZ OLA KESTİRE BAŞI; SÖZ OLA AĞULU AŞI, YAĞ İLE BAL EDE BİR SÖZ."
Kaynak: Diyanet Takvimi
29 NİSAN 2010 PERŞEMBE
İnsanın kendisinde var olan kötü huylarından vazgeçmesi kolay değildir. İnsan inançlara saygılı, güzel bir eğitim ve terbiye ile zayıf ve kötü yönlerini baskı altına alabilir. Bu durumda iyilik, hoşgörü ve merhamet kavramlarını ön plana çıkartır, bu sayede kötü huylarının önünü kesmiş olur.
Sevgi ve hoşgörünün çağımızda insanlar arasında en önemli barışcıl etken olduğu unutulmamalıdır. Sevgi, barış ve hoşgörü insanlar arasında ilişkiyi doğru kurabilmenin en güzel yoludur.
Sevgi ve dostluğu çıkardan uzak tutup hilesiz bir biçimde yüreğimize nakış nakış işlediğimizde sığ ve kirli sularda kürek çekmekten kurtulur, gerçek doğruluğa ve mutluluğa, erdemliğe yaklaşmış oluruz.
Tatlı dilin insan yapısına uygun olduğu, bu nedenle en zor meselelerin bile tatlı dil ile üstesinden gelinebileçeği bir gerçektir.
Tatlı dil ve güzel huy, KUR'AN üslubudur. Peygamber (s.a.v), hayatı boyunca muhataplarına bu üslupla yaklaşmış ve daima başarıya ulaşmıştır. Efendimiz hiç bir zaman kırıcı davranmamıştır.
Yunus Emre ne güzel söylemiş: "SÖZ OLA KESE SAVAŞI, SÖZ OLA KESTİRE BAŞI; SÖZ OLA AĞULU AŞI, YAĞ İLE BAL EDE BİR SÖZ."
Kaynak: Diyanet Takvimi
BERCESTE
BERCESTE
29 NİSAN 2010 PERŞEMBE
29 NİSAN 2010 PERŞEMBE
"Dünyayı talep etme ki ona bağlanır ve o uğurda dinini yele verirsin.
Çok gülme, hele kahkahayla gülmemeye çok dikkat et. Gülmek kalbi öldürür."
(Şah-ı Nakşibend k.s)
Etiketler:
Berceste,
Şah-ı Nakşibend
Hz. NUH (a.s)
Hz. NUH (a.s)
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
İnsanlar Allah'ın birliğine dayanan gerçek tevhid dinini bırakıp putlara tapınmaya başlamışlardı. Kendilerine Hz. Nuh (a.s) peygamber olarak gönderildi.
İnsanlar Hz. Nuh'un (a.s) 950 sene süren öğütlerini dinlemediler. Sonunda Hz. Nuh, yüce Allah'ın emri ile gemi yaptı. Bu gemi tamamlandıktan sonra gökten yağmurlar yağmaya, yerden sular fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı. Dağların tepelerini bile aştı. Buna "Tufan" olayı denir.
Nuh aleyhisselâm, Sam, Ham ve Yafes adındaki üç oğlu ile diğer müminleri ve hayvanlardan birer çifti gemiye almış, bunun dışında kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir.
Daha sonra yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hz. Nuh'un gemisi de, Cudi dağının üzerine inmişti. Gemi halkı karaya çıkmış, yüce Allah'ın dinine bağlı kaldıkları için selâmete ermişlerdi.
Kaynak: Semerkand Takvimi
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
İnsanlar Allah'ın birliğine dayanan gerçek tevhid dinini bırakıp putlara tapınmaya başlamışlardı. Kendilerine Hz. Nuh (a.s) peygamber olarak gönderildi.
İnsanlar Hz. Nuh'un (a.s) 950 sene süren öğütlerini dinlemediler. Sonunda Hz. Nuh, yüce Allah'ın emri ile gemi yaptı. Bu gemi tamamlandıktan sonra gökten yağmurlar yağmaya, yerden sular fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı. Dağların tepelerini bile aştı. Buna "Tufan" olayı denir.
Nuh aleyhisselâm, Sam, Ham ve Yafes adındaki üç oğlu ile diğer müminleri ve hayvanlardan birer çifti gemiye almış, bunun dışında kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir.
Daha sonra yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hz. Nuh'un gemisi de, Cudi dağının üzerine inmişti. Gemi halkı karaya çıkmış, yüce Allah'ın dinine bağlı kaldıkları için selâmete ermişlerdi.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Hz. Nuh,
İnsan,
Nuh Tufanı,
Peygamber,
Tevhid
BİR ÖĞÜT
BİR ÖĞÜT
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
Gavs-ı Sânî hazretleri'ne soruldu:
"Efendim, uzun zamandır ziyaretinize gelip gidiyoruz. Yanınızdayken halimizde bir düzelme oluyor. Memlekete döndüğümüzde bu hal bir süre devam ediyor. Daha sonra halimizi muhafaza edemiyoruz. Bize ne buyurursunuz?"
Gavs-ı Sânî hazretleri, elini yumruk haline getirerek şöyle buyurdular:
"İnsanın kalbi bu yumruk kadardır. Bunun içinde muhabbetullah olması lazımdır." Sonra orada yanan ışığı göstererek, "Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık hem karanlık olmaz. Işık yanarsa aydınlık olur, sönerse karanlık olur. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olması lazımdır. Muhabbetullah yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için sûfî şu dört şeye devam etmesi gerekir: Mürşid ziyareti, mürşid sohbeti, rabıta, vird" buyurdular.
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
Gavs-ı Sânî hazretleri'ne soruldu:
"Efendim, uzun zamandır ziyaretinize gelip gidiyoruz. Yanınızdayken halimizde bir düzelme oluyor. Memlekete döndüğümüzde bu hal bir süre devam ediyor. Daha sonra halimizi muhafaza edemiyoruz. Bize ne buyurursunuz?"
Gavs-ı Sânî hazretleri, elini yumruk haline getirerek şöyle buyurdular:
"İnsanın kalbi bu yumruk kadardır. Bunun içinde muhabbetullah olması lazımdır." Sonra orada yanan ışığı göstererek, "Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık hem karanlık olmaz. Işık yanarsa aydınlık olur, sönerse karanlık olur. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olması lazımdır. Muhabbetullah yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için sûfî şu dört şeye devam etmesi gerekir: Mürşid ziyareti, mürşid sohbeti, rabıta, vird" buyurdular.
Etiketler:
Bir Öğüt,
Gavs-ı Sânî Hazretleri
AHİRET HAYATI
AHİRET HAYATI
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
Ahiret, bu dünyadan sonraki sonsuz âlemdir. Bir gün gelecek, bu dünyadan ve üzerinde bulunanlardan hiçbir eser kalmayacaktır. Allah'ın takdir ettiği gün gelince, insanlarla beraber bütün varlıklar yok olacaktır. Bu, kıyamettir.
Bundan sonra yine yüce Allah'ın takdir ettiği zaman gelince, bütün insanlar yeniden dirileceklerdir. İnsanların hepsi "mahşer" denilen çok geniş ve düz bir sahada toplanmış olacaklar ve yeni bir hayat başlayacaktır. Bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez ve tükenmez, sonu gelmez bir halde devam edecek olan âleme, ahiret âlemi denir. Buna inanmak da dinimizde bir esastır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
29 NİSAN 2010 PERSEMBE
Ahiret, bu dünyadan sonraki sonsuz âlemdir. Bir gün gelecek, bu dünyadan ve üzerinde bulunanlardan hiçbir eser kalmayacaktır. Allah'ın takdir ettiği gün gelince, insanlarla beraber bütün varlıklar yok olacaktır. Bu, kıyamettir.
Bundan sonra yine yüce Allah'ın takdir ettiği zaman gelince, bütün insanlar yeniden dirileceklerdir. İnsanların hepsi "mahşer" denilen çok geniş ve düz bir sahada toplanmış olacaklar ve yeni bir hayat başlayacaktır. Bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez ve tükenmez, sonu gelmez bir halde devam edecek olan âleme, ahiret âlemi denir. Buna inanmak da dinimizde bir esastır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Ahiret,
Ahiret Alemi,
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Diriliş,
İnsan,
Kıyamet,
Mahşer,
Mahşer Meydanı
28 Nisan 2010 Çarşamba
O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-HÂFİD
O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-HÂFİD
28 NİSAN 2010 CARSAMBA
el-HÂFİD: Allah (c.c) yukarıdan aşağıya indiren, alçaltandır. O, şan ve şeref sahibi kullarını hikmeti gereği bazen rezil eder. Bu muamelesi çok defa, kendisini tanımayan, emirlerini dinlemeyen âsiler, başkalarını beğenmeyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanımayan zalim zorbalar hakkında tecelli eder.
28 NİSAN 2010 CARSAMBA
el-HÂFİD: Allah (c.c) yukarıdan aşağıya indiren, alçaltandır. O, şan ve şeref sahibi kullarını hikmeti gereği bazen rezil eder. Bu muamelesi çok defa, kendisini tanımayan, emirlerini dinlemeyen âsiler, başkalarını beğenmeyen mütekebbirler ve hak, hukuk tanımayan zalim zorbalar hakkında tecelli eder.
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN DÜNYAYA TEŞRİFİ
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN DÜNYAYA TEŞRİFİ
28 NİSAN 2010 CARŞAMBA
Âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) milâdî 20 Nisan 571 Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.
Hz. Peygamber'i (s.a.v) sevmek her müminin imanının gereğidir. Onu sadece doğumunda anmak yetmez. O şöyle buyurmaktadır:
"Üç haslet vardır ki bunlar kimde varsa imanın tadını duyar:
Allah ve Resûlü'nü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek,
Bir kulu sırf Allah rızası için sevmek,
Allah (c.c), imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak" (Buhârî).
Onu her şeyden çok sevmek demek, bu şeyler uğruna onun sünnetinden ayrılmamak demektir. Hayatta en ön sıraya onun sünnetini yerleştirmelidir. Onsuz bir hayat, hayat değildir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
28 NİSAN 2010 CARŞAMBA
Âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) milâdî 20 Nisan 571 Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.
Hz. Peygamber'i (s.a.v) sevmek her müminin imanının gereğidir. Onu sadece doğumunda anmak yetmez. O şöyle buyurmaktadır:
"Üç haslet vardır ki bunlar kimde varsa imanın tadını duyar:
Allah ve Resûlü'nü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek,
Bir kulu sırf Allah rızası için sevmek,
Allah (c.c), imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak" (Buhârî).
Onu her şeyden çok sevmek demek, bu şeyler uğruna onun sünnetinden ayrılmamak demektir. Hayatta en ön sıraya onun sünnetini yerleştirmelidir. Onsuz bir hayat, hayat değildir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Allah Rızası,
Buhari,
Dini Bilgiler,
Hz. Muhammed (sav),
İman 2,
İslam 2,
Küfür,
Mümin,
Peygamber Efendimiz (s.a.v),
Sevmek,
Sünnet
BİR ŞİİR
BİR ŞİİR
28 NİSAN 2010 CARSAMBA
Yâ Resûlallah, nice vasfetsin her eşya seni
Rahmet irsal eyledi âlemlere Mevlâ seni.
Her nice metheylesem âlâsın ondan yâ Resul
Nur-ı zatından yaratmıştır Hudâ icla seni.
Yâ Habiballah vassafın senin Allah'tır
Nice vasfetsin fakir Emrah ya "Tâhâ" seni.
(Erzurumlu Emrah)
28 NİSAN 2010 CARSAMBA
Yâ Resûlallah, nice vasfetsin her eşya seni
Rahmet irsal eyledi âlemlere Mevlâ seni.
Her nice metheylesem âlâsın ondan yâ Resul
Nur-ı zatından yaratmıştır Hudâ icla seni.
Yâ Habiballah vassafın senin Allah'tır
Nice vasfetsin fakir Emrah ya "Tâhâ" seni.
(Erzurumlu Emrah)
Etiketler:
Bir Şiir,
Erzurumlu Emrah
27 Nisan 2010 Salı
DEFTER, HESAB, MÜKAFAT VE CEZA
DEFTER, HESÂB, MÜKÂFAT VE CEZA
27 NİSAN 2010 SALI
Mahşerde bütün yaratılmışlar toplanacak ve hep melekler saf saf durup adalet dîvânı kurulacak ve herkese ömrünü nereye ve malını nereden kazanıp nerelere harcamış olduğu sorulacaktır.
Önce Cebrail aleyhisselâm davet olunur. İlâhî dîvânın heybetinden titreyerek geldiğinde Cenâb-ı Hak: "Benim sana emânet eylediğim emirleri ne yaptın?" deyince: "Peygamberlere tebliğ ettim," diyecek ve peygamberlerden sual olunduğunda, onlar da: "Yâ Rab, o bize tebliğ etti, biz de ümmetlerimize tebliğ ettik." diyecekler.
Kirâmen kâtibinin dünyâda yazdıkları defterler dağıtılıp sahiplerine verilecek, herkes amel defterini okuyup dünyâda iken ne işlemiş ise tamamen yazılmış olduğunu görecek ve bir bir hesâbları görülecektir. Cenâb-ı Hakk o gün her mazlumun hakkını zâlimden alıverecektir. Şöyle ki zâlimin hayrından mazlumun hakkı miktarını alıp mazluma verecek ve eğer zâlimin hayırlı ameli yok ise mazlumun hakkı kadar günâhını zâlimin üzerine yükletecektir. Hayvanların hakları da verilecektir. Şöyle ki biri diğerini dürtmüş ise o da onu dürtmekle hakkını alacaktır.
O gün herkes " Nefsî, nefsî " diyerek kendi başının çâresini arar ve her kimde az çok hakkı var ise ister. Kişi kardeşinden, anasından ve babasından kaçar.
Şehîdlere gelince, onlar cân verip Cennet almışlar ve Hak Teâlâ ile hesaplarını kesmişler iken onlar da kul hakkıyla hesaba çekilirler.
Mahşerde mizan kurulacak ve herkesin amelleri tartılacaktır. Sevabı ağır gelenlere Cenâb-ı Hakk Cennet ve Cemâli ile lütuf ve ihsan eyleyecek, günâhı ağır gelenler Cehennem'e gireceklerdir. Ancak Cenâb-ı Hakk'ın sırf lütuf ve keremi ile affeylediği yâhûd bir taraftan şefaat edilenler Cehennem'e girmekten kurtulur, Cennet'e girerler.
O gün peygamberler, şehîdler ve âlimler mü'minlere şefaat eyleyeceklerdir. Cenâb-ı Hakk, hayırlı ameli ile günahları denk olan mü'minlere de merhamet eyler. Onlar bir müddet 'Araf'ta bekledikten sonra onlar da Cennet'e giderler.
Kaynak: Fazilet Takvimi
27 NİSAN 2010 SALI
Mahşerde bütün yaratılmışlar toplanacak ve hep melekler saf saf durup adalet dîvânı kurulacak ve herkese ömrünü nereye ve malını nereden kazanıp nerelere harcamış olduğu sorulacaktır.
Önce Cebrail aleyhisselâm davet olunur. İlâhî dîvânın heybetinden titreyerek geldiğinde Cenâb-ı Hak: "Benim sana emânet eylediğim emirleri ne yaptın?" deyince: "Peygamberlere tebliğ ettim," diyecek ve peygamberlerden sual olunduğunda, onlar da: "Yâ Rab, o bize tebliğ etti, biz de ümmetlerimize tebliğ ettik." diyecekler.
Kirâmen kâtibinin dünyâda yazdıkları defterler dağıtılıp sahiplerine verilecek, herkes amel defterini okuyup dünyâda iken ne işlemiş ise tamamen yazılmış olduğunu görecek ve bir bir hesâbları görülecektir. Cenâb-ı Hakk o gün her mazlumun hakkını zâlimden alıverecektir. Şöyle ki zâlimin hayrından mazlumun hakkı miktarını alıp mazluma verecek ve eğer zâlimin hayırlı ameli yok ise mazlumun hakkı kadar günâhını zâlimin üzerine yükletecektir. Hayvanların hakları da verilecektir. Şöyle ki biri diğerini dürtmüş ise o da onu dürtmekle hakkını alacaktır.
O gün herkes " Nefsî, nefsî " diyerek kendi başının çâresini arar ve her kimde az çok hakkı var ise ister. Kişi kardeşinden, anasından ve babasından kaçar.
Şehîdlere gelince, onlar cân verip Cennet almışlar ve Hak Teâlâ ile hesaplarını kesmişler iken onlar da kul hakkıyla hesaba çekilirler.
Mahşerde mizan kurulacak ve herkesin amelleri tartılacaktır. Sevabı ağır gelenlere Cenâb-ı Hakk Cennet ve Cemâli ile lütuf ve ihsan eyleyecek, günâhı ağır gelenler Cehennem'e gireceklerdir. Ancak Cenâb-ı Hakk'ın sırf lütuf ve keremi ile affeylediği yâhûd bir taraftan şefaat edilenler Cehennem'e girmekten kurtulur, Cennet'e girerler.
O gün peygamberler, şehîdler ve âlimler mü'minlere şefaat eyleyeceklerdir. Cenâb-ı Hakk, hayırlı ameli ile günahları denk olan mü'minlere de merhamet eyler. Onlar bir müddet 'Araf'ta bekledikten sonra onlar da Cennet'e giderler.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Alim,
Allah (c.c),
Amel Defteri,
Cehennem,
Cennet,
Günah,
Hz. Cebrail (a.s),
İlmihal,
Kiramen Katibin,
Kul Hakkı,
Mahşer,
Melek,
Mizan,
Mü'min,
Peygamberler,
Sevap,
Şefaat,
Tebliğ,
Ümmet
Hz. HATİCE'NİN VEFATI
Hz. HATİCE'NİN VEFATI
27 NİSAN 2010 SALI
Ebû Tâlib'in ölümünden üç gün sonra da Hz. Hatice annemiz vefat etmiştir. Bu olaylar Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) çok üzmüştü. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatice'den (r.a) çok memnundu. Onun üzerine başkası île evlenmemişti. Onun için şöyle buyurmuştur:
"Bana ondan daha hayırlı bir zevce nasip olmadı. Beni kimseler doğrulamadığı bir zamanda o doğruladı. Benden herkes malını esirgerken o, mallarını bana harcadı. Benim dünyada bir dostum vardı; o da Hatice idi."
Peygamber Efendimiz, daha sonraları Hz. Sevde. (r.a), Hz. Âişe (r.a), Hz. Hafsa (r.a), Hz. Ümmü Habibe (r.a) annelerimizle evlenmiştir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
27 NİSAN 2010 SALI
Ebû Tâlib'in ölümünden üç gün sonra da Hz. Hatice annemiz vefat etmiştir. Bu olaylar Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) çok üzmüştü. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Hatice'den (r.a) çok memnundu. Onun üzerine başkası île evlenmemişti. Onun için şöyle buyurmuştur:
"Bana ondan daha hayırlı bir zevce nasip olmadı. Beni kimseler doğrulamadığı bir zamanda o doğruladı. Benden herkes malını esirgerken o, mallarını bana harcadı. Benim dünyada bir dostum vardı; o da Hatice idi."
Peygamber Efendimiz, daha sonraları Hz. Sevde. (r.a), Hz. Âişe (r.a), Hz. Hafsa (r.a), Hz. Ümmü Habibe (r.a) annelerimizle evlenmiştir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Ebu Talib,
Hz. Aişe,
Hz. Hafsa,
Hz. Hatice,
Hz. Sevde,
Hz. Ümmü Habibe,
Peygamber Efendimiz (s.a.v)
BİR ÖĞÜT
BİR ÖĞÜT
27 NİSAN 2010 SALI
"Ey cemaat! Küçük günahları hafife almayın. Küçük günahlar, büyük günahlara sebep olmaktadır.
Sakın kibirli olmayın! Cenâb-ı Hak, secde etmesini ve bu suretle Hz. Adem'in üstünlüğünü kabul etmesini emrettiği halde, şeytan kibrinden dolayı secde etmedi. Şeytan ibadet ehli olmasına rağmen, itirazı neticesinde ilâhî huzurdan kovuldu.
Her türlü günah, nefisten ve kibirden çıkar. İnsan, ne zaman acizliğini idrak ederse, o zaman nefsin kibiri ve azameti kalmaz."
27 NİSAN 2010 SALI
"Ey cemaat! Küçük günahları hafife almayın. Küçük günahlar, büyük günahlara sebep olmaktadır.
Sakın kibirli olmayın! Cenâb-ı Hak, secde etmesini ve bu suretle Hz. Adem'in üstünlüğünü kabul etmesini emrettiği halde, şeytan kibrinden dolayı secde etmedi. Şeytan ibadet ehli olmasına rağmen, itirazı neticesinde ilâhî huzurdan kovuldu.
Her türlü günah, nefisten ve kibirden çıkar. İnsan, ne zaman acizliğini idrak ederse, o zaman nefsin kibiri ve azameti kalmaz."
(Abdülkadir-i Geylânî)
FAZİLET EHLİNİ ANCAK FAZİLET EHLİ BİLİR
FAZİLET EHLİNİ ANCAK FAZİLET EHLİ BİLİR
27 NİSAN 2010 SALI
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor:
Resûlullâh (s.a.v.) mescidde oturuyordu. Etrafında da ashabı vardı. Bu sırada Hz. Ali içeri geldi ve selâm verdi. Sonra oturacak boş bir yer bulmak için etrafına bakındı. Resûlullâh (s.a.v.), Ali'ye kim yer verecek diye ashabının yüzüne bakmaya başladı.
Hz. Ebû Bekir de Resulullâh'ın sağ tarafında oturuyordu. Oturduğu yerden kenara çekilip 'Buyur, buraya otur yâ Ebe'l-Hasen.' dedi. Hz. Ali de Resûlullâh ile Hz. Ebû Bekir'in arasına oturdu. Resûlullâh'ın yüzünde sevinç alâmeti gördük. Sonra Resûlullâh Hz. Ebû Bekir'e doğru döndü ve "Fazilet sahiplerinin faziletini, ancak fazilet ehli bilir." buyurdular.
Kaynak: Fazilet Takvimi
27 NİSAN 2010 SALI
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor:
Resûlullâh (s.a.v.) mescidde oturuyordu. Etrafında da ashabı vardı. Bu sırada Hz. Ali içeri geldi ve selâm verdi. Sonra oturacak boş bir yer bulmak için etrafına bakındı. Resûlullâh (s.a.v.), Ali'ye kim yer verecek diye ashabının yüzüne bakmaya başladı.
Hz. Ebû Bekir de Resulullâh'ın sağ tarafında oturuyordu. Oturduğu yerden kenara çekilip 'Buyur, buraya otur yâ Ebe'l-Hasen.' dedi. Hz. Ali de Resûlullâh ile Hz. Ebû Bekir'in arasına oturdu. Resûlullâh'ın yüzünde sevinç alâmeti gördük. Sonra Resûlullâh Hz. Ebû Bekir'e doğru döndü ve "Fazilet sahiplerinin faziletini, ancak fazilet ehli bilir." buyurdular.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Enes bin Malik,
Fazilet,
Hz. Ali,
Hz. Ebû Bekir,
Mescid,
Resulullah (s.a.v)
26 Nisan 2010 Pazartesi
SULTAN BAYEZİD HAN'IN OĞLUNA NASİHATİ
SULTÂN BÂYEZÎD HÂN'IN OĞLUNA NASİHATİ
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
Yavuz Sultân Selîm, 25 Nisan 1512'de babasının dîvânına gelerek hürmetle elini öptü. O da, oğlu Selim Han'a izzet ve muhabbetini bildirip, çeşitli nasihatlerle emâneti ve imameti teslim etti. Şöyle nasihat eyledi:
"Eğer sana itaat edilmesini istersen dâima hak sahibine hakkını ver ve herkese mütevâzi ol, kimseye zulm etme. Allah'ın kulu isen onun emrine uyarak adaletli ol. Allâhü Teâlâ seni bu ülkelerin saltanatına nail kıldığı için kendine gaflet uykusunu haram kıl. Zîrâ halkın sana itimâd edip uyumaktadırlar. Kimseyi öfke ile azarlama, memleket ehlini huzursuz kılma. İntikam almayı terk et; zîrâ intikam, nikmete; (intikam almağa) ve meşakkate düşürür ve kalpten sevgiyi söküp çıkarır. Şu anki kuvvet ve satvetine (kahredici kuvvetine) güvenip de kimseye zulmetme, zîrâ bu mülk kimsede bakî değildir, felek elbet senin de sırtını yere getirir."
Sonra yeni sultana bütün erkân, askerî kumandanlar, âlimler ve a'yân usûl üzere el öpüp, bîat ettiler ve saltanatını tebrik ettiler. Sultân Bâyezîd, Edirne yakınında, daha önce padişahlıktan feragat düşüncesiyle tamîr ettirdiği Dimetoka şehrine doğru yola cıktı.
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
Yavuz Sultân Selîm, 25 Nisan 1512'de babasının dîvânına gelerek hürmetle elini öptü. O da, oğlu Selim Han'a izzet ve muhabbetini bildirip, çeşitli nasihatlerle emâneti ve imameti teslim etti. Şöyle nasihat eyledi:
"Eğer sana itaat edilmesini istersen dâima hak sahibine hakkını ver ve herkese mütevâzi ol, kimseye zulm etme. Allah'ın kulu isen onun emrine uyarak adaletli ol. Allâhü Teâlâ seni bu ülkelerin saltanatına nail kıldığı için kendine gaflet uykusunu haram kıl. Zîrâ halkın sana itimâd edip uyumaktadırlar. Kimseyi öfke ile azarlama, memleket ehlini huzursuz kılma. İntikam almayı terk et; zîrâ intikam, nikmete; (intikam almağa) ve meşakkate düşürür ve kalpten sevgiyi söküp çıkarır. Şu anki kuvvet ve satvetine (kahredici kuvvetine) güvenip de kimseye zulmetme, zîrâ bu mülk kimsede bakî değildir, felek elbet senin de sırtını yere getirir."
Sonra yeni sultana bütün erkân, askerî kumandanlar, âlimler ve a'yân usûl üzere el öpüp, bîat ettiler ve saltanatını tebrik ettiler. Sultân Bâyezîd, Edirne yakınında, daha önce padişahlıktan feragat düşüncesiyle tamîr ettirdiği Dimetoka şehrine doğru yola cıktı.
Etiketler:
Alim,
Allah (c.c),
Nasihat,
Sultan,
Sultan Bayezid Han,
Yavuz Sultan Selim
LUKATA (BULUNTU)
LUKATA (BULUNTU)
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
Bir yerde bulunup sahibi bilinmeyen bir mala "lukata" denir. Başkalarının rızaları olmaksızın mallarını ellerinden haksız yere almak haram olduğu gibi lukataları alıp sahiplenmek de haramdır, bu gasb sayılır.
Bir kimse, bir yerde bir miktar para veya eşya bulsa, bunu sahibine vermek üzere başkalarını şâhid tutarak alabilir. Sonra bunu münâsip bir suretle ilân eder ve lukatanın kıymetine göre münâsip bir müddet bekler. Sahibi çıkar ve sahip olduğunu da ispat ederse teslîm eder. Çıkmaz ise onu sadaka olarak verir. Eğer saklanan mal -saklayanın kusuru olmadan- zayi olursa sahibine bedelini ödemek gerekmez.
Yollarda, bostanlarda, ağaçların altlarında bulunan başaklar, meyveler de lukata hükmündedir. Yazın ağaçların altlarına dökülen meyveler, sahipleri tarafından açıkça veya âdet olarak helâl kılınmış ise alınıp yenebilir; yoksa yenmez, haramdır.
Ağaç üzerinde bulunan meyveler ise -her nerede bulunurlarsa bulunsun- sahiplerinin izni olmadıkça yenilmez. Ancak meyve pek fazla olup yenmesi sahibine ağır gelmez ise yenebilir; Fakat toplanıp başka yere götürülemez, bu caiz değildir.
Irmak suları üzerinde bulunan meyveleri -çok olsa da- toplayıp yemek caizdir. Fakat bunlar kıymetli ise helâl olmaz, haklarında lukata muamelesi yapılır.
Bahçelerin, bostanların içinde, duvarların dibinde değil de, başka yerlerde dağınık veya toplu olarak bulunan meyveler de lukatadır. Bunlar biliniyorsa sahibine, değilse fakirlere verilir. Bunları bulan fakir değilse bunlardan istifâde edemez.
Yollara dökülmüş olan ağaç yaprakları, eğer dut yaprakları gibi kendisiyle istifâde olunacak şeyler ise bunlar alınmaz. Fakat istifâde olunmayacak şeyler ise toplanıp alınabilirler.
Ekin ve karpuz tarlalarında veya karpuz ekinler alındıktan ve karpuzlar toplandıktan sonra başkalarının toplamasına âdeten izin verilmiş olan başak, vesâir döküntüleri toplamak caizdir.
Kaynak: Fazilet Takvimi
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
Bir yerde bulunup sahibi bilinmeyen bir mala "lukata" denir. Başkalarının rızaları olmaksızın mallarını ellerinden haksız yere almak haram olduğu gibi lukataları alıp sahiplenmek de haramdır, bu gasb sayılır.
Bir kimse, bir yerde bir miktar para veya eşya bulsa, bunu sahibine vermek üzere başkalarını şâhid tutarak alabilir. Sonra bunu münâsip bir suretle ilân eder ve lukatanın kıymetine göre münâsip bir müddet bekler. Sahibi çıkar ve sahip olduğunu da ispat ederse teslîm eder. Çıkmaz ise onu sadaka olarak verir. Eğer saklanan mal -saklayanın kusuru olmadan- zayi olursa sahibine bedelini ödemek gerekmez.
Yollarda, bostanlarda, ağaçların altlarında bulunan başaklar, meyveler de lukata hükmündedir. Yazın ağaçların altlarına dökülen meyveler, sahipleri tarafından açıkça veya âdet olarak helâl kılınmış ise alınıp yenebilir; yoksa yenmez, haramdır.
Ağaç üzerinde bulunan meyveler ise -her nerede bulunurlarsa bulunsun- sahiplerinin izni olmadıkça yenilmez. Ancak meyve pek fazla olup yenmesi sahibine ağır gelmez ise yenebilir; Fakat toplanıp başka yere götürülemez, bu caiz değildir.
Irmak suları üzerinde bulunan meyveleri -çok olsa da- toplayıp yemek caizdir. Fakat bunlar kıymetli ise helâl olmaz, haklarında lukata muamelesi yapılır.
Bahçelerin, bostanların içinde, duvarların dibinde değil de, başka yerlerde dağınık veya toplu olarak bulunan meyveler de lukatadır. Bunlar biliniyorsa sahibine, değilse fakirlere verilir. Bunları bulan fakir değilse bunlardan istifâde edemez.
Yollara dökülmüş olan ağaç yaprakları, eğer dut yaprakları gibi kendisiyle istifâde olunacak şeyler ise bunlar alınmaz. Fakat istifâde olunmayacak şeyler ise toplanıp alınabilirler.
Ekin ve karpuz tarlalarında veya karpuz ekinler alındıktan ve karpuzlar toplandıktan sonra başkalarının toplamasına âdeten izin verilmiş olan başak, vesâir döküntüleri toplamak caizdir.
Kaynak: Fazilet Takvimi
İMANIN MEYVESİ İBADET
İMANIN MEYVESİ İBADET
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
İbadetler imanın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmayı sağlar. İbadetle beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlâktır. İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu yerleşir. İbadet sayesinde kötü düşüncelerden, günah kirlerinden arınır. Ahlâk ve fazilet sahibi olgun bir mümin haline gelir. Dünyanın maddi bağlarından kurtularak ruhen yükselir.
Rabbimizin yarattığı her şey O'na ibadet etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyruluyor: "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı tesbih etmesin." (İsrâ, 44)
Mukaddes kitabımız bilinen ve bilinmeyen bütün varlıkların kendilerine has bir şekilde ibadet yaptıklarını bizlere haber verir. Hatta gök gürültüsü bile Allah'ı hamd ve tesbihtir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
26 NİSAN 2010 PAZARTESİ
İbadetler imanın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmayı sağlar. İbadetle beslenen iman ağacının meyvesi güzel ahlâktır. İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru parlar, Allah korkusu ve sorumluluk duygusu yerleşir. İbadet sayesinde kötü düşüncelerden, günah kirlerinden arınır. Ahlâk ve fazilet sahibi olgun bir mümin haline gelir. Dünyanın maddi bağlarından kurtularak ruhen yükselir.
Rabbimizin yarattığı her şey O'na ibadet etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyruluyor: "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı tesbih etmesin." (İsrâ, 44)
Mukaddes kitabımız bilinen ve bilinmeyen bütün varlıkların kendilerine has bir şekilde ibadet yaptıklarını bizlere haber verir. Hatta gök gürültüsü bile Allah'ı hamd ve tesbihtir.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Ahlak,
Allah (c.c),
Allah korkusu,
Dini Bilgiler,
Fazilet,
Günah,
Güzel Ahlak,
Hamd,
İbadet,
İman 2,
İsra Suresi,
Mümin
25 Nisan 2010 Pazar
ALLAH'A KULLUK
ALLAH'A KULLUK
25 NİSAN 2010 PAZAR
Allah'a kulluğu sâdâtlar şöyle anlatır:
"Allah'tan başka şeylerin esaretinden kurtulup Allah'a kul olmalıdır."
Hz. Peygamber'in (s.a.v) getirdiklerine uymayı, her şeyi ile kabul etmelidir. Allah Teâlâ'ya itaat ve ibadet de böylece gerçekleşmiş ve kamil iman elde edilmiş olur. Kişi ancak Allah'a kulluk etmekle hür olabilir. İnsanın bütün fıtratı buna göre yaratılmıştır.
İnsan bir cihaz satın aldığı zaman yanında o cihazın ne için imal edildiğini, nasıl kullanılacağını açıklayan el kitabi verilir. Orada yazılı olan şartlara riayet edilirse cihaz bozulmaz ve ondan verim alınır.
Aksi halde arıza yapar ve bir işe yaramaz. İnsanin kitabı ise hiç şüphesiz Kur'ân-ı Hakîm'dir. Bütün varlığı yaratan yüce Allah insanı kendisine kulluk için yarattığını açıkça beyan etmiştir. (Zâriyât 51/56)
Kaynak: Semerkand Takvimi
25 NİSAN 2010 PAZAR
Allah'a kulluğu sâdâtlar şöyle anlatır:
"Allah'tan başka şeylerin esaretinden kurtulup Allah'a kul olmalıdır."
Hz. Peygamber'in (s.a.v) getirdiklerine uymayı, her şeyi ile kabul etmelidir. Allah Teâlâ'ya itaat ve ibadet de böylece gerçekleşmiş ve kamil iman elde edilmiş olur. Kişi ancak Allah'a kulluk etmekle hür olabilir. İnsanın bütün fıtratı buna göre yaratılmıştır.
İnsan bir cihaz satın aldığı zaman yanında o cihazın ne için imal edildiğini, nasıl kullanılacağını açıklayan el kitabi verilir. Orada yazılı olan şartlara riayet edilirse cihaz bozulmaz ve ondan verim alınır.
Aksi halde arıza yapar ve bir işe yaramaz. İnsanin kitabı ise hiç şüphesiz Kur'ân-ı Hakîm'dir. Bütün varlığı yaratan yüce Allah insanı kendisine kulluk için yarattığını açıkça beyan etmiştir. (Zâriyât 51/56)
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Hz. Muhammed (sav),
İbadet,
İman 2,
İnsan,
Kur'an-ı Kerim,
Zâriyât Suresi
"BÜTÜN İNSANLAR FIKIHTA EBÛ HANİFE'NİN IYÂLİDİR"
"BÜTÜN İNSANLAR FIKIHTA EBÛ HANİFE'NİN IYÂLİDİR"
25 NİSAN 2010 PAZAR
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdu ki: "Zahir ulemâsı, İmâm-ı Âzam'ın (r.h.) içtihatlarını, dikkatinin kemâli ve istinbat (hükümleri alış) ciheti kapalı olduğu için neredeyse inkâr eder ve onun kitap ve sünnete muhalif olduğunu zannederler. O, verâ ve takvası bereketi ve sünnete tâbi olma devleti ile ictihad ve istinbatta öyle büyük bir dereceye nail olmuştur ki başkaları onu anlamaktan âciz kalmış ve mânâlarındaki incelik sebebi ile onun içtihatlarını kitap ve sünnete muhalif zannetmişlerdir. Onun ve ashabının ashâb-ı re'y olduğunu zannetmişlerdir. Bütün bunlar, onun ilim ve dirayetinin hakikatine ulaşamadıkları ve onun anlayış ve firâsetine muttalî olamadıkları içindir. Ancak İmâm-ı Şafiî, onun müdekkik bir fakih olduğunu bir nebze bulmuş ve "Bütün insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'nin ıyâlidir." buyurmuştur...
İmam Ebû Hanîfe (r.h.), sünnete uymak hususunda herkesten daha öndedir. O, mürsel hadîslerin de müsned hadîsler gibi uyulmaya lâyık olduğuna inanır ve bu hadîsleri re'ye (içtihada) takdim eder. Aynı şekilde sahabenin sözlerini, -beşeriyetin en fazîletlisi olan Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sohbeti şerefîne nail oldukları için- kendi re'yine (içtihadına, görüşüne) takdim eder. Diğerleri ise böyle değildir. Bununla beraber muhalifler onun, re'y sahibi olduğunu zann eder ve ona edebe uymayan sözler nis-bet ederler. Hâlbuki herkes onun ilim, verâ ve takvadaki kemâlini itiraf etmektedir. Allâhü Teâlâ onları muvaffakiyet ile rızıklandırsın (onlara muvaffakiyet versin) de bu dinin başı, ehl-i İslâm'ın ve müslümanların sevâd-ı a'zamının (kâhir ekseriyetinin) reisi olan bu zâta eziyet vermesinler.
"Onlar, ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar." Bu büyüklere re'yciler diyenler, onların kendi re'yleri ile hükmedip kitap ve sünnete tâbi olmadıklarını zannediyorlarsa, onların bu yanlış inancına göre Müslümanların büyük kısmı bid'at ve sapıklık içinde kalmış, hattâ İslâm'dan, çıkmış olurlar. Böyle bir şeye cehaletinden haberi olmayan bir câhil veya maksadı dinin yarısını yok etmek olan bir zındıktan başkası inanmaz"... (Mektûbât, 2-55)
Kaynak: Fazilet Takvimi
25 NİSAN 2010 PAZAR
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdu ki: "Zahir ulemâsı, İmâm-ı Âzam'ın (r.h.) içtihatlarını, dikkatinin kemâli ve istinbat (hükümleri alış) ciheti kapalı olduğu için neredeyse inkâr eder ve onun kitap ve sünnete muhalif olduğunu zannederler. O, verâ ve takvası bereketi ve sünnete tâbi olma devleti ile ictihad ve istinbatta öyle büyük bir dereceye nail olmuştur ki başkaları onu anlamaktan âciz kalmış ve mânâlarındaki incelik sebebi ile onun içtihatlarını kitap ve sünnete muhalif zannetmişlerdir. Onun ve ashabının ashâb-ı re'y olduğunu zannetmişlerdir. Bütün bunlar, onun ilim ve dirayetinin hakikatine ulaşamadıkları ve onun anlayış ve firâsetine muttalî olamadıkları içindir. Ancak İmâm-ı Şafiî, onun müdekkik bir fakih olduğunu bir nebze bulmuş ve "Bütün insanlar fıkıhta Ebû Hanîfe'nin ıyâlidir." buyurmuştur...
İmam Ebû Hanîfe (r.h.), sünnete uymak hususunda herkesten daha öndedir. O, mürsel hadîslerin de müsned hadîsler gibi uyulmaya lâyık olduğuna inanır ve bu hadîsleri re'ye (içtihada) takdim eder. Aynı şekilde sahabenin sözlerini, -beşeriyetin en fazîletlisi olan Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sohbeti şerefîne nail oldukları için- kendi re'yine (içtihadına, görüşüne) takdim eder. Diğerleri ise böyle değildir. Bununla beraber muhalifler onun, re'y sahibi olduğunu zann eder ve ona edebe uymayan sözler nis-bet ederler. Hâlbuki herkes onun ilim, verâ ve takvadaki kemâlini itiraf etmektedir. Allâhü Teâlâ onları muvaffakiyet ile rızıklandırsın (onlara muvaffakiyet versin) de bu dinin başı, ehl-i İslâm'ın ve müslümanların sevâd-ı a'zamının (kâhir ekseriyetinin) reisi olan bu zâta eziyet vermesinler.
"Onlar, ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar." Bu büyüklere re'yciler diyenler, onların kendi re'yleri ile hükmedip kitap ve sünnete tâbi olmadıklarını zannediyorlarsa, onların bu yanlış inancına göre Müslümanların büyük kısmı bid'at ve sapıklık içinde kalmış, hattâ İslâm'dan, çıkmış olurlar. Böyle bir şeye cehaletinden haberi olmayan bir câhil veya maksadı dinin yarısını yok etmek olan bir zındıktan başkası inanmaz"... (Mektûbât, 2-55)
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Ebu Hanife,
Fıkıh,
Islam,
İmam-ı Rabbani,
İmam-i Azam,
Müslümanlar,
Peygamber Efendimiz (s.a.v),
Sünnet
HER NEFESTEN SUAL
HER NEFESTEN SUAL
25 Nisan 2010 Pazar
Bir mü'minin Allâhü Teâlâ'dan isteyeceği iki şey vardır ki biri son nefesde îmân selâmeti, birisi de kıyamet günü peygamberler ve bütün evliya ve halk içinde ayıblarının meydâna çıkmaması ve Allâhü Teâlâ'nın "Settâr" ism-i şerîfi ile örtülmesidir.
İnsânın her nefesi son nefesdir. Yâni bir nefes insâna ömründe bir kere gelir. İkinci defada gelen nefes başka nefesdir. Tesbîh çeker gibi birbiri ardınca dizilmiştir. Bu nefesler üzerine me'mûr melek her bir nefes insandan ne hâl üzre çıkarsa mühürleyip ilâhî hazînede muhafaza eder. Kıyamet günü meydâna çıkarılıp mührü açılınca ne hâl ile mühürlendi ise ol hâl ve ol kıyâfetle zuhûr eyler. Herkes baliğ olduğundan ölünceye kadar ne kadar nefes aldı verdi ise her bir nefesden su'âl edilir.
Nitekim âyet-i celîlede buyuruldu: -meâlen- "Defter de konulmuştur, artık o mücrimleri görürsün; bulundukları korkudan titreşiyor ve diyorlardır: 'Eyvah bize! Bu defter de ne acâyib; ne küçük bırakmış, ne büyük; hepsini zaptetmiş' ve bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır, Rabb'in kimseye zulmetmez." (Kehf, 49)
Kaynak: Fazilet Takvimi
25 Nisan 2010 Pazar
Bir mü'minin Allâhü Teâlâ'dan isteyeceği iki şey vardır ki biri son nefesde îmân selâmeti, birisi de kıyamet günü peygamberler ve bütün evliya ve halk içinde ayıblarının meydâna çıkmaması ve Allâhü Teâlâ'nın "Settâr" ism-i şerîfi ile örtülmesidir.
İnsânın her nefesi son nefesdir. Yâni bir nefes insâna ömründe bir kere gelir. İkinci defada gelen nefes başka nefesdir. Tesbîh çeker gibi birbiri ardınca dizilmiştir. Bu nefesler üzerine me'mûr melek her bir nefes insandan ne hâl üzre çıkarsa mühürleyip ilâhî hazînede muhafaza eder. Kıyamet günü meydâna çıkarılıp mührü açılınca ne hâl ile mühürlendi ise ol hâl ve ol kıyâfetle zuhûr eyler. Herkes baliğ olduğundan ölünceye kadar ne kadar nefes aldı verdi ise her bir nefesden su'âl edilir.
Nitekim âyet-i celîlede buyuruldu: -meâlen- "Defter de konulmuştur, artık o mücrimleri görürsün; bulundukları korkudan titreşiyor ve diyorlardır: 'Eyvah bize! Bu defter de ne acâyib; ne küçük bırakmış, ne büyük; hepsini zaptetmiş' ve bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır, Rabb'in kimseye zulmetmez." (Kehf, 49)
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Evliya,
Iman,
İnsan,
Kehf Suresi,
Kıyamet günü,
Mü'min,
Peygamberler
YERALTI CÂMİİ: KURŞUNLU MAHZEN
YERALTI CÂMİİ: KURŞUNLU MAHZEN
25 Nisan 2010 Pazar
Yeraltı Camii, Peygamber Efendimiz'in hicretinin yüzüncü senesinde Emevîler tarafından İstanbul'un Galata tarafı fetholunduğu zaman beş vakit namazı edâ için bina olunmuştur. İslâm askeri yedi sene kadar burada kaldıktan sonra Şam'a dönerken bazı eşyalarını cami içine koyup kapısına da güzelce kurşun akıtmış olduklarından Kurşunlu Mahzen ismiyle meşhur olmuştur.
Sultân Birinci Mahmud Hân zamanında tamir ve tezîn edildiği sırada Galata kulelerinden biri uzun müddet minare yerine kullanılmıştır. Camiin içinde üç kabir mevcut olup bunlar İstanbulun fethine gelen Ashâb-ı Kirâm'dan Âmr bin Âs, Vehb bin Hüşeyre ve tabiînden Süfyân bin Uyeyne'ye (r.anhüm) aittirler.
25 Nisan 2010 Pazar
Yeraltı Camii, Peygamber Efendimiz'in hicretinin yüzüncü senesinde Emevîler tarafından İstanbul'un Galata tarafı fetholunduğu zaman beş vakit namazı edâ için bina olunmuştur. İslâm askeri yedi sene kadar burada kaldıktan sonra Şam'a dönerken bazı eşyalarını cami içine koyup kapısına da güzelce kurşun akıtmış olduklarından Kurşunlu Mahzen ismiyle meşhur olmuştur.
Sultân Birinci Mahmud Hân zamanında tamir ve tezîn edildiği sırada Galata kulelerinden biri uzun müddet minare yerine kullanılmıştır. Camiin içinde üç kabir mevcut olup bunlar İstanbulun fethine gelen Ashâb-ı Kirâm'dan Âmr bin Âs, Vehb bin Hüşeyre ve tabiînden Süfyân bin Uyeyne'ye (r.anhüm) aittirler.
23 Nisan 2010 Cuma
ONUN HÜKMÜNÜ KABULLENME
ONUN HÜKMÜNÜ KABULLENME
23 İSAN 2010 CUMA
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Resûlü'nün tebliğ ettiği dini ve onun verdiği hükümleri hazmedemeyip hevâsına kabul ettiremeyenler için şöyle buyrulmaktadır:
“Hayir , Rabb'ine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden nefslerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebligatını her zaman her şartta özümsemelidir. İmanımız kuvvetli olmalıdır ki son nefeste şeytana maglup olmadan iman ile son nefesi verebilmeli.
Netice itibariyle, hakiki hürriyeti elde etmeyen kimsenin imanı tehlikededir. Allah Teâlâ'nın inayeti yetişmezse kurtuluşu zordur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizim icin en güzel örnek olarak gönderilmiş. Onu sadece anma programları ile hatirlamamalı. Anmanın ötesinde anlamlı, sonra da hayatımızda özümsemeliyiz.
Kaynak: Semerkand Takvimi
23 İSAN 2010 CUMA
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Resûlü'nün tebliğ ettiği dini ve onun verdiği hükümleri hazmedemeyip hevâsına kabul ettiremeyenler için şöyle buyrulmaktadır:
“Hayir , Rabb'ine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden nefslerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tebligatını her zaman her şartta özümsemelidir. İmanımız kuvvetli olmalıdır ki son nefeste şeytana maglup olmadan iman ile son nefesi verebilmeli.
Netice itibariyle, hakiki hürriyeti elde etmeyen kimsenin imanı tehlikededir. Allah Teâlâ'nın inayeti yetişmezse kurtuluşu zordur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizim icin en güzel örnek olarak gönderilmiş. Onu sadece anma programları ile hatirlamamalı. Anmanın ötesinde anlamlı, sonra da hayatımızda özümsemeliyiz.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Hakiki Özgürlük,
Iman,
Kur'an-ı Kerim,
Nisa Suresi,
Peygamber,
Şeytan
RESÛLULLÂHIN (S.A.V.) BİR MUCİZESİ
RESÛLULLÂHIN (S.A.V.) BİR MUCİZESİ
23 NİSAN 2010 CUMA
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Ashâbıyla bir mahalde otururlar iken avladığı keleri bineğinde taşıyan bir A'râbî onları görüp yanlarına vardı. Keleri çıkardı ve "Yâ Muhammed, Lât ve Uzza adına şu keler sana îmân etmedikçe îmân etmem, eğer ederse, îman ederim." dedi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Ey keler!" buyurunca; o "Lebbeyk ve sa'deyk: (buyurun) ey Allah'ın Resulü" diyerek herkesin anlayacağı fasîh Arapça ile cevâb verdi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.): "Kime ibâdet edersin" diye sordu: "Kudretiyle gökleri ve arşı ihata eden, rahmeti cennette, azabı cehennemde olan Âllâhü Teâlâ'ya" dedi. "Ben kimim" diye sordu, "Muhakkak sen âlemlerin Rabb'inin resulü, peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdîk eden kurtulur, yalanlayan hüsranda kalır." dedi.
Bunun üzerine A'râbî kelime-i şehâdet getirdi ve "Ey Allah'ın Resûlu, sana gelirken yeryüzünde senden daha düşman olduğum kimse yoktu. Ancak şu anda Allah'a yemîn ederim ki sen bana nefsimden, evlâdımdan daha sevgilisin. Sana başımdaki saçım, bedenimdeki her kılım, içim ve dışım, gizli ve aşikârım, hepsi îmân etti." dedi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Seni dâima âlî olup, ondan yükseği olmayan bu dîne hidâyet eden Allah'a hamdolsun. Allah bu dîni ancak namaz ile kabul eder. Namazı da ancak Kur'ân ile kabûl eder." buyurdu. Arabî "Bana öğret." dedi. Resûlullâh ona, Fatiha süresiyle İhlâs sûresini belletti ve namaz kılmasını öğretti.
Sonra Resûlullâh "Senin malın var mıdır?" buyurdu. "Kavmim içinde benden fakir kimse yoktur." deyince, Ashabına "Ona veriniz." buyurdular. Razı oluncaya kadar ona verdiler.
A'râbî oradan ayrıldı, bin kılıçlı suvarîye rastladı. Onlara "Nereye gidersiniz." diye sordu. "Atalarımızın dinini yalanlayıp peygamberlik iddia eden kimseyi arıyoruz." dediler. Arabî şehâdet getirdi ve onlara hâdiseyi anlattı. Hepsi birden îmân ettiler ve Resûlullâh'ın huzuruna varıp, "Emret Yâ Resûlallâh" (emrine amadeyiz) dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) onları Hâlid bin Velîd (r.a.)in emrine verdiler. (Dare kutnî, Beyhakî, Hâkim)
Kaynak: Fazilet Takvimi
23 NİSAN 2010 CUMA
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) Ashâbıyla bir mahalde otururlar iken avladığı keleri bineğinde taşıyan bir A'râbî onları görüp yanlarına vardı. Keleri çıkardı ve "Yâ Muhammed, Lât ve Uzza adına şu keler sana îmân etmedikçe îmân etmem, eğer ederse, îman ederim." dedi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Ey keler!" buyurunca; o "Lebbeyk ve sa'deyk: (buyurun) ey Allah'ın Resulü" diyerek herkesin anlayacağı fasîh Arapça ile cevâb verdi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.): "Kime ibâdet edersin" diye sordu: "Kudretiyle gökleri ve arşı ihata eden, rahmeti cennette, azabı cehennemde olan Âllâhü Teâlâ'ya" dedi. "Ben kimim" diye sordu, "Muhakkak sen âlemlerin Rabb'inin resulü, peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdîk eden kurtulur, yalanlayan hüsranda kalır." dedi.
Bunun üzerine A'râbî kelime-i şehâdet getirdi ve "Ey Allah'ın Resûlu, sana gelirken yeryüzünde senden daha düşman olduğum kimse yoktu. Ancak şu anda Allah'a yemîn ederim ki sen bana nefsimden, evlâdımdan daha sevgilisin. Sana başımdaki saçım, bedenimdeki her kılım, içim ve dışım, gizli ve aşikârım, hepsi îmân etti." dedi.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) "Seni dâima âlî olup, ondan yükseği olmayan bu dîne hidâyet eden Allah'a hamdolsun. Allah bu dîni ancak namaz ile kabul eder. Namazı da ancak Kur'ân ile kabûl eder." buyurdu. Arabî "Bana öğret." dedi. Resûlullâh ona, Fatiha süresiyle İhlâs sûresini belletti ve namaz kılmasını öğretti.
Sonra Resûlullâh "Senin malın var mıdır?" buyurdu. "Kavmim içinde benden fakir kimse yoktur." deyince, Ashabına "Ona veriniz." buyurdular. Razı oluncaya kadar ona verdiler.
A'râbî oradan ayrıldı, bin kılıçlı suvarîye rastladı. Onlara "Nereye gidersiniz." diye sordu. "Atalarımızın dinini yalanlayıp peygamberlik iddia eden kimseyi arıyoruz." dediler. Arabî şehâdet getirdi ve onlara hâdiseyi anlattı. Hepsi birden îmân ettiler ve Resûlullâh'ın huzuruna varıp, "Emret Yâ Resûlallâh" (emrine amadeyiz) dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) onları Hâlid bin Velîd (r.a.)in emrine verdiler. (Dare kutnî, Beyhakî, Hâkim)
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Beyhaki,
Dare Kutni,
Dini Bilgiler,
Fatiha Suresi,
Hakim,
Halid bin Velid,
İhlas Suresi,
Kelime-i Şehadet,
Mucize,
Namaz,
Resulullah (s.a.v)
22 Nisan 2010 Perşembe
SÜT ANNESİ HZ. HALİME PEYGAMBERİMİZİ ANLATIYOR
SÜT ANNESİ HZ. HALİME PEYGAMBERİMİZİ ANLATIYOR
22 NISAN 2010 PERSEMBE
"Muhammed Mustafâ'nın mübarek cismini yeşil bir ipeğe sarmışlar, üstüne de sütten beyaz ve misk kokulu beyaz bir yün örtmüşlerdi. Peygamberimizi (s.a.v.) mübarek arkası üstüne yatırmışlardı. Uyuyordu. Cemâl-i şerîfine baktım, uyandırmaya kıyamadım. Yavaş yavaş yanına vardım. Elimi göğsünün üstüne koydum. Mübarek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü ve gözlerinden bir nur çıkıp tâ göklere yetiştiğini gördüm. Onu, iki gözlerinin arasından öptüm ve ona sağ mememi verdim, aldı. Doyana kadar emdi. Ondan sonra sol mememi verdim, almadı. Daha sonra da hep böyle yaptı. Dâima sağ mememi emerdi, sol taraftan hiç emmezdi.
Bir merkebimiz vardı, yürümezdi. Mekke'den kendi yerimize dönerken merkep öyle hızlı yürümeye başladı ki, diğer kadınların merkepleri arkamızda kaldı.
Bir devemiz vardı, çocuğumuza gıda olacak kadar süt vermezdi. Peygamberimizi alıp evimize getirir getirmez kocam deveyi sağmaya gitti. Gördü ki, memeleri sütle dopdolu olmuş, Kocam dedi ki: Yâ Halîme! Aldığın yetimin ayakları mübârek imiş. Gelir gelmez bereketi zâhir oldu, gecemiz bir başka oldu.
O yıl öyle bir kıtlık yılı idi ki, davarlar otlayacak bir şey bulamazlardı. Bizim koyunlarımız Allah'ın fazlı ve inâyeti ile sütlenirdi. Bolluk ve nimetler içinde geçinirdik. Diğer kimselerin davarları bir damla süt vermezdi. Çobanlarına tenbih ederler, siz de davarınızı Halîme'nin davarlarının gezip otladığı yere alın götürün, derlerdi. Onlar da öyle yaparlardı, fakat yine fayda vermezdi." Halîme Hatun Peygamber Efendimizi yanından hiç ayırmazdı. Bir gün Resûlullâh Efendimiz, süt kardeşi Şeymâ ile öğle sıcağında kuzularının arasına gittiler. Halîme hanım gidip onları buldu. Bu sıcakta niçin dışarı gidiyorsunuz? dedi. Şeymâ dedi ki: Anneciğim! Kardeşime sıcak dokunmaz. Ben gözlerimle gördüm. Gezdiği yerlerde başının üzerinde bir parça bulut, o nereye giderse onunla beraber gidiyor, durduğu zaman da duruyor. Sallallâhü aleyhi ve alâ âlihî ve sellem.
Kaynak: Fazilet Takvimi
22 NISAN 2010 PERSEMBE
"Muhammed Mustafâ'nın mübarek cismini yeşil bir ipeğe sarmışlar, üstüne de sütten beyaz ve misk kokulu beyaz bir yün örtmüşlerdi. Peygamberimizi (s.a.v.) mübarek arkası üstüne yatırmışlardı. Uyuyordu. Cemâl-i şerîfine baktım, uyandırmaya kıyamadım. Yavaş yavaş yanına vardım. Elimi göğsünün üstüne koydum. Mübarek gözlerini açıp yüzüme baktı, güldü ve gözlerinden bir nur çıkıp tâ göklere yetiştiğini gördüm. Onu, iki gözlerinin arasından öptüm ve ona sağ mememi verdim, aldı. Doyana kadar emdi. Ondan sonra sol mememi verdim, almadı. Daha sonra da hep böyle yaptı. Dâima sağ mememi emerdi, sol taraftan hiç emmezdi.
Bir merkebimiz vardı, yürümezdi. Mekke'den kendi yerimize dönerken merkep öyle hızlı yürümeye başladı ki, diğer kadınların merkepleri arkamızda kaldı.
Bir devemiz vardı, çocuğumuza gıda olacak kadar süt vermezdi. Peygamberimizi alıp evimize getirir getirmez kocam deveyi sağmaya gitti. Gördü ki, memeleri sütle dopdolu olmuş, Kocam dedi ki: Yâ Halîme! Aldığın yetimin ayakları mübârek imiş. Gelir gelmez bereketi zâhir oldu, gecemiz bir başka oldu.
O yıl öyle bir kıtlık yılı idi ki, davarlar otlayacak bir şey bulamazlardı. Bizim koyunlarımız Allah'ın fazlı ve inâyeti ile sütlenirdi. Bolluk ve nimetler içinde geçinirdik. Diğer kimselerin davarları bir damla süt vermezdi. Çobanlarına tenbih ederler, siz de davarınızı Halîme'nin davarlarının gezip otladığı yere alın götürün, derlerdi. Onlar da öyle yaparlardı, fakat yine fayda vermezdi." Halîme Hatun Peygamber Efendimizi yanından hiç ayırmazdı. Bir gün Resûlullâh Efendimiz, süt kardeşi Şeymâ ile öğle sıcağında kuzularının arasına gittiler. Halîme hanım gidip onları buldu. Bu sıcakta niçin dışarı gidiyorsunuz? dedi. Şeymâ dedi ki: Anneciğim! Kardeşime sıcak dokunmaz. Ben gözlerimle gördüm. Gezdiği yerlerde başının üzerinde bir parça bulut, o nereye giderse onunla beraber gidiyor, durduğu zaman da duruyor. Sallallâhü aleyhi ve alâ âlihî ve sellem.
Kaynak: Fazilet Takvimi
VAHİY KÂTİBİ HZ. MUÂVİYE
VAHİY KÂTİBİ HZ. MUÂVİYE
22 NISAN 2010 PERSEMBE
Hz. Muâviye (r.a.), Mekke'nin fethinde babasıyla birlikte Resûlullâh (s.a.v.)'ın önünde îmâna gelmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanlarında Şâm valisi idi. H.41 (m. 661) senesinde, Hz. Hasan'ın, kendi arzusuyla, Hz. Muâviye lehine feragat etmesi üzerine halîfe oldu. Bütün müslüman memleketleri halkı razı olduklarından o seneye Âmü'l-cemâ'a: Birleşme yılı ismi verildi.
Hilâfeti zamanında batıda Kayrevân'dan, doğuda Buhârâ'ya Yemen'den İstanbul'a Yemen, Hicaz, Şam, Mısır, Mağrib, Irak, Cezire, Azerbaycan, Anadolu, İran, Horasan, Cibâl, Deylem ve Mâverâünnehr ülkelerinde bulunan bütün şehirlere İslâm'ın nuru ulaşmıştı.
Resûlullah'ın sohbetinin bereketi sebebiyle dîne aykırı hiçbir iş yapmazdı.
Hikmetli sözlerinden: Kendisine Allâhü Teâlâ'dan başka yardımcı bulamayan kimseye zulm etmekten (ve idarem altında zulm edilmesinden) haya ederim.
Muhakkak ilimlerin tamamını zabt etmeye (öğrenmeye) gücün yetmez. Öyle ise sen onlardan faydalı olanını öğren ve ihtiyâcın olmayanını terk et. Zira öyle ilimden ne sen faydalanırsın, ne de senden başkası istifâde eder.
Gerçek garib edebden mahrum olandır. Sana bir edebsizlik edildiğinde susmayı tercih et, zira o en büyük edebdir.
Her isrâf eden aynı zamanda bir hakkı da zâyi etmiş olur.
Bütün insanları kendimden razı etmeye gücüm yeter; Ancak nimete haset eden (çekemeyen) hâriç. Zira onu razı edecek tek şey o nimetin kaybolmasıdır.
Size sıkıntı veren her hususta onu aşana kadar hilmi ve tahammülü tavsiye ederim. Sonra fırsat elinize geçtiğinde de bağışlama ve ihsan etme yolunu tutunuz.
Hz. Muâviye (r.a.) yaşı doksana ulaşmış bir Şâmlı'ya her geldiğinde saygı göstererek ayağa kalkardı. Sebebini sordular. "Onda Resûlullâha benzerlik vardır. Resûlluha hürmetimden kalkarım,” buyurdu.
Kaynak: Fazilet Takvimi
22 NISAN 2010 PERSEMBE
Hz. Muâviye (r.a.), Mekke'nin fethinde babasıyla birlikte Resûlullâh (s.a.v.)'ın önünde îmâna gelmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanlarında Şâm valisi idi. H.41 (m. 661) senesinde, Hz. Hasan'ın, kendi arzusuyla, Hz. Muâviye lehine feragat etmesi üzerine halîfe oldu. Bütün müslüman memleketleri halkı razı olduklarından o seneye Âmü'l-cemâ'a: Birleşme yılı ismi verildi.
Hilâfeti zamanında batıda Kayrevân'dan, doğuda Buhârâ'ya Yemen'den İstanbul'a Yemen, Hicaz, Şam, Mısır, Mağrib, Irak, Cezire, Azerbaycan, Anadolu, İran, Horasan, Cibâl, Deylem ve Mâverâünnehr ülkelerinde bulunan bütün şehirlere İslâm'ın nuru ulaşmıştı.
Resûlullah'ın sohbetinin bereketi sebebiyle dîne aykırı hiçbir iş yapmazdı.
Hikmetli sözlerinden: Kendisine Allâhü Teâlâ'dan başka yardımcı bulamayan kimseye zulm etmekten (ve idarem altında zulm edilmesinden) haya ederim.
Muhakkak ilimlerin tamamını zabt etmeye (öğrenmeye) gücün yetmez. Öyle ise sen onlardan faydalı olanını öğren ve ihtiyâcın olmayanını terk et. Zira öyle ilimden ne sen faydalanırsın, ne de senden başkası istifâde eder.
Gerçek garib edebden mahrum olandır. Sana bir edebsizlik edildiğinde susmayı tercih et, zira o en büyük edebdir.
Her isrâf eden aynı zamanda bir hakkı da zâyi etmiş olur.
Bütün insanları kendimden razı etmeye gücüm yeter; Ancak nimete haset eden (çekemeyen) hâriç. Zira onu razı edecek tek şey o nimetin kaybolmasıdır.
Size sıkıntı veren her hususta onu aşana kadar hilmi ve tahammülü tavsiye ederim. Sonra fırsat elinize geçtiğinde de bağışlama ve ihsan etme yolunu tutunuz.
Hz. Muâviye (r.a.) yaşı doksana ulaşmış bir Şâmlı'ya her geldiğinde saygı göstererek ayağa kalkardı. Sebebini sordular. "Onda Resûlullâha benzerlik vardır. Resûlluha hürmetimden kalkarım,” buyurdu.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Dini Bilgiler,
Hz. Hasan,
Hz. Muaviye,
Hz. Osman,
Hz. Ömer,
Israf,
Mekke,
Müslüman,
Resulullah (s.a.v),
Vahiy
İMAM MÂLİK (RH.)
İMAM MÂLİK (RH.)
22 Nisan 2010 Persembe
Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik (rh.) Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 târihinde Medine'de vefat etmiştir. Çok yüksek bir ilime, üstün bir zekâya, büyük bir zühd ve takvaya sâhib idi. Mezhebi önceleri Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında mensubları bulunmaktadır.
Resulü Ekrem, (s.a.v.) Efendimiz'e pek büyük bir muhabbet ve hürmet beslerdi. Medine-i Münevvere içinde dâima yaya olarak yürür, hiçbir vakit hayvana binmezdi. Halbuki büyük bir servete sahipti, kapısında birçok kıymetli binek hayvanları bulunurdu. Bir gün İmam Şafiî, bunun sebebini sormuş, o da şöyle cevap vermişti: 'Bir mübarek belde ki onun toprakları içinde Nebiy-yi zîşanın muhterem cismi medfun bulunmaktadır, ben orada nasıl olur da hayvana binebilirim?'
Halife Ebû Cafer Mansur'un amcazadesi ve Medîne emîri Cafer bin Süleyman, Hazret-i İmam'ı bir içtihadından vazgeçmeğe zorlamış, red cevabı alınca o mübarek imamın lâtif vücuduna, yetmiş kırbaç vurdurmuş, ve kendisini bir hayvana bindirerek teşhir ettirmişti.
Hazret-i İmam, kırbaçlar vuruldukça: 'Ya Rabbi! Onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar.' diyordu. Nihayet bayılıp düşmüş, sonra ayılınca da: 'Şahit olunuz, ben hakkımı beni döğene helâl ettim.' demiştir.
Hâlife Mansur, hâdiseden haberdar olunca Emir Cafer'i azletmiş ve Bağdad'a getirerek, hakkında ceza verilmesi için İmam Mâlik'ten izin istemişti. Hazret-i İmam ise 'Hayır, ben onu affettim. Ben Resûlullâha akraba olan bir zatın kıyamette hasmı olmaktan haya ederim.' tarzında cevap vermişti.
Bu hâdiseden sonra halkın İmam Mâlik'e hürmet ve muhabbeti daha çokartmıştır. Halife Mansur, ertesi sene hac mevsiminde İmam Mâlik'ten özür dilemiş, daha ertesi sene veliahdı bulunan Mehdi Hicaz'a gelmiş, Hazret-i İmamı ziyaret ederek derslerinde bulunmuştur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
22 Nisan 2010 Persembe
Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik (rh.) Hicretin 93. yılında Medine-i Münevvere'de doğmuş ve 179 târihinde Medine'de vefat etmiştir. Çok yüksek bir ilime, üstün bir zekâya, büyük bir zühd ve takvaya sâhib idi. Mezhebi önceleri Endülüs'e, bütün Mağrib'e (Fas'a) yayılmıştı. Bugün de Fas, Sudan, Trablusgarb, Cezayir ve Yemen taraflarında mensubları bulunmaktadır.
Resulü Ekrem, (s.a.v.) Efendimiz'e pek büyük bir muhabbet ve hürmet beslerdi. Medine-i Münevvere içinde dâima yaya olarak yürür, hiçbir vakit hayvana binmezdi. Halbuki büyük bir servete sahipti, kapısında birçok kıymetli binek hayvanları bulunurdu. Bir gün İmam Şafiî, bunun sebebini sormuş, o da şöyle cevap vermişti: 'Bir mübarek belde ki onun toprakları içinde Nebiy-yi zîşanın muhterem cismi medfun bulunmaktadır, ben orada nasıl olur da hayvana binebilirim?'
Halife Ebû Cafer Mansur'un amcazadesi ve Medîne emîri Cafer bin Süleyman, Hazret-i İmam'ı bir içtihadından vazgeçmeğe zorlamış, red cevabı alınca o mübarek imamın lâtif vücuduna, yetmiş kırbaç vurdurmuş, ve kendisini bir hayvana bindirerek teşhir ettirmişti.
Hazret-i İmam, kırbaçlar vuruldukça: 'Ya Rabbi! Onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar.' diyordu. Nihayet bayılıp düşmüş, sonra ayılınca da: 'Şahit olunuz, ben hakkımı beni döğene helâl ettim.' demiştir.
Hâlife Mansur, hâdiseden haberdar olunca Emir Cafer'i azletmiş ve Bağdad'a getirerek, hakkında ceza verilmesi için İmam Mâlik'ten izin istemişti. Hazret-i İmam ise 'Hayır, ben onu affettim. Ben Resûlullâha akraba olan bir zatın kıyamette hasmı olmaktan haya ederim.' tarzında cevap vermişti.
Bu hâdiseden sonra halkın İmam Mâlik'e hürmet ve muhabbeti daha çokartmıştır. Halife Mansur, ertesi sene hac mevsiminde İmam Mâlik'ten özür dilemiş, daha ertesi sene veliahdı bulunan Mehdi Hicaz'a gelmiş, Hazret-i İmamı ziyaret ederek derslerinde bulunmuştur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
İlim,
İmam Malik,
Medine,
Mezhebler,
Mezhep,
Resulü Ekrem,
Takva
21 Nisan 2010 Çarşamba
BERCESTE
BERCESTE
21 NİSAN 2010 ÇARŞAMBA
21 NİSAN 2010 ÇARŞAMBA
"Hiçbir iş tembellikle olmaz. İster dünya işi, isterse âhiret işi olsun. Ciddi ve samimi olması lâzımdır ki muvaffakiyet olabilsin. Meselâ dünya işinde insan bir saat çalışır, bir saat çalışmazsa, bir gün çalışır, bir gün çalışmazsa, haliyle işler aksar ve muvaffak olamaz. Âhiret işi de, aynen böyledir."
(Gavs-ı Bilvânisî k.s)
Etiketler:
Berceste,
Gavs-ı Bilvânisî
DİLENCİ KILIĞINDA İLİM TAHSİLİ
DİLENCİ KILIĞINDA İLİM TAHSİLİ
21 NİSAN 2010 CARSAMBA
Baki' bin Mahled el-Endülûsî H. 201 (M.817) senesinde doğmuştur. Hadîs âlimlerinin büyüklerinden İmâm Ahmed bin Hanbel (r.h.) ile görüşüp ondan ilim almak gayesiyle Endülüs'ten Bağdat'a gitmiştir.
Diyor ki: Bağdat'a yaklaştığımda Ahmed b. Hanbel'in (r.h.) halkla görüşmesinin ve kendisinden ilim almanın yasaklandığını öğrendim. Evini sordum, gösterdiler. Gidip kapısını vurdum, kapıyı açıp dışarı çıktı.
'Ey imam! Ben bir yabancıyım. Bu memlekete ilk girişimdir. Hadis talebesiyim, sünneti topluyorum. Yolculuğum sadece senden ilim almak içindir.' dedim. 'Dikkat çekmeden içeri gir.' dedi. Girdikten sonra 'Nerelisin?' diye sordu. 'Mağribliyim' dedim. 'Afrikalı mı?' dedi. 'Endülüslüyüm, memleketimden Afrika'ya denizden geçiyorum.' dedim.
Bunun üzerine bana 'Yerin hakikaten uzak. Bana, senin gibilerin arzusunu yerine getirmekten daha hoş gelen bir şey yoktur. Ama senin de bildiğin bir sebepten dolayı sıkıntı içindeyim' 'Evet, sana doğru gelirken buraya yakın bir yerde öğrendim.' Bu benim ilk gelişimdir, ben buralarda tanınan birisi de değilim. Eğer izin verirsen her gün dilenci kılığında gelir ve kapıda dilencilerin dediği gibi derim. Sen de dışarı çıkarsın. Her gün sadece bir hadis bile rivayet etsen yeter.' dedim.
Bunun üzerine bana 'Evet, ders halkalarına duyurmamak, hadîs ehline bildirmemek şartıyla kabul' dedi. Ben de 'Kabul ediyorum' dedim. Böylece elime bir değnek alıyor, başıma bir bez parçası sarıyor, kâğıdımı ve divitimi de yenime sokarak kapısına geldiğimde oradaki dilenciler gibi 'Verin, Allâhü Teâlâ size merhamet etsin!' diye bağırıyordum.
O da dışarı çıkıp kapıyı kapatıyor ve bana iki, üç veya daha fazla hadis okuyordu. Bu şekilde ondan üç yüz kadar hadis yazdım.
Kaynak: Fazilet Takvimi
21 NİSAN 2010 CARSAMBA
Baki' bin Mahled el-Endülûsî H. 201 (M.817) senesinde doğmuştur. Hadîs âlimlerinin büyüklerinden İmâm Ahmed bin Hanbel (r.h.) ile görüşüp ondan ilim almak gayesiyle Endülüs'ten Bağdat'a gitmiştir.
Diyor ki: Bağdat'a yaklaştığımda Ahmed b. Hanbel'in (r.h.) halkla görüşmesinin ve kendisinden ilim almanın yasaklandığını öğrendim. Evini sordum, gösterdiler. Gidip kapısını vurdum, kapıyı açıp dışarı çıktı.
'Ey imam! Ben bir yabancıyım. Bu memlekete ilk girişimdir. Hadis talebesiyim, sünneti topluyorum. Yolculuğum sadece senden ilim almak içindir.' dedim. 'Dikkat çekmeden içeri gir.' dedi. Girdikten sonra 'Nerelisin?' diye sordu. 'Mağribliyim' dedim. 'Afrikalı mı?' dedi. 'Endülüslüyüm, memleketimden Afrika'ya denizden geçiyorum.' dedim.
Bunun üzerine bana 'Yerin hakikaten uzak. Bana, senin gibilerin arzusunu yerine getirmekten daha hoş gelen bir şey yoktur. Ama senin de bildiğin bir sebepten dolayı sıkıntı içindeyim' 'Evet, sana doğru gelirken buraya yakın bir yerde öğrendim.' Bu benim ilk gelişimdir, ben buralarda tanınan birisi de değilim. Eğer izin verirsen her gün dilenci kılığında gelir ve kapıda dilencilerin dediği gibi derim. Sen de dışarı çıkarsın. Her gün sadece bir hadis bile rivayet etsen yeter.' dedim.
Bunun üzerine bana 'Evet, ders halkalarına duyurmamak, hadîs ehline bildirmemek şartıyla kabul' dedi. Ben de 'Kabul ediyorum' dedim. Böylece elime bir değnek alıyor, başıma bir bez parçası sarıyor, kâğıdımı ve divitimi de yenime sokarak kapısına geldiğimde oradaki dilenciler gibi 'Verin, Allâhü Teâlâ size merhamet etsin!' diye bağırıyordum.
O da dışarı çıkıp kapıyı kapatıyor ve bana iki, üç veya daha fazla hadis okuyordu. Bu şekilde ondan üç yüz kadar hadis yazdım.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Alim,
Baki bin Mahled el-Endülusi,
İlim,
İmam Ahmed bin hanbel
KUR'ÂN-I KERÎM ŞİFÂDIR, RAHMETTİR
KUR'ÂN-I KERÎM ŞİFÂDIR, RAHMETTİR
21 NİSAN 2010 ÇARŞAMBA
"Biz de Kurandan öyle âyetler indiririz ki müminler için o bir şifâ ve bir rahmettir, zâlimlerin ise ancak hasarını (ziyânını) artırır." (İsrâ Sûresi, âyet 82)
Bu âyet-i kerîmede dünyâ türlü türlü dert, hastalık, belâ ve sıkıntılarla dolu bir hastahâneye, Peygamber Efendimiz bir doktora, Kur'ân-ı Kerîm de şifalı bir ilme, tam bir gıdaya benzetilmiş oluyor.
Şüphecilik, nifak, küfür, zulüm, düşmanlık, hırs, ümitsizlik, tembellik, cahillik, taassub gibi ahlâkî, içtimaî ve rûhânî hastalıklara karşı Kur'ân'ın bir şifâ ve rahmet olduğu şüphesizdir.
Bundan başka, doktorların âciz kaldığı nice hastalıklara karşı şifâ olduğu da ehline malûmdur.
Bununla beraber zâlimlerin ancak hasarını ziyanını arttırır. Hakkı sevmeyenler inanmazlar da o şifâ ve rahmetten istifâde etmezler. Bu suretle zararlarını arttırmaktan başka bir şey yapmazlar, kendilerine zulmederler. İşte zâlimler; nimete şükretmeyen, şer hâlinde ümıd ve duâ hasleti bulunmayan insanlardır. Kur'ân böylelerinin ziyânını arttırır.
Elbette ki, tedaviye muhtaç olan bir şahıs, kendisine verilen en faydalı ilâcı terkeder de midesini zehirli şeyler ile doldurursa kendi hayatına kasdetmiş, kendisini helake götürmüş olur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
21 NİSAN 2010 ÇARŞAMBA
"Biz de Kurandan öyle âyetler indiririz ki müminler için o bir şifâ ve bir rahmettir, zâlimlerin ise ancak hasarını (ziyânını) artırır." (İsrâ Sûresi, âyet 82)
Bu âyet-i kerîmede dünyâ türlü türlü dert, hastalık, belâ ve sıkıntılarla dolu bir hastahâneye, Peygamber Efendimiz bir doktora, Kur'ân-ı Kerîm de şifalı bir ilme, tam bir gıdaya benzetilmiş oluyor.
Şüphecilik, nifak, küfür, zulüm, düşmanlık, hırs, ümitsizlik, tembellik, cahillik, taassub gibi ahlâkî, içtimaî ve rûhânî hastalıklara karşı Kur'ân'ın bir şifâ ve rahmet olduğu şüphesizdir.
Bundan başka, doktorların âciz kaldığı nice hastalıklara karşı şifâ olduğu da ehline malûmdur.
Bununla beraber zâlimlerin ancak hasarını ziyanını arttırır. Hakkı sevmeyenler inanmazlar da o şifâ ve rahmetten istifâde etmezler. Bu suretle zararlarını arttırmaktan başka bir şey yapmazlar, kendilerine zulmederler. İşte zâlimler; nimete şükretmeyen, şer hâlinde ümıd ve duâ hasleti bulunmayan insanlardır. Kur'ân böylelerinin ziyânını arttırır.
Elbette ki, tedaviye muhtaç olan bir şahıs, kendisine verilen en faydalı ilâcı terkeder de midesini zehirli şeyler ile doldurursa kendi hayatına kasdetmiş, kendisini helake götürmüş olur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Dini Bilgiler,
Düşmanlık,
İsra Suresi,
Kur'an-ı Kerim,
Küfür,
Peygamber Efendimiz (s.a.v),
Rahmet
18 Nisan 2010 Pazar
Samsun'da şehit polisler için tören düzenlendi
Samsun'da şehit polisler için tören düzenlendi
18 NİSAN 2010 PAZAR
Ladik ilçemizde dün aksam polis ekibine düzenlenen silahlı saldırıda şehit olan 2 polis memurumuz Hüseyin Koç (52) ve Malik Saykal (36) için Valilik önünde tören düzenlendi.
Şehit polis memurları Hüseyin Koç (52) ve Malik Saykal'ın (36) cenazeleri Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi morgundan alınarak, polis eskortu ve sirenler eşliğinde Samsun Valiliği önüne getirildi.
Burada düzenlenen törende konuşan Vali Hasan Basri Güzeloğlu, iki polis memurunun hain bir saldırı sonucu şehit olduğunu belirtti. Şehit polislerin vurgulayan Güzeloğlu, ''Aziz vatanın bölünmez bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği için canlarını feda eden aziz şehitlerin saflarına katıldığını'' vurgulayan Güzeloğlu, ''Ülkemizin birlik ve beraberliğini hedefleyen bütün hain saldırılar asla amacına ulaşamayacaktır'' dedi.
Güzeloğlu, milletin birlik ve beraberiliğini bozmayı amaçlayan bu tür hain saldırıların milletin kararlığı ve azmi ile yok olacağını da vurguladı.
Tören sırasında şehit polislerin yakınları cenazeye katılanlar tarafından sakinleştirilmeye çalışılırken,fenalaşanlara 112 Acil Servis ekipleri müdahale etti.
Malik Saykal'ın ağabeyi Osman Saykal gözyaşlarını tutamazken, Vali Hasan Basri Güzeloğlu acılı ağabeyi teskin etmeye çalıştı.
Şahit polis Hüseyin Koç'un eşi Latife Koç ve oğlu Akif ile yakınlarına baş sağlığı dileyen Vali Güzeloğlu, ''Acınızı paylaşıyorum'' dedi. Hüseyin Koç'un diğer oğlu Muhsin'in polis olduğu ve halen kısa dönem vatani görevini yaptığı bildirildi.
Hüseyin Koç'un kızı Buket ise, polis okulu öğrencilerini göstererek, ''Vatan bölünmeyecek, babam gibi olacak bunlar. Bir tane öleceğiz, on tane doğacağız'' diyerek ağladı.
Alanda toplanan ve ellerinde Türk bayrakları bulunan bir grup, terör örgütü aleyhine slogan attı.
Törenin ardından şehit polis memurlarından Hüseyin Koç'un cenazesi toprağa verilmek üzere Tokat'a, Malik Saykal'ın cenazesi ise Amasya'ya gönderildi.
Törene, şehitlerin yakınları, Ak Parti Samsun Milletvekili Fatih Öztürk, Garnizon Komutanı Tümgeneral Ömer Bayraklı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu çeşitli kuruluşların yetkilileri ile çok sayıda vatandaş katıldı.
Bu arada, tören sonrası bir grup taşıdıkları büyük boy Türk bayrağı ile ''Samsun uyuma şehidine sahip çık'' şeklinde slogan atarak bir süre kentte yürüyüş yaptı.
-ŞEHİT POLİSLER
Evli ve 3 çocuk babası olan şehit polis Hüseyin Koç'un Tokat'ın Niksar ilçesi Kümbetli köyü nüfusuna kayıtlı olduğu ve 8 yıldır Ladik ilcemiz'de görev yaptığı bildirildi.
Bekar olan Malik Saykal'ın ise, 8 kardeşin en küçüğü ve Amasya'nın Taşova ilçesi Mercimek köyü nüfusuna kayıtlı olduğu, yaklaşık 3 yıldır Ladik'de görev yaptığı öğrenildi.
Kaynak: AA & Ladik-Samsun.Blogspot.com
18 NİSAN 2010 PAZAR
Ladik ilçemizde dün aksam polis ekibine düzenlenen silahlı saldırıda şehit olan 2 polis memurumuz Hüseyin Koç (52) ve Malik Saykal (36) için Valilik önünde tören düzenlendi.
Şehit polis memurları Hüseyin Koç (52) ve Malik Saykal'ın (36) cenazeleri Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi morgundan alınarak, polis eskortu ve sirenler eşliğinde Samsun Valiliği önüne getirildi.
Burada düzenlenen törende konuşan Vali Hasan Basri Güzeloğlu, iki polis memurunun hain bir saldırı sonucu şehit olduğunu belirtti. Şehit polislerin vurgulayan Güzeloğlu, ''Aziz vatanın bölünmez bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği için canlarını feda eden aziz şehitlerin saflarına katıldığını'' vurgulayan Güzeloğlu, ''Ülkemizin birlik ve beraberliğini hedefleyen bütün hain saldırılar asla amacına ulaşamayacaktır'' dedi.
Güzeloğlu, milletin birlik ve beraberiliğini bozmayı amaçlayan bu tür hain saldırıların milletin kararlığı ve azmi ile yok olacağını da vurguladı.
Tören sırasında şehit polislerin yakınları cenazeye katılanlar tarafından sakinleştirilmeye çalışılırken,fenalaşanlara 112 Acil Servis ekipleri müdahale etti.
Malik Saykal'ın ağabeyi Osman Saykal gözyaşlarını tutamazken, Vali Hasan Basri Güzeloğlu acılı ağabeyi teskin etmeye çalıştı.
Şahit polis Hüseyin Koç'un eşi Latife Koç ve oğlu Akif ile yakınlarına baş sağlığı dileyen Vali Güzeloğlu, ''Acınızı paylaşıyorum'' dedi. Hüseyin Koç'un diğer oğlu Muhsin'in polis olduğu ve halen kısa dönem vatani görevini yaptığı bildirildi.
Hüseyin Koç'un kızı Buket ise, polis okulu öğrencilerini göstererek, ''Vatan bölünmeyecek, babam gibi olacak bunlar. Bir tane öleceğiz, on tane doğacağız'' diyerek ağladı.
Alanda toplanan ve ellerinde Türk bayrakları bulunan bir grup, terör örgütü aleyhine slogan attı.
Törenin ardından şehit polis memurlarından Hüseyin Koç'un cenazesi toprağa verilmek üzere Tokat'a, Malik Saykal'ın cenazesi ise Amasya'ya gönderildi.
Törene, şehitlerin yakınları, Ak Parti Samsun Milletvekili Fatih Öztürk, Garnizon Komutanı Tümgeneral Ömer Bayraklı ve Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu çeşitli kuruluşların yetkilileri ile çok sayıda vatandaş katıldı.
Bu arada, tören sonrası bir grup taşıdıkları büyük boy Türk bayrağı ile ''Samsun uyuma şehidine sahip çık'' şeklinde slogan atarak bir süre kentte yürüyüş yaptı.
-ŞEHİT POLİSLER
Evli ve 3 çocuk babası olan şehit polis Hüseyin Koç'un Tokat'ın Niksar ilçesi Kümbetli köyü nüfusuna kayıtlı olduğu ve 8 yıldır Ladik ilcemiz'de görev yaptığı bildirildi.
Bekar olan Malik Saykal'ın ise, 8 kardeşin en küçüğü ve Amasya'nın Taşova ilçesi Mercimek köyü nüfusuna kayıtlı olduğu, yaklaşık 3 yıldır Ladik'de görev yaptığı öğrenildi.
Kaynak: AA & Ladik-Samsun.Blogspot.com
Etiketler:
Haberler,
Şehit Haberleri
17 Nisan 2010 Cumartesi
Ladik'te hain saldiri: 2 Polis Şehit oldu
Ladik'te hain saldiri: 2 Polis Şehit oldu
17 NISAN 2010 CUMARTESI / Güncelleme: 18 Nisan 2010 - 02.28
Ladik ilçemizde devriye gezen 55 A 8651 plakalı Polis otosuna uzun namlulu otomatik silahlarla haince ve alcakca düzenlenen silahlı saldırı sonucu 2 Polis memurumuz şehit oldu.
Edinilen bilgilere göre, saat 22.00 sıralarında devriye gezen 55 A 8651 plakalı polis aracına silahlı saldırı düzenlendi. Ladik ilçemizin Akpınar Mahallesi Samsun Caddesi üzerinde görgü taniklarinin iddialarina göre kimligi belirsiz en az 3 hain tarafindan uzun namlulu otomatik silahlarla taranan polis aracında bulunan polislerden 1'i olay yerinde şehit olurken, 1 polis de ağır yaralandı. Ladik Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak ilk müdahalesi burada yapılan ağır yaralı polis memurumuz, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edildi. Ambulansla fakülteye getirilen polis memurumuz acil ameliyata alındı. Çok sayıda Polis memuru ise Tıp Fakültesi'ne akın etti. Ağır yaralı Polis memurumuz da tüm müdahalelere rağmen hastanede hayatını kaybetti..
Olay yerinde şehit olan polisin isminin Hüseyin Koç, Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybedip şehit olan polisin ise Malik Saykal olduğu öğrenildi.
Saldırının ardından Ladik ilçemize gelen Samsun Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu, olay yeri çevresinde toplanan kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı. Vatandaşlar, silahlı saldırının Ahmet Türk'e yapılan saldırının misillemesi olarak yapıldığını iddia ederek, buna tepki gösterdi.
Samsun Emniyet Müdürlüğü tüm il genelinde en üst düzeyde alarma geçti. Polis memurlarının çelik yelek giyerek önlem almaları talimatı verildi.
Bu arada, şehit olan polis memuru Hüseyin Koç'un cenazesi Ladik Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.
Olay yerinde çok sayıda Kaleşnikof boş kovanı bulundu. Görgü tanığı Murat Demiroğlu, "Otomatik silahla yüze yakın ateş edildi. Olay yerine koştum. Polis memurunun direksiyon üzerine düştüğünü gördüm. Şoke oldum" dedi.
Şehit olan polis memuru Hüseyin Koç'un (52) Tokat'ın Niksar ilçesinden, Malik Saykal'ın ise Amasya'nın Taşova ilçesinden olduğu öğrenildi. Hüseyin Koç'un 3 ay sonra emekli olacağı da belirtildi.
Aldigimiz son bilgilere göre ilcemize giris cikislar kapatildi.
Kaynak: TRT ve İHA & Ladik-Samsun. blogspot.comAnahtar Kelimeler: samsun - ladik - polis - saldırı - şehit - saldiri - sehit - 2 sehit
Ayisigiblog.Blogspot.com olarak cok büyük üzüntü duyuyoruz. Olayin bir terörist saldiri olmasi kuvvetle muhtemel görünüyor. Yine de gerceklerin kisa sürede ortaya cikacagini umuyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sonsuz sabirlar dilerim. Tüm Ladik'in, Samsun'un ve Türkiye'nin basi sagolsun.
17 NISAN 2010 CUMARTESI / Güncelleme: 18 Nisan 2010 - 02.28
Ladik ilçemizde devriye gezen 55 A 8651 plakalı Polis otosuna uzun namlulu otomatik silahlarla haince ve alcakca düzenlenen silahlı saldırı sonucu 2 Polis memurumuz şehit oldu.
Edinilen bilgilere göre, saat 22.00 sıralarında devriye gezen 55 A 8651 plakalı polis aracına silahlı saldırı düzenlendi. Ladik ilçemizin Akpınar Mahallesi Samsun Caddesi üzerinde görgü taniklarinin iddialarina göre kimligi belirsiz en az 3 hain tarafindan uzun namlulu otomatik silahlarla taranan polis aracında bulunan polislerden 1'i olay yerinde şehit olurken, 1 polis de ağır yaralandı. Ladik Devlet Hastanesi'ne kaldırılarak ilk müdahalesi burada yapılan ağır yaralı polis memurumuz, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne sevk edildi. Ambulansla fakülteye getirilen polis memurumuz acil ameliyata alındı. Çok sayıda Polis memuru ise Tıp Fakültesi'ne akın etti. Ağır yaralı Polis memurumuz da tüm müdahalelere rağmen hastanede hayatını kaybetti..
Olay yerinde şehit olan polisin isminin Hüseyin Koç, Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybedip şehit olan polisin ise Malik Saykal olduğu öğrenildi.
Saldırının ardından Ladik ilçemize gelen Samsun Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu, olay yeri çevresinde toplanan kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı. Vatandaşlar, silahlı saldırının Ahmet Türk'e yapılan saldırının misillemesi olarak yapıldığını iddia ederek, buna tepki gösterdi.
Samsun Emniyet Müdürlüğü tüm il genelinde en üst düzeyde alarma geçti. Polis memurlarının çelik yelek giyerek önlem almaları talimatı verildi.
Bu arada, şehit olan polis memuru Hüseyin Koç'un cenazesi Ladik Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.
Olay yerinde çok sayıda Kaleşnikof boş kovanı bulundu. Görgü tanığı Murat Demiroğlu, "Otomatik silahla yüze yakın ateş edildi. Olay yerine koştum. Polis memurunun direksiyon üzerine düştüğünü gördüm. Şoke oldum" dedi.
Şehit olan polis memuru Hüseyin Koç'un (52) Tokat'ın Niksar ilçesinden, Malik Saykal'ın ise Amasya'nın Taşova ilçesinden olduğu öğrenildi. Hüseyin Koç'un 3 ay sonra emekli olacağı da belirtildi.
Aldigimiz son bilgilere göre ilcemize giris cikislar kapatildi.
Kaynak: TRT ve İHA & Ladik-Samsun. blogspot.comAnahtar Kelimeler: samsun - ladik - polis - saldırı - şehit - saldiri - sehit - 2 sehit
Ayisigiblog.Blogspot.com olarak cok büyük üzüntü duyuyoruz. Olayin bir terörist saldiri olmasi kuvvetle muhtemel görünüyor. Yine de gerceklerin kisa sürede ortaya cikacagini umuyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sonsuz sabirlar dilerim. Tüm Ladik'in, Samsun'un ve Türkiye'nin basi sagolsun.
Etiketler:
Haberler,
Şehit Haberleri
R U B Â' Î
R U B Â' î
17 NISAN 2010 CUMARTESI
Nâbî, sitem-i dehre tahammül hoşdur
Esbâb-ı tahammülle tecemmül hoşdur
Meydân-ı elemde ıztırâb etmekten
Dükkân-ı kanâatte tevekkül hoşdur.
(Nâbî)
17 NISAN 2010 CUMARTESI
Nâbî, sitem-i dehre tahammül hoşdur
Esbâb-ı tahammülle tecemmül hoşdur
Meydân-ı elemde ıztırâb etmekten
Dükkân-ı kanâatte tevekkül hoşdur.
(Nâbî)
Ey Nâbî, dünyânın acısına derdine tahammül etmek güzeldir. Tahammül sebebleriyle zînetlenmek (süslenmek) de güzeldir. Elem meydanında ızdırab çekmektense kanâat dükkânında tevekkül etmek güzeldir.
Kaynak: Fazilet Takvimi
16 Nisan 2010 Cuma
TAM TEVEKKÜL ET
TAM TEVEKKÜL ET
16 NİSAN 2010 CUMA
Aziz Mahmud Hüdâyi hazretleri, mürşidi Üftâde hazretleri'nden tam olarak istifade edebilmek maksadıyla onun emriyle kadılıktan istifa eder. Sonra da hocalık yaptigi medreseden de ayrılmak ister. Bunun üzerine Üftâde hazretleri,
"Geçimini ne ile temin etmeyi düşünüyorsun ?" diye sorar. Hüdâyi hazretleri de,
"Allah kerim, eğer mecbur kalırsam elimdeki malları satar yerim. O da iki üç sene yeter" der. Bunun üzerine Üftâde hazretleri celâllenerek,
"Onlara itimat etme. Allah'a tevekkül et. Şüphesiz senin, sebeplere itimat etmen, medreseye itimat etmenden daha kötüdür ve cürmü ondan şiddetlidir" der.
İmanın kemale ermesinin bir şartı da tevhidin ve tevekkül'ün tam olmasıdır.
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri der ki:
"Hürriyet, Allah'tan başka hiçbir sebebe bağlanmamaktır. Bütün işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak ilk vazifedir."
Hakiki tevhid de ancak böylesine bir hürriyetle gerçekleşebilir. Üftâde hazretleri bu manaya işaret ederek tevhidi şöyle tarif etmektedir: "Mâsivadan (Allah'ın dışındaki şeylerden) hür (bağımsız) olup, Allah'a kul olmaktır."
Kaynak: Semerkand Takvimi
16 NİSAN 2010 CUMA
Aziz Mahmud Hüdâyi hazretleri, mürşidi Üftâde hazretleri'nden tam olarak istifade edebilmek maksadıyla onun emriyle kadılıktan istifa eder. Sonra da hocalık yaptigi medreseden de ayrılmak ister. Bunun üzerine Üftâde hazretleri,
"Geçimini ne ile temin etmeyi düşünüyorsun ?" diye sorar. Hüdâyi hazretleri de,
"Allah kerim, eğer mecbur kalırsam elimdeki malları satar yerim. O da iki üç sene yeter" der. Bunun üzerine Üftâde hazretleri celâllenerek,
"Onlara itimat etme. Allah'a tevekkül et. Şüphesiz senin, sebeplere itimat etmen, medreseye itimat etmenden daha kötüdür ve cürmü ondan şiddetlidir" der.
İmanın kemale ermesinin bir şartı da tevhidin ve tevekkül'ün tam olmasıdır.
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri der ki:
"Hürriyet, Allah'tan başka hiçbir sebebe bağlanmamaktır. Bütün işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak ilk vazifedir."
Hakiki tevhid de ancak böylesine bir hürriyetle gerçekleşebilir. Üftâde hazretleri bu manaya işaret ederek tevhidi şöyle tarif etmektedir: "Mâsivadan (Allah'ın dışındaki şeylerden) hür (bağımsız) olup, Allah'a kul olmaktır."
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Aziz Mahmud Hüdayi,
Gavs-ı Bilvânisî,
Iman,
İbret,
Medrese,
Tevekkül,
Tevhid,
Üftade hazretleri
BERCESTE
BERCESTE
16 NİSAN 2010 CUMA
İlim, sınırı olmayan bir denizdir.
İlim dileyen ise denizlere dalan bir dalgıçtır.
16 NİSAN 2010 CUMA
İlim, sınırı olmayan bir denizdir.
İlim dileyen ise denizlere dalan bir dalgıçtır.
ŞEYTANA KULLUK ETMEMEK
ŞEYTANA KULLUK ETMEMEK
16 NISAN 2010 CUMA
Elbette ki nefsin hevâ ve hevesini tahrik eden unsurların başında insan, cin ve şeytanlar gelmektedir. Zira Hakk'a giden yolda şeytanın her türlüsü engeldir. İlk insan Hz. Adem'e secde etmemesi yüzünden ilâhî rahmetten uzaklaştırılan şeytan, kıyamete kadar âdemoğullarını saptırmaya çalışacaktır. Halbuki Cenâb-ı Hak,
"Ey âdemoğulları, şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşmedim mi?" (Yâsîn 36/60) ikazında buyurulduğu üzere insanlardan ahit almıştır.
Şeytanın bir dediğini iki etmeyen, her dediğini yapan kimselerin nefsin yanı sıra şeytana da köle oldukları su götürmez bir gerçektir. Şeytanın, bütün duygu ve düşüncelerini esareti altına aldığı nice insanlar vardır ki ahiretlerini dünya uğruna satmışlardır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
16 NISAN 2010 CUMA
Elbette ki nefsin hevâ ve hevesini tahrik eden unsurların başında insan, cin ve şeytanlar gelmektedir. Zira Hakk'a giden yolda şeytanın her türlüsü engeldir. İlk insan Hz. Adem'e secde etmemesi yüzünden ilâhî rahmetten uzaklaştırılan şeytan, kıyamete kadar âdemoğullarını saptırmaya çalışacaktır. Halbuki Cenâb-ı Hak,
"Ey âdemoğulları, şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır diye ben sizinle ahitleşmedim mi?" (Yâsîn 36/60) ikazında buyurulduğu üzere insanlardan ahit almıştır.
Şeytanın bir dediğini iki etmeyen, her dediğini yapan kimselerin nefsin yanı sıra şeytana da köle oldukları su götürmez bir gerçektir. Şeytanın, bütün duygu ve düşüncelerini esareti altına aldığı nice insanlar vardır ki ahiretlerini dünya uğruna satmışlardır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Cin,
Dini Bilgiler,
Hz. Adem,
İnsan,
Kıyamet,
Nefs,
Secde,
Şeytan,
Yasin Suresi
15 Nisan 2010 Perşembe
HANGİ MÜMİNLER KURTULDU
HANGİ MÜMİNLER KURTULDU
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Resûlullâh'a (s.a.v.) Mü'minûn sûresinin ilk on âyeti nazil olunca: "Allâhü Teâlâ bana on âyet indirdi. Kim onları yerine getirirse cennete girer." buyurdular.
Bu mübarek âyetlerde yedi güzide vasfa sâhib olan mü'minlerin cennetlerin en yükseğine ulaşacakları bildirilmektedir.
Bu yedi vasfın birincisi ve en mühimi, îman ve doğru itikat sahibi olmaktır. Yani Allâhü Teâlâ'nın birliğine, Muhammed Mustafâ (s.a.v.)in peygamberliğine, kıyametin kopacağına inanmak ve dînin emir ve yasaklarına riâyet etmektir.
İkincisi, namazlarını Allâhü Teâlâ'ya tevazu ile onun manevî huzurunda bulunduğunu düşünerek, gayet edepli ve kalb huzuru ile ve farzlarına, sünnetlerine ve âdabına riâyet ederek kılmaya çalışmaktır.
Üçüncüsü; her lüzumsuz şeyden; dünyâ ve âhirete faydası olmayan sözlerden, hareketlerden, dâima yüz çevirmektir.
Dördüncüsü, zekâtı vermektir; hakkı olanlara mallarından birer muayyen hisse de ayırmak, bu suretle de nefsi tezkiyeye, cimrilik şaibesinden temizlemeye çalışmaktır.
Beşincisi, namusunu dâima muhafaza etmek; Allah'ın haram kıldığı yakınlıklardan ve insanî terbiyeye aykırı vaziyetlerden kaçınmak; örtülmesi icâbeden uzuvlarını açmaktan son derece sakınmak ve İslâmî ahlâk ve âdaba muhalif hareket etmemektir.
Altıncısı, emânetlerine ve ahidlerine(verdiği sözlere) riâyet etmektir. Hiçbir kimsenin hakkına, namusuna, haysiyyetine tecâvüzde bulunmamak, kendisine bırakılan emânetleri sahipleri nâmına muhafaza etmektir. Yine kendisinde Allah'ın birer emâneti olan hayâtını, kuvvetini de suistimal etmemek, gerek Allâhü Teâlâ'ya karşı vazifelerini ve gerek insanlara karşı vazîfelerini yerine getirmektir.
Yedincisi ise namazlarını huşu ile kılmağa düzenli bir surette devam etmek; vakitlerinde kılmaya çalışmaktır.
Kaynak: Fazilet Takvimi
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Resûlullâh'a (s.a.v.) Mü'minûn sûresinin ilk on âyeti nazil olunca: "Allâhü Teâlâ bana on âyet indirdi. Kim onları yerine getirirse cennete girer." buyurdular.
Bu mübarek âyetlerde yedi güzide vasfa sâhib olan mü'minlerin cennetlerin en yükseğine ulaşacakları bildirilmektedir.
Bu yedi vasfın birincisi ve en mühimi, îman ve doğru itikat sahibi olmaktır. Yani Allâhü Teâlâ'nın birliğine, Muhammed Mustafâ (s.a.v.)in peygamberliğine, kıyametin kopacağına inanmak ve dînin emir ve yasaklarına riâyet etmektir.
İkincisi, namazlarını Allâhü Teâlâ'ya tevazu ile onun manevî huzurunda bulunduğunu düşünerek, gayet edepli ve kalb huzuru ile ve farzlarına, sünnetlerine ve âdabına riâyet ederek kılmaya çalışmaktır.
Üçüncüsü; her lüzumsuz şeyden; dünyâ ve âhirete faydası olmayan sözlerden, hareketlerden, dâima yüz çevirmektir.
Dördüncüsü, zekâtı vermektir; hakkı olanlara mallarından birer muayyen hisse de ayırmak, bu suretle de nefsi tezkiyeye, cimrilik şaibesinden temizlemeye çalışmaktır.
Beşincisi, namusunu dâima muhafaza etmek; Allah'ın haram kıldığı yakınlıklardan ve insanî terbiyeye aykırı vaziyetlerden kaçınmak; örtülmesi icâbeden uzuvlarını açmaktan son derece sakınmak ve İslâmî ahlâk ve âdaba muhalif hareket etmemektir.
Altıncısı, emânetlerine ve ahidlerine(verdiği sözlere) riâyet etmektir. Hiçbir kimsenin hakkına, namusuna, haysiyyetine tecâvüzde bulunmamak, kendisine bırakılan emânetleri sahipleri nâmına muhafaza etmektir. Yine kendisinde Allah'ın birer emâneti olan hayâtını, kuvvetini de suistimal etmemek, gerek Allâhü Teâlâ'ya karşı vazifelerini ve gerek insanlara karşı vazîfelerini yerine getirmektir.
Yedincisi ise namazlarını huşu ile kılmağa düzenli bir surette devam etmek; vakitlerinde kılmaya çalışmaktır.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Adab,
Ahiret,
Ahlak,
Allah (c.c),
Cennet,
Dini Bilgiler,
Farz,
Haram,
Hz. Muhammed (sav),
Iman,
İtikad,
Kıyamet,
Mü'min,
Müminun Suresi,
Namaz,
Nasihat,
Nefs,
Sünnet,
Tevazu,
Zekat
SİZ ÖYLE BİR ZAMANA YETİŞECEKSİNİZ Kİ...
SİZ ÖYLE BİR ZAMANA YETİŞECEKSİNİZ Kİ...
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Ashâb-ı Kirâm'dan Talha bin Amr (r.a.) anlatıyor: Bir kimse Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanına geldiği zaman, eğer bir tanıdığı varsa onun yanında kalırdı. Eğer tanıdığı yoksa Ashâb-ı Suffe'nin yanında müsâfir olurdu. Ben de Ashâb-ı Suffe arasında kaldım. Birisi, her gün Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanından bir ölçek hurma getiriyordu. Bir gün Resûlullâh (s.a.v.) namazını bitirip selâm verdiğinde Ashabı Suffeden birisi: "Yâ Resûlallah! Hurma midelerimizi yaktı, elbiselerimiz yırtıldı." dedi. Resûlullâh (s.a.v.) minbere çıktı, Allah'a hamdetti ve buyurdu ki:
"Ben ve ashabım bazan on gece misvak ağacının meyvesinden başka yiyecek bulamazdık. Ensar'dan olan kardeşlerimizin yanına geldik. Onların en iyi yiyecekleri hurma idi. Bizi sofralarına ortak ettiler. Vallahi, ekmek ve et bulsam elbette sizi bunlarla doyururdum. Ama siz öyle bir zamana yetişeceksiniz ki, Kabe'nin örtüleri gibi (kıymetli) elbiseler giyeceksiniz..."
Kaynak: Fazilet Takvimi
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Ashâb-ı Kirâm'dan Talha bin Amr (r.a.) anlatıyor: Bir kimse Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanına geldiği zaman, eğer bir tanıdığı varsa onun yanında kalırdı. Eğer tanıdığı yoksa Ashâb-ı Suffe'nin yanında müsâfir olurdu. Ben de Ashâb-ı Suffe arasında kaldım. Birisi, her gün Resûlullâh'ın (s.a.v.) yanından bir ölçek hurma getiriyordu. Bir gün Resûlullâh (s.a.v.) namazını bitirip selâm verdiğinde Ashabı Suffeden birisi: "Yâ Resûlallah! Hurma midelerimizi yaktı, elbiselerimiz yırtıldı." dedi. Resûlullâh (s.a.v.) minbere çıktı, Allah'a hamdetti ve buyurdu ki:
"Ben ve ashabım bazan on gece misvak ağacının meyvesinden başka yiyecek bulamazdık. Ensar'dan olan kardeşlerimizin yanına geldik. Onların en iyi yiyecekleri hurma idi. Bizi sofralarına ortak ettiler. Vallahi, ekmek ve et bulsam elbette sizi bunlarla doyururdum. Ama siz öyle bir zamana yetişeceksiniz ki, Kabe'nin örtüleri gibi (kıymetli) elbiseler giyeceksiniz..."
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Ashab-ı Kiram,
Ashab-ı Suffe,
Dini Bilgiler,
Ensar-ı Kiram,
Hamd,
Hurma,
Namaz,
Resulullah (s.a.v),
Talha bin Amr
CEMÂZİYE'L-EVVEL AYI
CEMÂZİYE'L-EVVEL AYI
15 NISAN 2010 PERSEMBE
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Bugün idrâk ettiğimiz Cemâziye'l-evvel ayı, kamerî ayların beşincisidir.
Bu ayda normal evrâd u ezkâra devam etmelidir.
CEMÂZİYE'L-EVVEL AYI İÇTİMAÎ, RU'YET VE BAŞLANGICI
CEMÂZİYE'L-EVVEL AYI İÇTİMAÎ, RU'YET VE BAŞLANGICI
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Hicrî-Kamerî 1431 yılı Cemâziyelevvel ayı ictimâ'ı dün (14 Nisan Çarşamba) Türkiye saati ile 15.29'da olmustur.
Ru'yet yani hilâlin çıplak gözle görülmesi ise bugün (15 Nisan Perşembe) Türkiye saati ile 03.30'da olmustur.
Hilâl'in görüldüğü yerler: Atlas Okyanusu'nun kuzey batı kıyıları, Kuzey Amerika kıtasının orta ve kuzey kesimi, Büyük Okyanus'un orta ve kuzeyi, Alaska, Grönland, Uzakdoğu ülkeleri, Filipinler, Malezya ve Hindistan.
Hilal; Türkiye, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından da görülebilecektir. 15 Nisan Perşembe günü de Cemâziyelevvel ayının (1)'idir.
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Hicrî-Kamerî 1431 yılı Cemâziyelevvel ayı ictimâ'ı dün (14 Nisan Çarşamba) Türkiye saati ile 15.29'da olmustur.
Ru'yet yani hilâlin çıplak gözle görülmesi ise bugün (15 Nisan Perşembe) Türkiye saati ile 03.30'da olmustur.
Hilâl'in görüldüğü yerler: Atlas Okyanusu'nun kuzey batı kıyıları, Kuzey Amerika kıtasının orta ve kuzey kesimi, Büyük Okyanus'un orta ve kuzeyi, Alaska, Grönland, Uzakdoğu ülkeleri, Filipinler, Malezya ve Hindistan.
Hilal; Türkiye, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Arap yarımadasından da görülebilecektir. 15 Nisan Perşembe günü de Cemâziyelevvel ayının (1)'idir.
ASHÂB-I KİRAMI SEVMEK VAZİFEMİZ
ASHÂB-I KİRAMI SEVMEK VAZİFEMİZ
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Ashâb-ı Kirâm'ın hepsine hürmet etmek ve onlar hakkında ileri geri konuşmamak vâcibdir. Çünkü Allâhü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde onları medhetmiştir. "O gün ki göreceksin o erkek ve kadın mü'minleri, önlerinde ve sağlarında nurları koşuyor..." (Hadid-12) mealindeki âyet-i kerimesi bunlardandır. Allah'ın Resulü de onları sevmiş ve birçok hadîs-i şerifinde medhetmiştir. "Ashabıma ezâ eden bana ezâ etmiş olur, bana ezada bulunmuş olan da Allâhü Teâlâ'ya ezâ etmiş gibi olur." hadîs-i şerîfi bunlardandır.
Dört mezheb imamlarımız da, Ashâb'ın arasında zuhur eden şeylerin hiçbirisi hakkında konuşmamak îcâb ettiğini bildirmişlerdir. Bu meselelerde diline sahip olmalı ve onların sadece güzel ahlâk ve meziyetlerini anlamaya çalışıp onlara muhabbet etmeli; onların ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışmalıdır. Resûlullâh'ın bütün Ashabı hidâyet üzeredir. Onların tamâmı âdildirler; onlardan bizlere her tebliğ edilen şey haktır, doğrudur. Hadîs-i şerîfte: "Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidirler, herhangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz." buyurulmuştur.
Her kim Ashâb-ı Kirâm'ın dindeki gayretlerini, mallarını, canlarını Allah ve Resulünün uğrunda harcadıklarını bilirse, onların şanlarının büyüklüğünde şüphe edemez, onların hepsini sever. Bu hâl, kendisini onlar aleyhinde konuşmaktan alıkor, onlardan her hangi birini kötülemeyi îmâna zıt görür. Bizim için en güzeli, kendi nefsimizin ayıplarıyla meşgul olmak, kendi kalblerimizi günahlardan temizlemeğe çalışmaktır, onlardan dilimizi tutmak, aralarında geçenleri Allâhü Teâlâ'ya havale eylemektir.
Resûlullâh'ın ehl-i beytine muhabbet etmekle beraber onun bütün ashâbına tâzîm eden, onların aralarındaki ihtilâfları güzel yorumlayan kimseler, ehli sünnet ve cemaata dâhildir, Haricîlerden, Râfizîlerden uzaktır. Zîrâ ehl-i beyti sevmemek Haricîliktir, Ashâb-ı Kirâm'ı sevmemek de Rafızîliktir. Ehl-i beyte muhabbet ile beraber bütün Ashâb-ı Kirama tâzîm ve hürmet ise ehl-i sünnet yoludur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
15 NISAN 2010 PERSEMBE
Ashâb-ı Kirâm'ın hepsine hürmet etmek ve onlar hakkında ileri geri konuşmamak vâcibdir. Çünkü Allâhü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde onları medhetmiştir. "O gün ki göreceksin o erkek ve kadın mü'minleri, önlerinde ve sağlarında nurları koşuyor..." (Hadid-12) mealindeki âyet-i kerimesi bunlardandır. Allah'ın Resulü de onları sevmiş ve birçok hadîs-i şerifinde medhetmiştir. "Ashabıma ezâ eden bana ezâ etmiş olur, bana ezada bulunmuş olan da Allâhü Teâlâ'ya ezâ etmiş gibi olur." hadîs-i şerîfi bunlardandır.
Dört mezheb imamlarımız da, Ashâb'ın arasında zuhur eden şeylerin hiçbirisi hakkında konuşmamak îcâb ettiğini bildirmişlerdir. Bu meselelerde diline sahip olmalı ve onların sadece güzel ahlâk ve meziyetlerini anlamaya çalışıp onlara muhabbet etmeli; onların ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışmalıdır. Resûlullâh'ın bütün Ashabı hidâyet üzeredir. Onların tamâmı âdildirler; onlardan bizlere her tebliğ edilen şey haktır, doğrudur. Hadîs-i şerîfte: "Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidirler, herhangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz." buyurulmuştur.
Her kim Ashâb-ı Kirâm'ın dindeki gayretlerini, mallarını, canlarını Allah ve Resulünün uğrunda harcadıklarını bilirse, onların şanlarının büyüklüğünde şüphe edemez, onların hepsini sever. Bu hâl, kendisini onlar aleyhinde konuşmaktan alıkor, onlardan her hangi birini kötülemeyi îmâna zıt görür. Bizim için en güzeli, kendi nefsimizin ayıplarıyla meşgul olmak, kendi kalblerimizi günahlardan temizlemeğe çalışmaktır, onlardan dilimizi tutmak, aralarında geçenleri Allâhü Teâlâ'ya havale eylemektir.
Resûlullâh'ın ehl-i beytine muhabbet etmekle beraber onun bütün ashâbına tâzîm eden, onların aralarındaki ihtilâfları güzel yorumlayan kimseler, ehli sünnet ve cemaata dâhildir, Haricîlerden, Râfizîlerden uzaktır. Zîrâ ehl-i beyti sevmemek Haricîliktir, Ashâb-ı Kirâm'ı sevmemek de Rafızîliktir. Ehl-i beyte muhabbet ile beraber bütün Ashâb-ı Kirama tâzîm ve hürmet ise ehl-i sünnet yoludur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
14 Nisan 2010 Çarşamba
NEFSE KULLUK ETMEMEK
NEFSE KULLUK ETMEMEK
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Hz. Peygamber (s.a.v),
"Arzuları benim getirdiğime (İslâm'a) uymadıkça, hiçbiriniz (kâmil) mümin olamaz" buyurmaktadır. (Nevevî)
Kişi, hayatının merkezine bedenini ve hazlarını koyduğu sürece, onların kaynaklarını temin etmekle uğraşır. Ancak şehvetler bir noktada durup mevcut hazlarla yetinmezler. Zira nefsin tatmin olabileceği bir sınır yoktur.
Nefis başıboş, serbest, kayıtlardan uzak davranmayi ister. Bağlılık, disiplin, düzen, ölçü ve murakabeden hoşlanmaz.
Sonuçta, onun hazlarına kul-köle olan bir insan ortaya çıkar.
"Hevâ ve hevesini kendisine ilâh edineni gördün mü? Sen (Resulüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar." (Furkan 25/44).
Kaynak: Semerkand Takvimi
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Hz. Peygamber (s.a.v),
"Arzuları benim getirdiğime (İslâm'a) uymadıkça, hiçbiriniz (kâmil) mümin olamaz" buyurmaktadır. (Nevevî)
Kişi, hayatının merkezine bedenini ve hazlarını koyduğu sürece, onların kaynaklarını temin etmekle uğraşır. Ancak şehvetler bir noktada durup mevcut hazlarla yetinmezler. Zira nefsin tatmin olabileceği bir sınır yoktur.
Nefis başıboş, serbest, kayıtlardan uzak davranmayi ister. Bağlılık, disiplin, düzen, ölçü ve murakabeden hoşlanmaz.
Sonuçta, onun hazlarına kul-köle olan bir insan ortaya çıkar.
"Hevâ ve hevesini kendisine ilâh edineni gördün mü? Sen (Resulüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar." (Furkan 25/44).
Kaynak: Semerkand Takvimi
Etiketler:
Dini Bilgiler,
Furkan Suresi,
Islam,
İnsan,
Mümin,
Nefis,
Nefs,
Nevevi
SEVDİKLERİNLE BERABERSİN
SEVDİKLERİNLE BERABERSİN
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: Bir defasında Resûlullâh (s.a.v.) ve ben mescidden çıkıyorduk. Mescidin eşiğinde bir adamla karşılaştık. Adam,
- "Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Resûlullâh (s.a.v.):
- "Sen onun için ne hazırladın?" buyurdu. Adam:
- "Yâ Resûlallah! Ben onun için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Lâkin ben Allah'ı ve Resulünü seviyorum." dedi.
Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.):
- "O hâlde, sen sevdiklerinle berabersin." buyurdular.
Kaynak: Fazilet Takvimi
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: Bir defasında Resûlullâh (s.a.v.) ve ben mescidden çıkıyorduk. Mescidin eşiğinde bir adamla karşılaştık. Adam,
- "Yâ Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Resûlullâh (s.a.v.):
- "Sen onun için ne hazırladın?" buyurdu. Adam:
- "Yâ Resûlallah! Ben onun için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Lâkin ben Allah'ı ve Resulünü seviyorum." dedi.
Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.):
- "O hâlde, sen sevdiklerinle berabersin." buyurdular.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Enes bin Malik,
Kıyamet,
Mescid,
Namaz,
Oruç,
Resulullah (s.a.v),
Sadaka
KÂNÛNÎ VE KÖYLÜ KADIN
KÂNÛNÎ VE KÖYLÜ KADIN
14 NISAN 2010 CARSAMBA
1521 senesinde Belgrad'ı fetheden Kânûnî Sultan Süleyman payitahtına dönerken. Saçları dağınık bir Sırp kadın şiddetli ıstırap işaretleri vererek padişaha yaklaşabilmek için muhafızların arasına atıldı. Aklını kaçırmış olduğu sanılarak uzaklaştırılmak istendi. Fakat Sultan müsaade edilmesini emretti. Kadın, padişaha:
- "Sultanım, dedi, senin askerlerin dün gece benim evimi yağma ettiler. Ben artık nereye gideceğim? Çocuklarımı, eşyamı, nafakamı nerede bulacağım?"
Kânûnî Sultan Süleyman şu cevabı verdi:
- "Eğer evinin uğradığı bütün bu zararlar seni uyandıramamış da sen ancak bu sabah onların farkında olabilmişsen, herhalde çok derin bir uykuya dalmış olmalısın!"
- "Evet Sultanım, ben uykuya dalmıştım, çünkü zât-ı şahanenizin benim ve, bütün tebeanızın emniyet ve selâmeti için uyanık bulunduğunuzu sanıyordum!" deyince Sultan, vezirine mağdur kadına yirmi altın vermesini ve evinden alınan şeylerin tam olarak kendisine geri verilmesini ve kadının oturduğu köyün yıllarca vergiden muaf olmasını emretti.
Kaynak: Fazilet Takvimi
14 NISAN 2010 CARSAMBA
1521 senesinde Belgrad'ı fetheden Kânûnî Sultan Süleyman payitahtına dönerken. Saçları dağınık bir Sırp kadın şiddetli ıstırap işaretleri vererek padişaha yaklaşabilmek için muhafızların arasına atıldı. Aklını kaçırmış olduğu sanılarak uzaklaştırılmak istendi. Fakat Sultan müsaade edilmesini emretti. Kadın, padişaha:
- "Sultanım, dedi, senin askerlerin dün gece benim evimi yağma ettiler. Ben artık nereye gideceğim? Çocuklarımı, eşyamı, nafakamı nerede bulacağım?"
Kânûnî Sultan Süleyman şu cevabı verdi:
- "Eğer evinin uğradığı bütün bu zararlar seni uyandıramamış da sen ancak bu sabah onların farkında olabilmişsen, herhalde çok derin bir uykuya dalmış olmalısın!"
- "Evet Sultanım, ben uykuya dalmıştım, çünkü zât-ı şahanenizin benim ve, bütün tebeanızın emniyet ve selâmeti için uyanık bulunduğunuzu sanıyordum!" deyince Sultan, vezirine mağdur kadına yirmi altın vermesini ve evinden alınan şeylerin tam olarak kendisine geri verilmesini ve kadının oturduğu köyün yıllarca vergiden muaf olmasını emretti.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Kadın,
Kanuni Sultan Süleyman,
Sultan
MÜ'MİN TÂZE EKİN GİBİDİR
MÜ'MİN TÂZE EKİN GİBİDİR
14 NİSAN 2010 CARSAMBA
Bütün varlığını geçici şeylere bağlayan her gönül, zarara ve tehlikeye namzettir. Çünkü o geçici câzibe bir gün yok olacaktır. Hangi geçici varlık vardır ki, sana senden önce yıkılıp gitmeyeceğinin ve senin bütün emellerini sana bağışlayacağının sözünü ve te'minâtını verebilir? Ayağının altındaki yer, başının üstündeki güneş bile sana bu te'minâtı veremez. O te'minâtı Hayy ve Kayyûm olan Allâhü Teâlâ'dan başka verebilecek hiçbir şey yoktur. Ve hakikaten ibâdet onun hakkıdır ve ancak ona ibâdet edenlerdir ki, diğer ümitlere, korkulara, kendini tamamen kaptırmaz ve vazifesi yolunda şaşırmaz ve onlardan herkes faydalanır.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki:
"Mü'min taze ekin gibidir, rüzgâr estikçe yatar, fakat yine doğrulur, kalkar. Kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgâr estikçe gürler, amma bir kere yıkılırsa bir daha kalkamaz." Çünkü kâfir ölümlüye, mü'min ise dâima diri olan Allah'a bağlıdır.
Resûlullâh'ın (s.a.v.) vefatı üzerine bütün ashâb-ı Kiram çok üzülmüş ve şaşırmış idiler. Hz. Ömer (r.a.) bile "Peygamber vefat etmedi ve etmez, her kim öyle derse vururum." demeye kadar varmıştı. Fakat Hz. Ebû Bekir efendimiz derhal,
"Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz? Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allâhü Teâlâ'ya hiçbir zarar vermiş olamaz ye Allâhü Teâlâ şükredenlere mükâfat verecektir." (Âl-i İmran-144) mealindeki âyet-i kerîmeyi okuyup:
Ey mü'minler! Eğer Muhammed'e ibâdet ediyorsanız, işte o vefât etti ve eğer onu gönderen yüce Allah'a ibâdet ediyorsanız o ölmez, diridir." buyurunca Ashâb-ı Kiram kendilerine gelmişlerdi. Bu hakikat her zaman, hakikatin ta kendisi ve bu kanun, her vakit geçerli olan bir kanundur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
14 NİSAN 2010 CARSAMBA
Bütün varlığını geçici şeylere bağlayan her gönül, zarara ve tehlikeye namzettir. Çünkü o geçici câzibe bir gün yok olacaktır. Hangi geçici varlık vardır ki, sana senden önce yıkılıp gitmeyeceğinin ve senin bütün emellerini sana bağışlayacağının sözünü ve te'minâtını verebilir? Ayağının altındaki yer, başının üstündeki güneş bile sana bu te'minâtı veremez. O te'minâtı Hayy ve Kayyûm olan Allâhü Teâlâ'dan başka verebilecek hiçbir şey yoktur. Ve hakikaten ibâdet onun hakkıdır ve ancak ona ibâdet edenlerdir ki, diğer ümitlere, korkulara, kendini tamamen kaptırmaz ve vazifesi yolunda şaşırmaz ve onlardan herkes faydalanır.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki:
"Mü'min taze ekin gibidir, rüzgâr estikçe yatar, fakat yine doğrulur, kalkar. Kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgâr estikçe gürler, amma bir kere yıkılırsa bir daha kalkamaz." Çünkü kâfir ölümlüye, mü'min ise dâima diri olan Allah'a bağlıdır.
Resûlullâh'ın (s.a.v.) vefatı üzerine bütün ashâb-ı Kiram çok üzülmüş ve şaşırmış idiler. Hz. Ömer (r.a.) bile "Peygamber vefat etmedi ve etmez, her kim öyle derse vururum." demeye kadar varmıştı. Fakat Hz. Ebû Bekir efendimiz derhal,
"Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz? Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allâhü Teâlâ'ya hiçbir zarar vermiş olamaz ye Allâhü Teâlâ şükredenlere mükâfat verecektir." (Âl-i İmran-144) mealindeki âyet-i kerîmeyi okuyup:
Ey mü'minler! Eğer Muhammed'e ibâdet ediyorsanız, işte o vefât etti ve eğer onu gönderen yüce Allah'a ibâdet ediyorsanız o ölmez, diridir." buyurunca Ashâb-ı Kiram kendilerine gelmişlerdi. Bu hakikat her zaman, hakikatin ta kendisi ve bu kanun, her vakit geçerli olan bir kanundur.
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Al-i İmran Suresi,
Allah (c.c),
Ashab-ı Kiram,
Hz. Ebû Bekir,
Hz. Ömer,
İbadet,
Kafirler,
Mümin,
Resulullah (s.a.v)
HAKİKİ ÖZGÜRLÜK
HAKİKİ ÖZGÜRLÜK
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Hakiki manada kurtuluş nefsin arzularından kurtulmakla elde edilir. İnsanoğlu bu tutkuların esiri olmaktan kurtulduğunda hakiki manada özgürleşir. Artık hayatının amacı nefsin sonu gelmez isteklerini tatmin etmek değildir. Yalnızca yüce Mevlâ'nın hoşnutluğunu kazanmaktır ki, insan zaten bunun için yaratılmıştır. Gerçek özgürlük budur: Rabbü'l-âlemin'e kul olmak ve O'ndan başka her şeyden özgürleşmek...
İşte peygamberlerin ve onların vârisi rabbânî rehberlerin bütün çabaları, insanı kendi nefsine ve maddi âleme, o âlemin fâni varlıklarına kulluktan âzat etmek; tek kulluğa layık olana yöneltmektir.
Hakiki hürriyet bu daveti gönülden kabul edişle mümkündür. İnsan bir günde dünyayı dolaşabilecek, bir saatte uzayın derinliklerine gidebilecek güç ve imkâna ulaşsa da, nefsinin boyunduruğundan kurtulmadıkça hür değildir.
O halde bütün çabamız hakiki hürriyet beratını almaya matuf olmalıdır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
14 NISAN 2010 CARSAMBA
Hakiki manada kurtuluş nefsin arzularından kurtulmakla elde edilir. İnsanoğlu bu tutkuların esiri olmaktan kurtulduğunda hakiki manada özgürleşir. Artık hayatının amacı nefsin sonu gelmez isteklerini tatmin etmek değildir. Yalnızca yüce Mevlâ'nın hoşnutluğunu kazanmaktır ki, insan zaten bunun için yaratılmıştır. Gerçek özgürlük budur: Rabbü'l-âlemin'e kul olmak ve O'ndan başka her şeyden özgürleşmek...
İşte peygamberlerin ve onların vârisi rabbânî rehberlerin bütün çabaları, insanı kendi nefsine ve maddi âleme, o âlemin fâni varlıklarına kulluktan âzat etmek; tek kulluğa layık olana yöneltmektir.
Hakiki hürriyet bu daveti gönülden kabul edişle mümkündür. İnsan bir günde dünyayı dolaşabilecek, bir saatte uzayın derinliklerine gidebilecek güç ve imkâna ulaşsa da, nefsinin boyunduruğundan kurtulmadıkça hür değildir.
O halde bütün çabamız hakiki hürriyet beratını almaya matuf olmalıdır.
Kaynak: Semerkand Takvimi
O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-BÂSIT
O'NUN (c.c) GÜZEL İSİMLERİNDEN: el-BÂSIT
14 NISAN 2010 CARSAMBA
el-BÂSIT: Allah (c.c) açan, genişletendir. İstediği kuluna yepyeni bir hayat, neşe, rızık bolluğu, gönül ferahlığı verir, ki bu el-Bâsıt isminin tecelliyatıdır.
14 NISAN 2010 CARSAMBA
el-BÂSIT: Allah (c.c) açan, genişletendir. İstediği kuluna yepyeni bir hayat, neşe, rızık bolluğu, gönül ferahlığı verir, ki bu el-Bâsıt isminin tecelliyatıdır.
13 Nisan 2010 Salı
LEBÎD BİN REBÎA EL-ÂMİRİ (R.A.)
LEBÎD BİN REBÎA EL-ÂMİRİ (R.A.)
13 NISAN 2010 SALI
Lebîd bin Rebîa el-Âmirî (r.a.) büyük şâirlerden idi. Cahiliyye devrinde de Müslüman olduktan sonra da cömert, azîz ve muhterem bir zât idi. Müslüman olduktan sonra -İslâm devrine yetişip îmân ile şereflendiği için- Resûlullâhın huzurunda okuyup Allâhü Teâlâ'ya hamd ettiği şiirinden başka şiir söylememiştir. Resûlullâh Efendimiz onun bu beytlerini beğenmiş ve: "İslâmın fazîletini kavramak irfanını sana veren ve seni Müslüman kılan Allah'a hamdolsun!", buyurmuşlardır. Hz. Ömer (r.a.): Hz. Lebîd'e: "Şiirinizden bazı şeyler okusanız da dinje-şek..." buyurunca, "Cenâb-ı Hak bize Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini ihsan etmiş olduktan sonra bizim şiir söylememiz lâyık olmaz." cevâbını vermiştir.
"Allâh'dan gayrı her şey bâtıldır. Her nimet şüphesiz yok olup son bulacaktır." mânâsındaki beytin birinci mısraını Resûlullâh Efendimiz beğenmişler ve "Şâirlerin söylediklerinin en doğrusu Lebîd'in söylediğidir." buyurarak sadece birinci mısra'ı okumuşlar, ikinci mısraı okumamışlardır. Zîrâ âhiret nimetleri geçici değildir.
Ömrünün son yıllarında Kûfe'ye yerleşmiş, vefat edinceye kadar da oradan ayrılmamıştır.
Bir gün havanın sıcaklığından bunalmış ve: "Her ne zaman sabâ rüzgârı eserse bir deve boğazlayıp umumî ziyafet vereceğim." diye adakta bulunmuştu. Binâenaleyh ne zaman sabâ rüzgârı esse Küfe valisi Muğîre bin Şu'be Hazretleri:
"Ebû Ukayl'in (yani Lebîd'in) mürüvvetine yardımcı olun." derdi. Bir gün sabâ rüzgârı Lebîd'in elinin son derece dar olduğu bir zamanda esince, vali halkı toplayıp minbere çıkmış, Lebîd'e vereceği ziyafette yardımcı olunması için bir hutbe irad etmiş ve bu şekilde bir hayli şey toplanmıştı. Lebîd böylece âdet hâline gelen adağını yine yerine getirmeye muvaffak olmuştur. (Radıyallâhü anh)
Kaynak: Fazilet Takvimi
13 NISAN 2010 SALI
Lebîd bin Rebîa el-Âmirî (r.a.) büyük şâirlerden idi. Cahiliyye devrinde de Müslüman olduktan sonra da cömert, azîz ve muhterem bir zât idi. Müslüman olduktan sonra -İslâm devrine yetişip îmân ile şereflendiği için- Resûlullâhın huzurunda okuyup Allâhü Teâlâ'ya hamd ettiği şiirinden başka şiir söylememiştir. Resûlullâh Efendimiz onun bu beytlerini beğenmiş ve: "İslâmın fazîletini kavramak irfanını sana veren ve seni Müslüman kılan Allah'a hamdolsun!", buyurmuşlardır. Hz. Ömer (r.a.): Hz. Lebîd'e: "Şiirinizden bazı şeyler okusanız da dinje-şek..." buyurunca, "Cenâb-ı Hak bize Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini ihsan etmiş olduktan sonra bizim şiir söylememiz lâyık olmaz." cevâbını vermiştir.
"Allâh'dan gayrı her şey bâtıldır. Her nimet şüphesiz yok olup son bulacaktır." mânâsındaki beytin birinci mısraını Resûlullâh Efendimiz beğenmişler ve "Şâirlerin söylediklerinin en doğrusu Lebîd'in söylediğidir." buyurarak sadece birinci mısra'ı okumuşlar, ikinci mısraı okumamışlardır. Zîrâ âhiret nimetleri geçici değildir.
Ömrünün son yıllarında Kûfe'ye yerleşmiş, vefat edinceye kadar da oradan ayrılmamıştır.
Bir gün havanın sıcaklığından bunalmış ve: "Her ne zaman sabâ rüzgârı eserse bir deve boğazlayıp umumî ziyafet vereceğim." diye adakta bulunmuştu. Binâenaleyh ne zaman sabâ rüzgârı esse Küfe valisi Muğîre bin Şu'be Hazretleri:
"Ebû Ukayl'in (yani Lebîd'in) mürüvvetine yardımcı olun." derdi. Bir gün sabâ rüzgârı Lebîd'in elinin son derece dar olduğu bir zamanda esince, vali halkı toplayıp minbere çıkmış, Lebîd'e vereceği ziyafette yardımcı olunması için bir hutbe irad etmiş ve bu şekilde bir hayli şey toplanmıştı. Lebîd böylece âdet hâline gelen adağını yine yerine getirmeye muvaffak olmuştur. (Radıyallâhü anh)
Kaynak: Fazilet Takvimi
Etiketler:
Allah (c.c),
Hz. Ömer,
Lebid bin Rebia el-Amiri,
Müslüman,
Resulullah (s.a.v)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)